Murat Aksoy
Gezi süreci gibi 17 Aralık da Türkiye için bir milat olacak. Bu iki dönem, AK Parti’nin 2011’den itibaren bir yönü tercih, bir yönü zorunluluk olan “içe kapanma sürecinin” önemli kırılma dönmeleri.
AK Parti 2011’in ikinci yarısından itibaren adım adım kendi kültürel kimliği üzerinden bir kamu ve kamusal alan inşa etme girişimi bu içe kapanmayı getirdi. Elde ettiği siyasal meşruiyetle devlet gücünü orantısız kullanarak kamuyu kendi kimliğine boyamaya çalıştı. Benzer bir hedefi kamusal alanda da uygulayarak kendi kültürel kimliğini topluma giydirmek istedi. Bu süreç toplumsal tercihlerden öte devletin toplumu adım adım biçimlendirmesi şeklinde olmaya başladı.
Bu yönü ile yaşamaya başladığımız süreç, yine bir kimlik tanımı üzerinden ikinci tek parti deneyimidir. Tek parti döneminde laik Türk vatandaşlık prototipi üzerinden inşa edilen kamu ve kamusal alan, bugün kabaca mezhepsel kimlik tercihiyle yeniden inşa edilmeye çalışılıyor.
Bu tercih, Türkiye’nin hiçbir zaman laik olmadığı gibi olmaya da ihtiyacı olmadığının kabulüdür. Sonuçta AK Parti, birinci tek partinin hatalarını tersten tekrarlamakta bir beis görmemektedir. Bunun bir başka göstergesi ise, devletin dini yorumunu, topluma benimsetmek üzere kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB), alanının daraltılması yerine hükümetin tercih ettiği dini yorumunu kamusallaştırma misyonunu üstlenmesidir.
DİB küçülmek yerine tam tersine büyümekte ve kamusal işlevi de genişlemektedir. DİB bugün hükümetin, din yorumunu topluma empoze etmek için kullandığı ideolojik bir araçtır.
Bütün bu gelişmeler Türkiye’yi hızla, siyasetin devre dışı bırakıldığı tek parti dönemine götürmektedir. Siyasal meşruiyetten aldığı güçle tek başına her şeyi yapmayı doğru bulan ve konjonktürün etkisiyle içe kapanan, toplumu tahakküm altına almaya çalışan bir hükümetle karşı karşıyayız bugün.
AK Parti’nin 2011 sonrası siyasal tercihleri onu yüzde 50’lik bir merkez partisinden muhafazakâr/sağcı bir partiye dönüştürüyor. Bu dönüşüm devam ettikçe AK Parti hem oy kaybedecek hem de toplumsal kutuplaşma derinleşecektir.
İçinde olduğumuz demokrasi krizinin aşılması ancak siyasetin yeninden güçlenmesi ile mümkündür.
Siyasetin güçlenmesi, elde ettiği toplumsal meşruiyet ile dilediği her şeyi yapan iktidarın denetlenebilmesiyle olur. Bu da hem daha etkili bir sivil toplum muhalefeti hem de daha etkili bir siyasi muhalefet ile mümkündür.
Ana muhalefet olarak CHP, bunun farkındadır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Deniz Baykal’dan farklı olarak laikliği değil, demokrasi ve özgürlüğü siyaseten öne çıkarması bu açıdan anlamlıdır.
Burada CHP, bu kavramların hakkını siyaseten ne kadar veriyor sorusu meşru ve cevap aranması gereken bir sorudur, o ayrı.
CHP, etkili ve denetleyebilen bir muhalefet partisi olabilmek açısından 30 Mart yerel seçimlerine büyük önem vermektedir. Adaylarını bu hedefe uygun olarak iddialı isimlerden seçmeye öncelik vermiştir. Başta Ankara olmak üzere Hatay ve Adana gibi illerde CHP’den gelmeyen isimlerin aday gösterilmesi CHP’nin AK Parti karşısında etkili muhalefet olma hedefine işaret eder.
Kimileri bu durumu CHP’nin sağa açılması olarak okuyor. Ama değil.
CHP’nin bu adımları, 2011 milletvekili listesi oluşumundan çok farklı ve iradi bir tercihi yansıtıyor.
CHP şu anda, AK Parti’nin 2007’de siyaset dışı girişimlere karşı farklı toplumsal kesimlerle kurduğu ‘demokrasi koalisyonu’nun bir başka versiyonunu yerel seçimlerde AK Parti’nin tek parti, tek kimlik dayatmasına karşı deniyor. Bu anlamda süreç, CHP’nin sağa açılması değil AK Parti karşısında güçlü bir siyasi merkez alternatifi oluşturma girişimdir.
Çünkü bugün gelinen noktada AK Parti karşısında daha etkili, daha yapıcı ve toplumu daha çok kucaklayan bir muhalefetin varlığı hayati önem kazanmıştır. CHP’nin bunu deniyor. Bu girişiminin başarılı olup olmayacağını göreceğiz.
Bu süreçte CHP açısından temel sorun, CHP’nin söylemeleri ile gerçekleştirmediği geçmişle yüzleşmeyi eylemeleri ile de gerçekleştirememiş olmasıdır. CHP’nin yüklü tarihsel bagajı onu AK Parti karşısında güçlü bir alternatif yapmasına engel görünse de bu denenmesi gereken bir girişimdir. Yerel seçimlerde adaylar üzerinde kurulan koalisyon eğer seçimde bir başarı elde ederse bu geçici bir başarı olur.
Bugün CHP’nin güçlü bir sosyal demokrat siyasal alternatif oluşturması kadar, AK Parti karşısına merkez sağ, muhafazakâr bir parti çıkması önem kazanmaktadır.
O yüzden AK Parti’nin esas alternatifi CHP değil, merkez sağda ortaya çıkacak bir parti olacaktır. Türkiye’nin de temel ihtiyacı budur.
twitter.com/murataksoy