AKP Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu, 24 Haziran seçiminde Cumhurbaşkanı adaylığı kampanyasını tutuklu bulunduğu Edirne F Tipi Cezaevi koşullarıyla yürüten HDP İstanbul Milletvekili Selahattin Demirtaş’a ilişkin olarak konuştu. Demirtaş'ın cezaevinde olmasının bir sonuç olduğunu ve sebebini unutmamak gerektiğini kaydeden Miroğlu, “Bu asla AK Parti’nin istediği bir şey değildi. Bunu haziran seçimlerinde 81 milletvekili çıkaran HDP’ye karşı strateji geliştiren PKK istedi" diye konuştu.
"Selahattin Demirtaş, bugün eğer cezaevindeyse bunun sorumlusu Türkiye’nin demokratik sistemi ve hukuku değil" diyen Miroğlu, "O hukuk ve o demokrasi bunun gereğini yerine getirmiştir sadece” ifadesini kullandı.
HDP’nin yapacağı bir muhasebenin hukuku sürecine de katkısı olacağını ifade eden Miroğlu, “Bunun Türkiye için ağır bir fatura olduğunu, bu faturada kendilerini payı olduğunu, bunun siyasi manada hesabını vermeye hazır olduklarını söyleseler belki hukuk süreci de biraz daha tutuklamaya yönelik değil de tutuksuz yargılanmaya yönelik bir sürece dönüşebilirdi" açıklamasında bulundu.
Erdoğan'ın ilk turda büyük bir arayla Cumhurbaşkanlığını alacağını iddia eden Miroğlu’nun T24’e değerlendirmeleri şöyle:
“Siyasetin en önemli gündemi manifestomuzda açıkladığımız temel kavramlar”
Bölge penceresiyle Türkiye penceresi arasında aşılmaz duvarlar yok. Ankara ve İstanbul’da olup biten her şey bölgeyi etkilediği gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesini aynı şekilde etkiliyor. Çünkü nüfusu sosyolojik olarak harmanlanmış bir toplumuz biz, birçok yere dağılmışız. İstanbul da, İzmir’de yüzbinlerce sadece Mardinli hemşerimiz yaşıyor.
Türkiye bu bakımdan çok güzel bir tablo. Entegrasyon peşinde siyaset yapanların aslında haklı bir yerde durduklarını gösteriyor ki ben yıllardır entegrasyon fikrini güçlendirmemiz gerekir bunun da hukuka ve bir demokrasiye dayandırılması şartıyla olduğunu söylüyorum.
Türkiye’de siyasetin en önemli gündemi bu, bizim manifestomuzda öne çıkan temel kavramlar, demokrasi, adalet, özgürlükler ve refah düzeyinin artırılması. Milli gelirimizin ileri boyutlara vardırılması. Böyle baktığımız zaman bu çoğulculuk iyi bir çoğulculuk, herkesin kendi adayı ile seçime girmesi.
Burada bence Erdoğan’ın temsili, siyasi hikayesi ve Erdoğan’ın, küresel dünyaya bakışı ve sonuç olarak be seçimin de küresel bir seçim olacağı gerçeği söz konusu olduğunda diğer adayların çok eşit bir yerde durduklarını pek düşünmüyorum keşke böyle bir şey olabilse, hepsi tabi ki kendi partileri açısından kıymetli insanlar ve belki de kendi partilerinin siyasi dinamiklerinin ortaya çıkarabilecekleri tek aday konumundadırlar.
İnce’den daha iyi bir aday olabilir miydi CHP içerisinde üç aşağı beş yukarı zannediyorum kalibre bu olurdu. Ama bu hakikaten bu büyük bir iddiayla seçim öncesi bir manifestoyla seçim gereceğin gösteren AK Parti ile yarış bakımından diğer adayların çok da güçle bir şansları olamayacağını ortaya koyuyor.
