Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık'ın Meclis kürsüsünde yaptığı konuşma, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) milletvekilleri tarafından engellendi.
Ahmet Şık'ın konuşması yarıda kesilirken geçtiğimiz günlerde "Sayın Cumhurbaşkanımıza yapılacak en ufak bir harekette karşılarında beni bulurlar" açıklamasıyla gündeme gelen AKP İzmir Milletvekili Alpay Özalan'ın Ahmet Şık'ın üzerine yürüdüğü görüldü. Şık'a 2 oturum ceza verildi.
Ahmet Şık'ın, bazı kanun ve KHK'larda yapılan değişiklerle ilgili yaptığı konuşma sırasında kullandığı "İktidar olmanın yarattığı kibrinizi yalan ve cehaletle yoğuruyorsunuz. Hakikati söyleyenlere yönelik saldırganlığınızı ise acizliğinizle besliyorsunuz. Ahlaksızlığınızı, yeterli gelmediğini biliyor olsanız da, yüzsüzlükle sıvıyorsunuz" ifadeleri AKP'liler tarafından protesto edildi. Bu sırada araya giren AKP'li TBMM Başkanvekili Mustafa Şentop, "Bir dakika bir dakika sözü kestim sözünü kestim. Böyle şey olamaz 67. maddeye göre. Hakaret etme imkanı vermiyor bu kürsü kimseye. Lütfen sayın Şık bir dakika sözünüzü kestim mikrofonu kapattım böyle şey olamaz" diyerek Ahmet Şık'ın sözünü kesti.
Şentop, birleşime beş dakika ara verirken, Ahmek Şık'a da 2 oturum ceza verildi. 'Şık'ın bir aylık ödeneği ve yolluğunun üçte ikisi de kesilecek.
Ahmet Şık'tan ilk yorum
HDP'li Ahmet Şık Twitter hesabından paylaşımda bulundu. Şık mesajında "Hakikat canlarını acıtıyor" dedi.
Ahmet Şık'ın kürsüde engellenen konuşmasının tam metni şöyle:
"Öncelikle şunu bilin, kanun teklifinin hukuki dayanaklarına dair içerik tartışmasına girmeyeceğim. Çünkü tartışmamız gereken iktidarınızın meşru ve yapmak istediklerinizin hukuki olup olmadığıdır.
Sahip oldukları güç ve iktidarı sonsuza kadar ellerinde tutabilecekleri yanılgısıyla; yasaları silah, yargıyı da tetikçi haline getirme çabasına girişmiş ne ilk iktidarsınız, ne de son olacaksınız.
Ve önümüze koyduğunuz bu yeni yasa metniyle, darbecilerin basit bir karikatüründen ibaretsiniz. 12 Eylül cuntası nasıl emir adaletini ürettiyse, darbecilerin halefi olan, sözüm ona demokrasiye geçiş sürecinin hükümetleri de bunu bir fırsata dönüştürmek istediler.
Sandılar ki yargının boynuna geçirdikleri ipi ne kadar kısa ve sıkı tutarlarsa, “hukukun üstünlüğü” vaveylası eşliğinde iktidarları da o kadar güvende olur. Peki amaç hâsıl oldu mu? Hayır. Geldikleri gibi gittiler.
Ama geride bıraktıkları miras, tıpkı sizlerin bırakacağı gibi, kimsenin hatırlamak istemediği korkunç bir yeryüzü cehennemi oldu.
Bugüne dek hükmünü sürdüğünüz fiili yönetim biçiminizi daha da şeditleştirmek, kötülüğünüzün iktidarını arşa değdirmek ve zulmünüzü meşrulaştırmak için darbeye karşı tedbir görünümü altında OHAL ilan etmeniz hiç şaşırtıcı değildi.
251 insanın canına mal olan bir kanlı kalkışmayı, “Allah’ın lütfu” diye görmenizin sırrı da burada saklıydı.
Darbeye direndiğini iddia edenlerin darbe hukukuna dört elle sarılması bu yüzden trajikomikti. Ama hem yaşanacak trajediye, hem de düşeceğiniz komik durumlara aldırmadan bunu yaptınız. OHAL’i ilan etmekte zaten hiç vakit kaybetmediğiniz gibi, 2 yıl boyunca bütün lütuflarından yararlanmaya da doymadınız.
Şimdi, yarattığınız toplumsal enkazın üzerine, bir de tüy dikmenin peşindesiniz. Yurttaşlara karşı, kelimenin gerçek anlamıyla bir canavara dönüştürdüğünüz hukuku, bu yasal düzenleme ile kalıcılaştırmak istiyorsunuz.
Çünkü artık kirli suç ortaklıklarından menkul rejiminizin derinleşmesi, kökleşmesi ve kurumsallaşabilmesine ihtiyacınız var.
Kanlı bir kalkışmaya ve hemen sonrasında yaratılan hukuksuzluklara karşı, ilelebet sizin aklınızla düşünelim, sizin dilinizle konuşalım istiyorsunuz. Çünkü darbeci güruhla suç ortaklığınızı ortaya koyacak hakikatin, sonsuza kadar sır olarak kalmasını istiyorsunuz.
