TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi AKP'li Cemal Öztürk, Türkiye'nin AB'ye yaklaşımı konusunda hükümet ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a ayrışma yaşayan ifadeler kullandı. "'Biz AB’den çıkıyoruz' dediğiniz an yatırımcı tedirgin olur. Tedirginlik Türkiye’ye para girişini düşürür, risk primini yükseltir" diyen AKP'li Öztürk, hükümete "Dolayısıyla özel sektörün moralini bozacak işlerden kaçınmalıyız. Mesela 'AB bizi almayacak' evet ama bunu baştan biliyorduk, bizi almıyorsunuz diye AB’ye kafa atmak aleyhimize çünkü AB ile ortağız. Ticari ortağız" uyarısında bulundu.
Cemal Öztürk'ün Star gazetesinden Fadime Özkan'a verdiği söyleşi şöyle:
Askeri darbeyle yapılamayanın ekonomiyle yapılmak istendiği inancı güçlü bir inanç. Sizin kanaatiniz nedir?
Türkiye potansiyeli, durumu ve geçmişi itibari ile dünyanın yükselen yıldızı. Osmanlı’nın bakiyesiyiz. Osmanlı’nın ocağında oturuyoruz. Türkiye’nin yükselişini, potansiyelini görenler bundan rahatsız. Dünyaya yön veren beşli ülke; ABD, İngiltere ve Fransa siyasi ve ekonomik olarak Türkiye’nin yükselişini hasetle karşılıyorlar. Rusya ve Çin de o avantajı kaptırmak istemiyor. Sayın Cumhurbaşkanımız BM’de "dünya beşten büyüktür, sistem değişmelidir" mesajını verdiğinde bu ses bu beşlinin hegomanyasından kurtulmak isteyen devletlerde karşılık buldu. Türkiye 2002 sonrasında yakaladığı kalkınma hızıyla parmakla gösterilen ender ülkelerden oldu. Çin ve Hindistan dahil dünyadaki ağırlık, batıdan uzak doğuya kayıyor ve Türkiye bunu görüyor, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı açıkça dillendiriyor. Tabi bunun da siyasi ve ekonomik bedeli var. Ayrıca, içeride 80, yurt dışında 6 milyon vatandaşımız var. Eğitim seviyeleri yükseliyor, üretimde pay sahibi oluyorlar. Ve bulundukları coğrafyada hak iddia eder hale geliyorlar. Bunlar Türkiye’nin dostlarını sevindirirken, Türkiye’nin rakiplerini kıskandırıyor. Manzaranın esası budur.
Kıskanmakla düşmanlık yapmak arasında devasa bir fark vardır. Ayrım nerdedir? Kıskanmayı düşmanlığa çeviren nedir?
Düşmanlık, önemli bir kavram; bizim düşmanlarımız elbette var ve olmaya da devam edecek çünkü Osmanlı 300 sene önceye kadar dünyaya tek başına yön veren bir devletti. Biz o Osmanlı Devleti’nin ocağında oturuyoruz. Bu potansiyeli görüyor stratejistler ve biz güçlendiğimizde başta Ortadoğu, İslam ülkeleri olmak üzere Balkanlar, Kafkasya ve hatta Karadeniz coğrafyasında ülkelerin bizim etrafımızda kümelenme potansiyelini de görüyorlar. Türkiye ekonomik ve siyasi olarak lider ülke olduğu an, bu beşli yapının tasarrufu, etkisi azalacak. Bu orta vadede görünen Türkiye açısından güzel bir gelişme ama rakip ülkelerin düşmanlığını üzerimize getirebilecek de bir durum.
Türkiye rekabet değil işbirliği teklif ediyor aslında. AB'ye "beni üye yap, ortak olalım" diyor ABD'ye Ortadoğu'da Suriye'de terör örgütleriyle değil müttefikinle çalış" diyor?