Zaten çatı aday meselesini gündeme getirip Abdullah Gül üzerinden böyle bir strateji diğer partilere kabul ettirmek isteyen çevrelerinde temel hareket noktaları buydu. İlk turda bu riskten kurtulmak, eğer Sayın Erdoğan daha güçlüyse bunu bertaraf etmenin yolu çatı adaydan geçiyordu, ama o çatı adayı da çeşitli sebeplerden gerçekleşemedi. Bütün partiler kendi adayları ile girecekler ve partilerin adayları seçimi kazanmak için değil, tek başlarına bir iddia ile girmiyorlar, kendi partilerinin cumhurbaşkanlığı kazanması iddiasıyla girmiyorlar.
Erdoğan’ın ilk turda seçilmesini engellemek, temel stratejilerinin bu olduğunu düşünüyorum. Bu adaylarımızdan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine önümüzdeki 10 yılda Türkiye’yi nasıl yöneteceklerine, temel pradigmalarına dair çok fazla bir şey duyacağımız kanaatinde değilim. Bu HDP’den CHP’ye kadar geniş yelpazede İyi Parti dahil durum böyledir.
Temel hedef cumhurbaşkanımızın seçimi ilk turda kazanmasını engellemeye yönelik yönelik olacaktır. Biz önümüzdeki 10 yıllara dair bir vizyonla seçime girerken diğer partiler bu vizyonu üretmek söylemleriyle halka taşımak bunu tercih etmek yerine çok sıradan belki de bizi çoğu zaman şaşırtan bir seçim kampanyası ile karşı karşıya kalacağız. Adayların söyledikleri birbirine benzeyecek, bu da o sözünü ettiğimiz çoğulculuğun aslında, Türkiye’de objektif olarak yaşayamayacağımızı göstermiş olacak.
Erdoğan dışındaki adaylara hiç şans vermiyorum çünkü görünen köy kılavuz istemiyor. Türkiye iyi olacak demek herhalde yetmez. Buna İyi Parti de toplanmış insanlar ikna olabilirler ama genç nüfusa bunu söyleyerek oy alabileceğini düşünmemesi lazım hiç kimsenin. HDP açısından paradigma tekrarlanıyor, ‘seni başkan yaptırmayacağız’. Muhtemelen HDP’nin de dayanacağı şey bu biraz mağduriyetleri kullanmak biraz da Erdoğan’a karşı temel paradigmasının şu an partiyi yöneten çeşitli sol guruplarının biraz daha derleyip toparlayıp piyasaya sürecekleri formülasyon olacak.
Dolayısıyla şöyle bir yarış söz konusu değil; önümüzdeki 100 yıla dair geçeği ile ilgili geniş bir tahayyül, ufuk, somut teklifler, somut projeler başta demokrasi ve adalet meselesi yeni sistemi nasıl deneyebileceğinize dair dair parlak fikirler HDP’den CHP’ye kadar uzanan yelpazede yer alan adayların söyleyeceği dillendireceği bir şey olmayacak.
Çünkü burada bu partiler bir korkuyla seçilme giriyorlar ve bu korku aslında AK Parti iktidara geldiği o günden 2002 yılında beri yaşayan ve yaşatılan bir korku Erdoğan’sız bir Türkiye. Yani, Erdoğanlı bir Türkiye’nin yarattığı bir korku. Çok çeşitli fikirler, Türkiye’nin çözülememiş sorunlarıyla ilgili şimdi kar duymadığımız sözler falan olmayacak. Şu ana kadar da bu adaylardan böyle bir şey duymuş değiliz.
Demirtaş’ın neden cezaevinde olduğunu unutmamak lazım. Eğri oturup doğruyu konuşalım. Evet, cezaevinde sonuç bu. Bir çok HDP’li, belediye başkanı cezaevinde. Bu asla AK Parti’nin istediği bir şey değildi. Bunu kim istedi, bunu haziran seçimlerinde 81 milletvekili çıkaran HDP’ye karşı strateji geliştiren PKK istedi. Selahattin Demirtaş, bugün eğer cezaevindeyse bunun sorumlusu Türkiye’nin demokratik sistemi ve hukuku değil. O hukuk ve o demokrasi bunun gereğini yerine getirmiştir sadece. Sebebim şu, Türkiye’de bu saatten sonra hiçbir demokrasi ve hiçbir hukuk sistemi PKK’nin yasal, Anayasal güvencesi altında kurulmuş bir partiyle sürdürdüğü ilişkileri tolere edemez. Tolere etti mi? Evet etti, hendek savaşlarına kadar tolere etti bu sistem. PKK’nin şiddetini de terörünü de tolere etti bu sistem. Bundan sonra böyle bir tolerasyon Türkiye’de söz konusu olmayacak.
