AKP Ankara Milletvekili Haluk Özdalga Suriye'deki belirsizliğin nasıl son bulacağı konusuna ilişkin, "eski Suriye bitti. Türkiye'nin hedefi 'Esed gidecek, seçimler yapılacak ve kazanan üniter ve demokratik Suriye'yi yönetecek' şeklinde idi. Esed gitse bile, bu ihtimal artık neredeyse tamamen tükendi" dedi. Suriye'deki iç savaşın Türkiye'nin çıkarlarına zarar verdiğine dikkat çeken Özdalga, "Suriye ve müttefikleri, bir misilleme olarak, PKK'yı destekliyor ve silah veriyor. PKK o nedenle şimdi askerî açıdan tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor" ifadelerini kullandı.
AKP Ankara Milletvekili Haluk Özdalga'nın Zaman gazetesinde "Suriye siyasetine yeni ayar" başlığıyla yayımlanan (4 Kasım 2013) makalesi şöyle:
Suriye'den gelen mülteciler şimdilik 600 bini aştı. Ölümden ve Esed rejiminin zulmünden kaçan bu insanlara kapılarımızı açık tutmak bir insanlık borcu. Ancak Suriye siyasetimizin övülebilecek tarafı maalesef burada bitiyor. 2012'de bir kısmı bu gazetede bir dizi yazı yazdım ve Suriye'de şartların silahlı yoldan rejim değişikliğine uygun olmadığını; Türkiye'nin iç savaşa destek vermemesi gerektiğini; Amerika'nın askerî müdahalede bulunmayacağını ve muhalefete Esed rejimini devirecek ölçüde yardım yapmayacağını; işin bölgeye de sıçrayacak bir mezhep çatışmasına dönüşebileceğini; El Kaide ve Vehhabi ideolojisine bağlı milislerin (Selefilerin) güçleneceğini; farklı amaçlara sahip Suudi Arabistan ve Katar'ın yanlış yol arkadaşları olduğunu ve Türkiye'nin yalnız kalacağını vurguladım. Demek istediğim, bu analizler erken tarihlerde mümkündü.
Buna karşılık Türkiye, Suriye'deki silahlı muhalefete yoğun destek verdi. Ocak 2012'den itibaren, özellikle Katar ve Suudi Arabistan'ın temin ettiği silah ve askerî malzemenin Türkiye üzerinden Suriye'ye intikalini sağladı. Silah nakliyesinin ayrıntılı dökümleri, uçuş kayıt bilgilerine dayanılarak, ciddi uluslararası medyada yayınlandı. Bunların hepsi Amerika'nın denetimi altında yapıldı. Amerikalı bir görevliye göre Türkiye üstünden taşınan malzemeler "büyük bir silah çağlayanı" oluşturuyordu (Reuters, 24.3.2013). Suriye sınırında çok sayıda CIA görevlisi, "silah çağlayanını" denetledi ve sadece hafif silahların geçişine izin verdi. Sadece bu durum dahi, Amerika'nın Esed'in devrilmesi konusunda çok istekli olmadığını görmek için yeterdi. Görünürdeki gerekçe, ağır silahların aşırı unsurların eline geçmesini engellemek idi. Halbuki aşırıları asıl güçlendirecek şey iç savaşın uzamasıydı.
Suriye siyasetimizin adı, komşu ülkede silahlı yoldan rejim değişikliğini desteklemek. Ancak bu zor ve yüksek riskli bir iş. Başarı için bazı asgari koşullar gerekir. Öncelikle, siyasî-askerî liderlik altında birleşmiş güçlü bir iç muhalefet şart. İkincisi, bu muhalefetin uygun bir siyasî programı, mesela hedef demokrasi ise o amacı paylaşması gerekiyor. Çünkü sadece mevcut rejimi devirme hedefinde birleşen bir muhalefetin, o rejim devrildikten sonra kendi arasında yeni ve kanlı bir iktidar kavgasına girişmesi kaçınılmaz. Üçüncüsü, konuyla ilgili başlıca dış güçler arasında güçlü bir mutabakat bulunmalı. Ancak bu şartların hiçbiri Suriye'de yoktu ve muhtemelen hiç olmayacak.
En hayati husus ise böyle bir girişimin Türkiye açısından doğuracağı muhtemel sonuçların hesaplanması. Yukarıda özetlenen şartların hepsi karşılanmış olsaydı dahi, eğer Türkiye bu işten zarar görecekse, başka ülkede rejim değişikliği işine bizim asla girişmememiz gerekirdi.