AB ile 53 yıllık bir maceramız var. Şimdi 28 üye ülke var ama Türkiye, Avrupa Birliği’ne girdiğinde en büyük ülke olacak. AB stratejistleri bunu görüyor ve Türkiye’yi almak istemiyorlar. Biz de bunu görüyoruz. Uluslararası güç mücadelesinde biz tarihteki yerimizi tekrar almak için yola çıktık, her gün adımlarımızın açıklığı artıyor. Rakip ülkelerse turn-over'a, kısır döngüye girdiler. Almanya dışında diğer AB ülkelerinin kalkınma hızları düşük, nüfus artışları yavaş. Her bakımdan onlar yerinde sayarken, kısmen negatife giderken biz adımlarımızı açarak ilerliyoruz.
15 Temmuzda dış destekli askeri bir kalkışma oldu. Geriye sardığımızda ekonomik kuşatma açısından kronoloji bize ne söyler?
15 Temmuz bir sonuçtur. 15 Temmuz öncesini Osmanlı’nın tasfiyesine, Sykes Picot’a kadar götürdüğümüzde şunu görürüz: Bizi Anadolu topraklarına sıkıştırmışlar ve Lozan’da da belli şeyleri dayatılmışlar. İstiklalimizi elde etmişiz fakat Lozan Heyetinin başında bulunan İsmet Paşa da şöyle ifade etmiş durumu; “Bizi yüzyıl rahat bırakırlar artık”. Çünkü bütün istediklerini aldılar. Ama bu gövde de bu elbiseye sığmıyor.
İsmet İnönü’nün “yüzyıllık zaman kazandık” dediği süre de dolmak üzere?
Evet, hem yüzyıl doldu hem de periyodik darbeler ilk kez etki etmiyor. Bakın, Türkiye’nin 1950 sonrası yakaladığı kalkınma hızı 1960’da darbeyle kesilmiştir. 64-65’de başlayan kalkınma hızı 1970’de kesilmiştir. Sonraki ‘80 darbesiyle, sonrası 1997’de 28 Şubat darbesiyle Türkiye’ye onlarca yıl kaybettirilmiş. Biz 20. Yüzyılı ıskaladık ama 2002’de Türkiye AK Parti iktidarıyla beraber 21. yy’da büyük bir kalkınma hamlesine girmiş, istikrara kavuşmuştur. 2002’den beri her yıl “gelişmekte olan ülkeler” ölçeğinde büyüme rekorları kırmıştır. Bu da bütün dünyanın dikkatini çekmiştir.
2007’de yine bir cumhurbaşkanı seçim sürecinde benzeri bir Türkiye’ye hız kestirme hamlesi oluyor?
2007 28 Nisan bildirisiyle de Türkiye’nin önü kapatılmak istendi ama ilk kez ona karşı dik duran ve yıkılmayan bir iktidar vardı. Halkla bütünleşen, her seçimden başarıyla çıkan bir iktidar. 15 Temmuz’dan önce de 17-25 Aralık hukuk ve polis yoluyla bir darbe girişimiydi. Bütün mesele Türkiye’nin yükselişinin önünü kesebilmek. 15 Temmuz’da başarılı olamayan, şer cephesindeki yerli-yabancı işbirlikçiler şimdi de başka bir versiyonu deniyor. Finans krizi işin bir başka cephesi. Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak, 15 Temmuz’da başaramadıklarını parasal operasyonla yapmak istiyorlar .
2013 yılı Cumhuriyet tarihi boyunca ekonomik verilerin en yüksek düzeye ulaştığı yıldı ama darbe mekaniği de 2013’te harekete geçirildi. Türkiye türbülansın içine 2013’te sokulmak istenmedi mi?
Bu tespit için teşekkür ederim, 2013 gerçekten her bakımdan büyümenin zirve dönemiydi. Öte yandan dünyada düşmanımız çok ama dostlarımız da var. Menfaate veya işbirliğine dayalı dostluklar da vardır. 2013’teki kırılma noktası şuydu; finans gücünü ellerinde bulunduran küresel kuruluşların Türkiye’ye artık borç veremeyeceklerini anladılar. Çünkü bizim gibi ülkelere para vererek yönlendiriyorlar. Türkiye 2013 Mayıs’ında IMF’ye olan borcunun son taksidini ödedi ve dedi ki “benim artık IMF’den para almama gerek yok, üstelik IMF’deki katkımızı artırıyoruz”. Nitekim IMF’ye beş milyar dolara yakın katkıda bulunabiliriz diye ilan ettik ve bunu yaptık. Ki IMF bizim kurucusu olduğumuz bir organizasyon, düşmanımız değil. Ama IMF üzerinden Türkiye’yi kontrol etmek isteyen güçler var.
