AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Yasin Aktay, Avrupa Parlamentosu'nun 'Türkiye'yle ilişkileri dondurun' kararına ilişkin "AB'yi irticadan kurtaracak tek imkân Türkiye" görüşünü savundu. Aktay, AP'nin kararını Türkiye halkının gözünde 'yok hükmü'nde olduğunu belirterek "Avrupa Parlamentosu'nun geçtiğimiz günlerde aldığı Türkiye'nin AB üyelik sürecinin dondurulmasının önerildiği kararın Türkiye'nin seçilmiş hükümeti nezdinde de Türk toplumu nezdinde de bir anlamı ve bağlayıcılığı olmadığı biliniyor." diye yazdı.
Yasin Aktay'ın Yeni Şafak'ta yayımlanan yazısı şöyle:
Avrupa Parlamentosunun geçtiğimiz günlerde aldığı Türkiye'nin AB üyelik sürecinin dondurulmasının önerildiği kararın Türkiye'nin seçilmiş hükümeti nezdinde de Türk toplumu nezdinde de bir anlamı ve bağlayıcılığı olmadığı biliniyor.
Aslında AB Türkiye'ye süreç içinde uyguladığı çifte standart dolayısıyla Türkiye toplumunun çeşitli kesimlerinde uzun süredir bir tepki oluşmuş durumdaydı. AP'nin bu skandal kararı bir anlamda Türkiye halkında AB'ye yönelik artan tepki ve şüphelerin haklılığını da güçlendirmiş oldu. Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerinin tarihi esasen Türkiye'nin tarihi kadar eski. Oraya kadar gitmeyelim. 12 Eylül 1963 yılında imzalanan Ankara Antlaşması Türkiye'nin tam üyelik sürecini bir takvime bağladı.
Ve fakat Avrupa bu takvime hiçbir zaman saygı göstermediği gibi oyun devam ederken sürekli oyunun kurallarını değiştirerek daha önce olmayan ek koşullar ve talepler ileri sürmeye devam etti. Türkiye ile birlikte üyelik başvurusunda bulunan Yunanistan'ın üyelik başvurusu, bağlanan takvimde nihayete ererken Türkiye beklemeyi sürdürdü. 12 Eylül 1980 darbesi Türkiye'nin Avrupa kapısında bekletilmesinin bahanesini oluşturdu. Bu görünüşte güçlü ve haklı bir bahaneydi ve Türkiye'yi oyalamaya imkan veriyordu. Bakmayın şimdi FETÖ'nün desteklenmesine ve FETÖ'ye karşı alınan tedbirler yüzünden Türkiye'nin demokrasiden uzaklaştığı eleştirilerinin yeni bir bahaneye dönüşmesine. FETÖ darbe teşebüsü başarıya ulaşmış olsaydı, bu sefer de darbe oldu diye, Türkiye'nin oyalanması için yeni bir bahane oluşmuş olacaktı. Türkiye yeniden demokratik süreçlere döndükten sonra Özal döneminde Avrupa Toplulukları ile ilişkilere “şok tedavisi” uygulamaya niyetlendiğinde aldığı cevap şaşırtıcıydı. Özal'ın şahsında Türkiye'ye Avrupa'nın çok önemli bir süreçte olduğu, kendi içinde derinleşme ve entegrasyona odaklandığı için genişleme ajandaları bulunmadığı cevabını verdiler. Bir bakıma Türkiye ile imzalanan antlaşma dolayısıyla bir takım yükümlülüklerini yerine getirme talebinin haklılığını zımnen kabul eden bu cevap oyunun kurallarının Türkiye için bir kez daha değiştiğinin de ifadesi oldu. 1997 Zirvesi'nde Türkiye ile imzalanan Antlaşmalar görmezden gelinerek Türkiye'nin tam üyeliğe ehil olmadığı kararını veren AB, 1999'da birden Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğe ehil olduğuna karar verdi. Bu arada Türkiye'yi Birliğe almamak için türlü oyuna başvuran AB'nin NATO kapsamında gerçekleştireceği operasyonlarda Türkiye'nin de askeri kapasitesinden faydalanmayı planlarken Türkiye'yi AB üyesi olmadığı için karar verme mekanizmalarının dışında bırakmayı denemesini de not etmeden geçmeyelim. Bu aslında AB'nin bir kesiminin Türkiye'ye biçtiği rolün özetidir. Türkiye'den beklenen AB'nin kriz bölgeleriyle arasında tampon olması, Avrupa'ya yönelebilecek bir popülasyonu emmesi ya da önlemesi, bir mülteci ya da göç kabulü söz konusu olacaksa da bir bekleme salonu gibi kullanılan Türkiye'de bulunanlar arasından en niteliklilerinin seçilerek alınmasına yardımcı olunması.