PKK’nin izlediği yanlış politikaların hiçbir şekilde sivil siyaset, demokrasi öngörmeyen politikaların bir sonucu olarak HDP ciddi operasyonlara uğradı. Bir kısım insanlar hala içeride ve geçmişe dönük hesap verme durumu söz konusu. Biz bu insanların mümkünse tutuksuz bir biçimde yargılanmasını istiyoruz ama 50’ye yakın insanını hayatını da kaybettiğini hiçbir zaman unutmamak lazım.
Mesela HDP bir muhasebe yapsa hukuk sürecine de katkısı olurdu. Bunun Türkiye için ağır bir fatura olduğunu, bu faturada kendilerini payı olduğunu, bunun siyasi manada hesabını vermeye hazır olduklarını söyleseler belki hukuk süreci de biraz daha tutuklamaya yönelik değil de tutuksuz yargılanmaya yönelik bir sürece dönüşebilirdi. Geçmişte hiçbir şey olmamış gibi davranmak ve sanki yapılanlardan hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi davranmak da belki HDP tabanını bir kısmına tatmin edici geliyor olabilir ama Türkiye sadece HDP tabanından ibaret bir toplum değil.
Bu kadar şehit vermiş bu ülke bu hesabı hukuk yoluyla görmek zorunda. Bu bakamdan da HDP bunun üzerinden bir mağduriyeti siyaseti izleyecekse bu bize mağduriyetlerin sebebini tartışma fırsatı verecektir.
(AKP’ye giden Kürt oylarının bu sefer HDP’ye döneceği söyleniyor) Ben İstanbul medya merkezlerinde oturup bu tür yorumların yapılmasını çok sağlıklı bulmuyorum. Çünkü hemen hemen her hafta sonu bölgedeyim sadece kendi ilimle ilgili değil diğer illerde de çok sayıda muha fazakar arkadaşım var. Onlarla da konuşuyoruz, gündeminizde ne var diye soruyoruz medyanın önemsediği ve öne çıkarmak istediği gibi bir gündem olmadığını görüyorum.
MHP ile ilgili bir takım yorumlar yapılıyor. Kürt oyları derken global bir şeyden bahsediyoruz ama ben böyle bahsetmenin doğru olduğu kanaatinde değilim. Bu ülkede kendisini Alevi, Kürt ya da başka şekildetanımlayan kesimlerin oyları belki onların etnik aidiyetiyle veya dini tercihleriyle anılıyor ama bu insanları öyle tanımlıyor ve HDP’ye de oy veriyorlarsa buna da saygı duymak lazım.
Ben Kürdüm oyumu HDP’ye oy vereceğim diyor bir vatandaş, biz AK Parti olarak şuna bakarız, son seçimlerde referandumda biz bu seçmenden ne kadar oy almışız ona bakarız. Biz bu seçmenden Güneydoğu da sadece 9 ilde, 1 milyon 70 bin oy aldık. Biz referanduma MHP ile girdik ve MHP’nin oylarını da aldık referandum için. Ama HDP’nin oyları MHP’nin oylarını alıyoruz diye dışarıda kalmadı. Bu 1 milyon 70 bin oya Antep, Ş.Urfa ve Adıyaman gibi büyük şehirlerin oyları dahil değil.
"Amacımız seçmeni kendi oylarımızda korumak"
Referandum sonucunda elde ettiğimiz yüzde 51 oyun yüzde 4’ü kendisini Kürt seçmen olarak tanımlayan seçmen. Şimdi de amacımız bu seçmeni kendi oylarımızda korumak ve mümkünse yükseltmek olacaktır. Kendisini muhafazakar Kürt seçmen olarak tanımlayan ve Ak Partiye oy veren kesimde bir huzursuzluk duyduğu, tedirginlik duyduğu kanaatinde değilim.