Türkiye IMF ileeşit ilişki düzlemine geçebildiği için mi harekete geçirildi darbe mekaniği?
Bölgesel gelişmeler o tarihten sonra bizi etkilemeye başladı. Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyindeki gelişmelerin önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Çünkü emperyalistler 1900’lerin başında gerçekleştiremedikleri operasyonları 21. yy’ın başında, 2014-15’te gerçekleştirmek için harekete geçtiler. Türkiye “masada ben de varım çünkü ben bu bölgedeyim ve sizin dediğiniz gibi olmayacak, ben de söz sahibiyim” dedi. Belki de en önemli kırılma noktası o oldu. 15 Temmuz’u hem ekonomik hem bu siyasi gerekçelerle değerlendirmek lazım taşları yerine oturtmak için.
“Türkiye’nin bağımsızlaşmasını engellemeye çalışıyorlar deniyor ama ülke ekonomisinin yapısal sorunları var ve yaşadıklarımız bunun doğal bir sonucu” diyen de var. Değerlendirmeniz ne?
Dünya 1989’dan beri ABD patronluğunda tek kutuplu ve termodinamiğin ikinci kuralı gereği bu patronluk bir gün sona erecek. Şimdi bunu uzatma derdinde ama şimdi tartışılan şu: “Amerika belli bir noktaya geldi, bu yükü taşıyamaz artık kendi içinde problemlerle boğuşacak, o zaman onun bıraktığı alanı kim veya hangi sistem dolduracak? Silah gücü ile mi dolduracak, para gücü ile mi dolduracak?” ABD diyor ki “bir süre daha devam”. Trump’ın iktidara gelmesiyle burada bir tereddüt oldu. Bu da dünyada bir dalga oluşturdu fakat bu dalga durulacak mı yoksa büyüyecek mi?
15 Temmuz’dan sonra Kredi Derecelendirme Kuruluşları Türkiye’nin notunu “yatırım yapılabilirlik” seviyesinden aşağıya düşürdüler. Darbenin geri çevrildiğini, demokrasinin kazandığını görmeyi reddettiler. Küresel finansın Türkiye karşıtı bir hamlesi miydi sizce bu?
Standard & Poor 15 Temmuz’dan hemen sonra notunu düşürdü Türkiye’nin, çok acele etti. Türkiye’de böyle bir şeyin olması elbette yatırımcıyı tedirgin eder, onların da anlaşmalı oldukları fonlara karşı sorumlulukları var. Ardından Moody’s yaptı bunu ama Fitch -henüz yapmadı. Acele ettiklerinin onlar da farkında. Bunlar Türkiye’yi köşeye sıkıştırma niyetiyle mi olur? 15 Temmuz’u yaşadığımız için mi alınganız? Türkiye diyor ki; “zor zamanımızda incelemeden not indiriyorsanız bunda maksat ararız, bunda da haklıyız”. Şunu da görelim: Bu kuruluşlar para sahiplerinin paralarını yönetiyor. Bir yerde siyasi, askeri risk görmüşlerse… 15 Temmuz büyük bir olaydır. Ülkemizde olanlar Batı ülkelerinden birinde olsaydı altından kimse kalkamazdı ama Türkiye kalktı. Onlar bunu anlayamıyor olabilirler. İnsanlarımızın canını feda edip tankın altına yatması, kurşunlara hedef olması onlar için anlaşılmaz bir şey olabilir. Onlar her şeyi paragözüyle gördükleri, rasyonel davrandıkları için anlam veremediler. Fitch henüz açıklamadı ama her üçünün de kararlarını gözden geçireceklerini düşünüyorum.
Neden? Hata gibi görmüyorlar ki kararlarını, niye sorgulasınlar?
Çünkü bu işlerden en büyük zararı onlar görüyorlar. Türkiye’de Türk Lirasının aşırı değer kaybetmesiyle yatırımcı fonların Türkiye’deki yatırım fonları ucuzlamıştır ve bundan zarar etmişlerdir. Dolar 15 Temmuz’da 2.95 TL iken 3.5 TL’ye gelmişse ve o fonlar Türkiye’den 3.5 TL’den çıkıyorsa onlar zarar görüyorlar.