Avrupa açısından kriz yaratmayacak kadar istikrarlı, Avrupa'ya karşı koyamayacak kadar istikrarsız bir Türkiye. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın onlara göre “diktatörlük kokan” dik ve onurlu duruşundan rahatsız olmalarının sebebi de bu. Onlar da biliyorlar Erdoğan'ın kendi halkıyla organik bütünlüğünü ve onlar da biliyorlar Erdoğan'ın asıl dik duruşu kendilerine karşıdır, halkına karşı değil. Türkiye için yayınlanan İlerleme Raporu'nun özellikle siyasi kriterler kısmını incelerken raporun iyi niyetli oluşturulmadığını, dahası bu raporu oluşturanların Türkiye'yi hiç tanımadıklarını görebiliyorsunuz. Türkiye hakkında nefret dolu bir ortalama Avrupalı ile raporu hazırlayanların Türkiye hakkındaki kanaatleri birbirine denk. Bu rapordan yola çıkarak bir karar alan AP'nin kararının meşruiyetini sorgulamak Türkiye'nin hakkı. Çünkü ortada tam bir “tezekten terazinin dirhemi” durumu var. Türkiye ve AB ilişkilerinde asimetrik bir durum olduğu çok açık. Bu asimetrik durumu yaratan, AB'nin Türkiye konusunda henüz bir karar verememiş olmasıdır. Bu kararsızlık durumu yalpalamalarına, daha da vahimi saçmalamalarına sebep oluyor. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan AB'nin bu iki yüzlü tavrı dolayısıyla daha 2008-2009'da “Kopenhag Kriterleri'nin adını Ankara Kriterleri koyup yolumuza devam ederiz” derken tam da bu duruma işaret ediyordu. Gelinen noktada AB demokrasiden ve insan haklarından uzaklaşırken Türkiye'nin de peşine takılmıyor olmasını anlayabiliriz. Türkiye için AB bir amaç değil, refah seviyesinin yükseltilmesi, demokrasi ve insan hakları standartlarının geliştirilmesi, sivil-asker ilişkilerinin normalleşmesi gibi konularda bir katalizör, bir araç hüviyetindeydi. Dolayısıyla AB bu kötü kabadayı tehditlerinden uzaklaşıp gerçekle yüzleşmeli. AB, kendi iddialarına ve değerlerine bir nebze değer veriyorsa, bu değerlerin Türkiye karşısında çetin bir imtihan altında olduğunu görmeli. Türkiye'ye karşı kendi popülist gündemine takılıp gittiğinde saplanıp kalacağı yer dar bir ortaçağ haçlı zihniyetinden başkası değil. Bu da AB için tam bir irtica demek. Şu hale bakınız ki, AB'yi bu irticadan kurtaracak tek imkan Türkiye. Bu açıdan AB'siz bir Türkiye'yi bekleyen risk Türkiyesiz bir AB'yi bekleyenle karşılaştırılamaz bile.
Şirvan'da maden faciasının yaşandığı yerde umutlu bekleyiş sabırla sürüyor. Dün iki işçinin, bugün bir işçinin cansız bedenine ulaşıldı. Toprak altında daha 5 kişi var. AFAD ekipleri, bütün teknolojik imkanlarıyla 24 saat çalışmalarına devam ediyor. Daha önce gelen bakanlara ilaveten dün Cumhurbaşkanımızın muhterem eşi Emine Erdoğan hanımefendi enerji Bakanı sayın Berat Albayrak ve eşi sayın Esra Albayrak, Başbakan Yardımcısı sayın Veysi Kaynak ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı sayın Fatma Betül Sayanmaden yerini ziyaret ederek arama kurtarma çalışmalarını yerinde görerek ailelerle bir araya geldi. Gelişleri madenci yakınları ve çalışanlar için apayrı bir moral kaynağı oldu. Bu arada bir önceki gün kahramanlaşan isimleri sayarken, zikretmeden geçemeyeceğimiz iki kişi daha vardı. Siirt Tugay Komutanı Tuğgeneral Selçuk Yavuz ve Enerji bakanlığı Basın Danışmanı Sevda Güner. Özellikle Güner, olayın ilk saatlerinden itibaren madende işçi yakınlarıyla kurduğu muhteşem iletişim ve diyalog ustalığıyla herkesin gönlünde sağlam bir taht kurdu.