Bir başka kritik konu, Suriye'nin özel şartları. Osmanlı'dan sonra bu ülkede iktidar mücadelesi daima sert mezhep çatışmaları şeklinde geçti. Fransız sömürge yönetimi önce Alevi ve Dürzilere özerklik verdi, ama özellikle şehirli Sünni aydınların baskısıyla 1946'da bağımsızlık, üniter devlet temelinde ilan edildi. 1963 darbesiyle iktidarı ele geçiren Baas partisinde Aleviler; önce Sünni, sonra Dürzi ve İsmaili unsurları sert yöntemlerle tasfiye etti. Hafız Esed döneminde pek çok siyasî hesaplaşma (sadece iyi bilinen Hama değil; Humus ve Palmira katliamları veya Alevi subayların topluca öldürülmesi gibi) mezhep temelinde gerçekleşti. Tarihî tecrübe, silahlı mücadeleyle rejim değişikliği yoluna gidilirse, kanlı bir mezhep çatışması ihtimaline işaret ediyordu.
Türkiye'nin başka ülkelerde rejim değişikliği gerçekleştirme tecrübesi yok. Ancak fazla analiz yapmadan ve hemen hiç tartışmadan, ani bir kararla, hiç tecrübesi olmadığı bir işin içine Türkiye kendini atıverdi. Suriye'de olanlara arkamızı dönemeyiz gibi açıklamalar daha çok siyasî slogan vasfı taşır ve analiz yerine geçemez. Kayıtsız kalmak ile askerî yoldan rejim değiştirmek arasında başka pek çok seçenek vardı. Belli ki, Amerika'nın askerî müdahalede bulunacağı beklentisi Türkiye'nin siyasetini etkileyen unsurlardan biri oldu. Ama bu beklenti, Amerikan siyasetinin yanlış okumasına dayanıyordu. Amerika, değişik nedenlerle, Esed rejimini devirmeyi öngören bir askerî müdahale noktasında hiç olmadı. İki tarafın birbirini kırmasına seyirci kalacağı belliydi. Kaldı ki, Amerika, Suriye'ye askerî müdahalede bulunacak olsa dahi, Türkiye'nin buna destek vermemesi gerekirdi. Suriye siyasetimizin ahlakî değerlere dayandığı iddiası da ikna edici değil. Türkiye trajik bir duruma yanlış müdahalede bulundu ve daha trajik sonuçların ortaya çıkmasına katkı yaptı. O arada Amerika'nın iki tarafın karşılıklı kırdırılmasını öngören reel siyasetine yardım eder duruma düştük. Suudilerin ve İran'ın kendi çıkarları için yürüttüğü ve mezhepçilik üzerinden götürülen sert kavgada taraf olarak algılandık, vs... Bunlar herhalde ahlakî değer temelli dış politika sayılamaz.
Suriye'de muhalefetin durumu vahim. Siyasî liderliği yüklenmiş görünen Milli Koalisyon, bütün muhalefeti kapsamıyor ve birbiriyle didişen hiziplerden oluşuyor. O nedenle, ortalama altı ayda bir, daha çok sembolik ağırlığa sahip yeni bir lider seçiyor. Son lider Ahmet Cerba, Suudi istihbaratının adamı. Sürekli aşırılara karşı olduğunu söyleyen Amerika da, daha ılımlı adayı değil, arazideki aşırı gruplardan Selefilerin hamisi Suudilerin adayını destekledi!
Ama daha kötüsü, siyasî liderlik arazide savaşan milislerden kopuk. Muhalefetin askerî yapısı Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) komutanı olan subayın, arazideki askerî operasyonlar için komuta ve kontrol yetkisi hemen hiç yok. Savaşı, kendi başına hareket eden ve sayısı bir tahmine göre 200, küçük gruplar da sayılırsa bin civarında milis teşkilatı yürütüyor. ÖSO, komutası altında olmayan ve bağımsız hareket eden çoğu Selefi milis grupları kendisine bağlı askerî birlikler gibi gösteriyor. 2013 boyunca Selefilerin ve El Kaide'nin arazide etkisi arttı ve şimdi savaşan milislerin yarıdan epey fazlasını bunlar oluşturuyor. Buna karşılık, Türkiye'nin birinci planda desteklemeye çalıştığı Müslüman Kardeşler gibi İslamcı demokrat olduğu söylenebilecek grupların ağırlığı fevkalade azaldı. O arada, önemli bir bölümü sınır denetimini gevşeten Türkiye üzerinde geçen aşırı unsurların etkinlik kazanması, Suriye içinde ve uluslararası zeminde Esed'in elini çok güçlendirdi.