15 Temmuz sonrasında da halk dolarını liraya çevirmişti şimdi Cumhurbaşkanımızın çağrısıyla hem halk hem Merkez Bankası, pek çok ekonomik birlik, kuruluş TL’ye geçti. Devlet ve millet tanka karşı verdiği mücadeleyi bir de ekonomik olarak veriyor, diyebilir miyiz?
15 Temmuz’da Cumhurbaşkanımız “halkımı demokrasiye sahip çıkmaya çağırıyorum” dedi ve halk sokağa çıktı. Liderlik budur. Türkiye ekonomik anlamda da köşeye sıkıştırılmak isteniyor, halkımız bunu gördü, mesajı aldı. Burada önemli olan şu; dolar bir yatırım aracı değildir. Dolar ABD’nin parasıdır ama dünya parası haline gelmiştir, rezerv bir paradır. Türkiye’nin yatırım açığı var, doğru, ama dolar yastık altında, kasada değil ekonominin içinde olursa anlamı olur. Türk parası milli paramız. Cumhurbaşkanımızın mesajlarını iyi anlamak lazım. “Çevremizdeki ülkelerle kendi milli paralarımızla alışveriş yapalım” demesi vatandaşımıza “dolarınızı altınınızı bozdurun” demesinden daha önemlidir.
Neden daha önemlidir?
Dünya parası haline gelen, rezerv para durumundaki ABD Doları yerine hangi ülkeyle ticaret yapıyorsak kendi milli paralarımızla yaptığımızda dolar ya da euro (rezerv paralar) otomatik olarak o miktarda devreden çıkacaktır. Dünyadaki para hacmi bizim o ülkelerle yaptığımız ticaret hacmi kadar daralacaktır. Onların açısından bu önemlidir, o paralar kendi ülkelerine gidecek ve değer kaybedecektir.
Sanki “dünya beşten büyüktür” demek kadar güçlü bir çağrı bu, “herkesin milli parası dolardan büyüktür” demek. Dolar düzeninden beslenen ülkeleri çok rahatsız etmez mi?
Bütün dünyaya verilen bu mesaj insanların, ülkelerin, konunun önemini anlamasına yardımcı olacaktır. Mesela biz değil de dünya ticaretinde 2 milyon dolarlık büyüklüğü olan Almanya bunu demiş olsa kıyamet kopardı. Türkiye’nin Rusya, İran ve Çin ile yaptığı ticarette mevcut büyüklük bile dünyayı uyandırması açısından önemli. Bugüne kadar kimsenin cesaret edip de söyleyemediğini Sayın Cumhurbaşkanımız söylediği için dikkate değer. “Dünya beşten büyüktür” ne kadar önemli ise “milli paralarımızla ticaret yapalım” ifadesi de o kadar önemli. Kolay değil elbette, dünya ticaret düzenine çomak sokuyorsunuz. Arkasının gelebilmesi için güçlü siyasi iradeler, güçlü finans mekanizmaları gerekir. Paraların transferi nasıl olacak? Karşılıklı bavulla para getirecek haliniz yok, banka lazım, organizasyon lazım, yazılım lazım. Neticede bu çok önemli bir fikirdir ve mevcut sömürü düzenini kökünden sarsabilecekte bir düşüncedir.
Peki mevcut ekonomik kuşatmayı püskürtebilecek bir ekonomik yapıya, politikaya sahip miyiz?
Merkez Bankamız bağımsız ve kendi görevini yapıyor. Merkez Bankasının temel misyonu enflasyonla mücadeledir. Bunun da tartışılması lazım ama hükümetle birlikte politikalarını belirler ve bağımsız kalır. Mevcut konjonktürde atılacak adımların bir kısmını Merkez Bankası atabilir ama. Bir kısmını Hükümetin atması gerekiyor, nitekim yavaş yavaş atıyor. Maliye politikaları ile para politikalarını kullanarak. Kabul etmek lazım bizim problemlerimizin çoğu yapısal. Önce demokrasimizi iyileştirmemiz, Güneydoğudaki sorunu çözmemiz gerekiyor. Sürekli reform gerekir. Türkiye bunu yapıyor. Tarımı, hayvancılığı destekliyor. Organize sanayi bölgeleri, koskepler, ihracat kredileri... Son iki ayda yaşanan olay daha çok psikolojik. Bunu değiştirmeliyiz!