Yağma ve talan üzerine inşa ettiğiniz suç düzeninize yönelik en küçük bir itiraza dahi katlanmak istemiyorsunuz. Aksine davrananları önce medyanızla hedef gösterip, trollerinize linç ettiriyor, yargınızla da rehin alıyorsunuz.
Karşınızda diz çökmeyenlere salmak istediğiniz bu ibret ve korku dalgası yetersiz kaldığındaysa, sokakları milislerinizle dolduruyorsunuz.
Devletin sorumlulukları vardır, bireyin ise hakları. Bizde ise devletin her zaman, sadece yetkileri oldu. İktidarınızın devleti ise birey haklarının gaspçısına dönüştü. Artık ülkemizde, evrensel normlarla tanımlı hukuka uygun yaşama hakkına sahip tek bir yurttaş bile yok.
Yargıyı elinizde bir sopaya dönüştürüp, iktidarınıza yönelik her tür eleştirinin derdest edilmesi ve siyasi rakiplerinizin tasfiyesi için kullanıyor ve hukuk cinayetlerinin altına pervasızca imzanızı atıyorsunuz.
Kimi zaman da, siyasi iktidarınızı besleyen cinayetler, yolsuzluklar, hırsızlıklar ve her türlü çirkinliğiniz ortaya çıkmasın diye, yargının iplerini çekip, üç maymunu oynatıyorsunuz. Örnek mi istiyorsunuz?
Seçimin hemen arifesinde Suruç’ta hastane içinde Şenyaşar ailesinin katledilen üç ferdinin katilleri; onca tanığın, kamera görüntülerinin, ayan beyan delillerin varlığına rağmen korunmadı mı? Ailenin hayatta kalan kadın ve çocukları Suruç’u terk etmek zorunda kalırken hiç mi utanmadınız? Başta HDP’nin eski Eş Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş olmak üzere, seçilmişleri, sudan gerekçelerle hapishanelere tıkıp yok etmeye çalışmıyor musunuz? Milletvekilleri Enis Berberoğlu ve Leyla Güven’i hapiste tutabilmek için bin takla atmıyor musunuz? Siz daha iyi bilirsiniz: Roboski katliamcıları, cezasızlıktan aldıkları güçle, kapalı kapılar ardında yeni katliam planları yapıyor olabilir mi?
Soma’da ve pek çok yerde meydana gelen iş cinayetlerindeki siyasi sorumluluğunuz şaşaalı adalet saraylarınızın koridorlarında örtbas edilmiyor mu? Aladağ, Karaman başta olmak üzere tarikat ve vakıf yurtlarında kalan parmak kadar çocuklar, “kurumları yıpratmama” ikiyüzlülüğüne kurban edilmedi mi? Türkiye artık sadece kâğıt üstünde bir Cumhuriyet. Yani, yurttaşı güdülmesi, yeri geldiğinde dövülmesi icap eden bir sürü gibi gören, hukukun rafa kaldırıldığı sözde bir Cumhuriyet. İktidarınızın Türkiye’sinin yeni hukuku, hak kavramının yerini tamamen alaşağı ederek, devlete sahip olduğu orantısız yetkilerinin yanında bir de aşkın haklar manzumesi veriyor. Ve bunu, bir kurumsallığa değil tekil bir şahsiyete sunuyor. Bu şahsiyet, cumhurunun yarısının inanmadığı bir başkan. Kendisi de aynı şekilde cumhurunun yarısına inanmıyor.
Bu yüzden iktidar olarak, kendinize tetikçi kıldığınız yargınızla birlikte, artık evrensel hukuk normlarına denk düşen yasal sınırlarınıza çekilmelisiniz. Fakat biliyorum ki bu çağrıya riayet etmeyeceksiniz. O halde en azından ne olduğunuz, bir kez daha yüzünüze karşı söylenmeli: İktidar olmanın yarattığı kibrinizi yalan ve cehaletle yoğuruyorsunuz. Hakikati söyleyenlere yönelik saldırganlığınızı ise acizliğinizle besliyorsunuz. Ahlaksızlığınızı, yeterli gelmediğini biliyor olsanız da, yüzsüzlükle sıvıyorsunuz. Ve ne acı ki sizi ayakta tutan değerleriniz, sadece ve sadece bunlardan ibaret… Orwell, “Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder” diyor. Bizler seçimlerimizin ve kararlarımızın toplamı olan bu yaşamı sürdürmeye, siz de bizlerden nefret etmeye devam edebilirsiniz.
Ve fakat bilmelisiniz ki; bir yarısı sahiden çoğulcu demokrasi, adalet ve eşitlik talep ediyor, bunun için de mücadele etmeyi sürdürüyorsa; bir toplum, hak etmediği bir hayata ve bunu dayatan diktatörlüklere ancak bir yere kadar mahkûm edilebilir. Bu yer Türkiye için artık, geldiğimiz noktadır."