Olup biteni doğru anlayabilmek için, Selefilerin ve El Kaide'nin benzeyen ve benzemeyen yönlerini iyi görmek şart. Bunların her ikisi de temelde aynı radikal İslam inancını paylaşıyor (İbn-i Teymiyye ve Vehhabi geleneği). Ama siyasî çizgileri zıt. El Kaide'ye göre ilk hedef, en büyük düşman Amerika'nın bölgeden kovulması. Selefi milisler ise daha çok, başta Suudiler, Körfez'deki diğer ülkelere ve bazı şeyhlere bağlı. Büyük çoğunluğu oluşturan Selefiler genellikle, her biri ayrıca çok sayıda milis teşkilatını kapsayan İslam Cephesi ve İslam Kurtuluş Cephesi adlı iki konfederal yapı içinde yer alıyor.
Eylülün son günlerinde, aralarında El Kaide'ye bağlı Nusra Cephesi'nin de bulunduğu çok sayıda milis teşkilatı, Millî Koalisyon'un ve ÖSO'nun otoritesini artık tanımadıklarını ve İslam ordusu adı altında birleştiklerini açıkladı. Bu işin önderliğini yapan Liva el Tevhid, Liva el İslam, Ahrar el Şam gibi milis teşkilatlarının hepsi Selefi ve yukarıda belirtilen iki konfederal yapı içinde yer alıyor. Bunlar zaten Nusra Cephesi ile askerî işbirliği yapıyordu ve ÖSO'dan bağımsız hareket ediyorlardı. O nedenle bu, yeni ve ani bir gelişme olmaktan çok, Türkiye'nin umut bağladığı ÖSO'nun zaaflarına aleniyet kazandıran bir hamle olarak görülmeli. Tabii bu hamlenin Selefiler arasında en büyük etkiye sahip Suudi istihbaratının ve Riyad'ın onayı olmadan yapılması pek mümkün değil. Türkiye irtifa kaybederken, Suriye muhalefeti içinde şimdi inisiyatifi ele geçirmiş olan Suudilerin bundan sonra ne yapmaya çalışacağını merak edenler, ipucu için Mısır'a bakabilir. Tabii, kapasitelerinin çok üstünde güçlerini bölgede yaymış bulunan Suudilerin şimdi karşı karşıya olduğu riskler ayrı bir konu.
Mevcut durum, Esed sonrası demokratik Suriye için hiç umut vermiyor ve tam da o nedenle muhalefet, büyük bir azınlık oluşturan Alevi, Dürzi, Hıristiyan ve Kürtleri yanına çekemedi. Suriye Kürtlerinin çoğunluğu haklı olarak, millî çıkarlarına uygun bir üçüncü yol izliyor. Esed'i, Selefileri veya El Kaide'yi mi desteklesinler?
Suriye trajedisinin nasıl son bulacağı hâlâ belli değil. Ama eski Suriye bitti. Türkiye'nin hedefi 'Esed gidecek, seçimler yapılacak ve kazanan üniter ve demokratik Suriye'yi yönetecek' şeklinde idi. Esed gitse bile, bu ihtimal artık neredeyse tamamen tükendi. Taraflardan Amerika, Rusya, İran, S.Arabistan ve aktif taraf olmayan İsrail dahil hepsinin hedefleri değişik ölçüde gerçekleşirken, Türkiye en çok kaybeden olabilir.
Suriye iç savaşı Türkiye'nin çıkarlarına şimdiden ciddi zarar veriyor. Ama en çok endişe edilmesi gereken ve henüz bize ne bedel ödeteceği belli olmayan bir husus var. Suriye ve müttefikleri, bir misilleme olarak, PKK'yı destekliyor ve silah veriyor. PKK o nedenle şimdi askerî açıdan tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor. Kolayca öngörülebilecek sadece bu neden dahi, Suriye'de silah yoluyla rejim değişikliği işine destek kararı verirken, Türkiye'nin biraz daha dikkatli olmasını gerektirirdi. Artık Suriye siyasetine yeni bir ayar vermeliyiz.