Nasıl?
Tamam, yaşadıklarımızı düşmanlarımız yapıyor, düşmanlarımız rakiplerimiz var ama dostlarımız da var. O yüzden diplomasiyi kullanmamız lazım.
Ekonominin diplomasisi var mıdır?
Vardır ama bunu maalesef yeterince kullanamıyoruz.
Devlet mi kullanamıyor yoksa sivil alan, sermayedarlar, ekonomik birlikler mi kullanamıyor?
Her iki taraf da kullanamıyor. Bizim özel sektörümüz devletten ayrı değildir. Özel sektörümüz de devlete bakar, geri vitese alır, frene basar bekler. Dolayısıyla özel sektörün moralini bozacak işlerden kaçınmalıyız. Mesela “AB bizi almayacak” evet ama bunu baştan biliyorduk, bizi almıyorsunuz diye AB’ye kafa atmak aleyhimize çünkü AB ile ortağız. Ticari ortağız. Cumhurbaşkanımız ne dedi? “Ankara kriterleri der yolumuza devam ederiz”. AB’deki fasılları iç hukukumuzu, sağlık düzenimizi, sanayi standartlarımızı düzeltmek için yapıyoruz. Yaptığımızda Avrupa’ya ihtiyacımız zaten sınırlı olur. Ama “Biz AB’den çıkıyoruz” dediğiniz an yatırımcı tedirgin olur. Tedirginlik Türkiye’ye para girişini düşürür, risk primini yükseltir. Türkiye’nin risk pirimi yükselirse Hazine ile yarın ihaleye çıktığınızda ve bir puan yüksekten borçlandığınızda bunun ülkeye maliyeti de artar. Sadece devlet borçlanmıyor, sanayiciler, bankalar, sigorta şirketleri Türkiye’deki riskleri dışarı satacak. Büyük bir sigorta şirketimizin yönetim kurulu üyeliğini yaptım. Türkiye’nin risklerini dışarıdaki bir sigorta şirketine sattığımızda Avrupa’daki sigorta şirketlerinden 3-3.5 puan yukarıdaydık. Zaman içinde düştü ama kazandığımız bu seviyeleri kaybetmemek için onlarla kavga etmeyelim çünkü ekonomik olarak zararlı çıkıyoruz. Ticari kazanımlarımızı kaybetmemek için ekonomik diplomasi yapmamız lazım.
Yani Cumhurbaşkanımız Türkiye’yi sindirme politikasına karşı üst perdeden bir söylem geliştirip Türkiye’nin menfaatlerini böyle savunurken diplomatların, sivil toplumun, sermaye örgütlerinin, akademinin diplomasiyle ikna yoluna gitmesini mi öneriyorsunuz?
Cumhurbaşkanı bir perspektif çiziyor ve kral çıplak diyor. Avrupalılara şok tedavisi yapıyor, dostlarımıza “dürüst davranın bize sahip çıkın” diyor. Rakiplerimize “dürüst değilsiniz” diyor. Mutfak çalışmalı. Cumhurbaşkanımızın dediklerini hariciyemizin, maliyemizin, askeriyemizin, istihbaratımızın, iş dünyamızın, sivil toplumun entegre olduğumuz, birlikte çalıştığımız kurumlara anlatması lazım diplomatik lisan ile. Mevcut ortaklığımızın devamı için ikna yoluna gitmemiz lazım. Türkiye darbe teşebbüsünü atlattı. Avrupalılar bunu anlamadılar, anlamıyorlar. Meclisi ziyaret edenler, bilmiyorduk diyorlar. Samimiler mi tartışılır ama samimi olanlar olabilir çünkü bu insanların hepsi düşmanımız değil. Kestirip atmak, kapıları kapatmak, içimize kapanmak bize çok şey kaybettirir. Onlar da kaybeder biz de kaybederiz. Onun için diyorum ki soğukkanlı değerlendirelim.
Rusya ile ilişkileri stratejik tercihe yoranlara katılıyor musunuz?
Türkiye AB’den çıkıp Rusya ile entegrasyona gitmiyor. Bu akşamdan sabaha mümkün olmaz zaten. Türkiye geçmişte de CENTO gibi kurumlar vardı. Biz zaten Avrupa ülkesiyiz, orada 6 milyon vatandaşımız var, bu insanlar iş adamı, diplomat. O yüzden biraz sakin olup bu krizi ülkemizin lehine çevirebilme imkanına da sahibiz. Bunu kullanalım diyorum. Yoksa elbette 15 Temmuz bir kırılma noktasıdır. Ülkemize, milletimize, geleceğimize kast edilmiştir. Dostlarımızın yanımızda olmayışı, acımızı sıkıntımızı paylaşmayışı bizi üzmüş, tedirgin etmiştir. Tepkimiz bundandır. Hele üstüne ekonomik krizle gelmeleri bizi şüpheye sevk etmiştir. Bunda haklı gerekçelerimiz var. Peki, bunu nasıl aşacağız? Aklıselimle. Onlara bunu anlatmamız lazım. Anlamayanlar olacaktır ama anlayanlar da olacaktır. Var olan ilişkileri, ortaklıkları ve dostlukları kullanarak bu döngüyü kırmayı deneyelim.
Önümüzdeki süreçte birkaç şey var ekonomiyi belirleyecek olan. Sırayla sormak isterim. AB liderler zirvesi… AP’nin müzakereleri dondurma kararı siyasi ve hukuki bir karşılık bulur mu?
Bunların hepsi Türkiye’nin lehine olacak. 1) AB liderler toplantısında tavsiye kararı dikkate alınsa da Türkiye’ye diyecekler ki “ödevini yap, biz Türkiye’yi seviyoruz, AB’nin taahhütlerine sadığız”. Çünkü AB Türkiye’yi gözden çıkaramaz.
FED’in faiz artırma ihtimali?
FED faiz artırımı beklentisi zaten satın alındı faiz yüzde 0.25 veya 0.50 artırılabilir diyorlar ama ben orta vadede ABD lehine olacağını düşünüyorum. Doların değerlenmesi Amerikan ekonomisinin aleyhinedir. Dolayısıyla FED geri adım atmamak ve beklentiye sokmamak için 16 Aralıkta fiyat artıracak.
Kredi değerlendirme kuruluşlarının alacağı tutum ne olur?
Kredi derecelendirme kuruluşları zaten Türkiye’nin notunu yatırım yapılabilirin altına getirdi, ama eminim tekrar durumu değerlendirecekler, en azından mevcut durumu sabitleme yoluna gidebilirler. Türkiye’de onlarca yıldır iyi paralar kazandılar ve hala Türkiye’de faizler yüksek, Türkiye’ye sıcak para getirip de yatırım yapanın kazanacağı açık çünkü. Borsamız fiyat bakımından dünya borçlarının çok altında, hem hisse senedi hem bono piyasasında Türkiye’de para kazanma imkanları var. Dolayısıyla Türkiye’nin notunu düşürmeleri kendi ayaklarına kurşun sıkmak olur. Türkiye’de bütçe açığı yok. Geçen sene bir miktar açık verdik ama kabul edilebilir seviyede, ekonomimizin bilhassa kamu ekonomimizin dinamikleri çok iyi. Bunu gören yatırımcıların Türkiye’yi gözden çıkaramayacağını düşünüyorum. Hissi değil rasyonel karar vereceklerdir.
Anayasa değişikliği süreci. Ne bekliyorsunuz?
Referandum konusu Meclise geliyor. Meclisten geçmesini bekliyoruz. 330’u rahat bulacaktır. Kanaatim AK Parti grubundan fire çıkmaz. Milliyetçi Hareket Partisinden oy veremeyecekler kendilerini açıkladılar. 5 üzerinde bir sayı. 340 üzerinde bir rakamda çıkacağını düşünüyorum. Çıktıktan sonra da halka iyi anlatılması lazım. Milletimiz liderine, Sayın Cumhurbaşkanımıza güveniyor. Cumhurbaşkanımızın ‘’Evet’’ dediği şeye Milletimiz “Hayır” demeyecektir.