Zaman gazetesinde yazan Prof. Mümtaz’er Türköne, Yeni Şafak’ta yazan ve Başbakan Tayyip Erdoğan’a yakın isimler arasında bulunan ilahiyat profesörü Hayrettin Karaman’ı “Arap sabunu gibi vıcık vıcık ‘din istismarı’ yaparak hırsızlığa kulp takmaya kalkan parti müftüsü” diye niteledi.
Hayrettin Karaman, “Bu günaha nasıl girilir” başlığıyla yayımlanan (8 Haziran 2014) yazısında, 17 ve 25 Aralık soruşturmasında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın olduğu ileri sürülen ses kayıtları için “Allah'a ve ahrete inanmayan ve ahlakı menfaati üzerine kurulmuş bulunan kişileri muhatap almaksızın 'mümin ve Müslüman' olduklarını söyleyen, böyle bildiğimiz kimselere soruyorum: Bu iftiranın, bu büyük günahın altından nasıl kalkacaksınız? Bunu söyleyen ve yayanlar, size soruyorum, 'Siz böyle bir konuşmaya şahid oldunuz mu?' Olmadıysanız size dinletilen kayıtların sahte olma ihtimalini niçin düşünmediniz? Bu ihtimal mevcut iken böyle bir cinayete nasıl iştirak ettiniz?” demişti.
Mümtaz’er Türköne, “Âlim zulme ortak olursa” başlıklığıyla yayımlanan (10 Haziran 2014) yazısında, “Hayrettin Hoca’yı ‘Parti Müftüsü’ ilan ettiğim gün, köşesinde bu makamın hakkını veren bir fetva yayımladı. ‘Bu günaha nasıl girilir?’ başlığı altında, hem 17 ve 25 Aralık soruşturmalarından Hükümeti akladı; hem de hırsızlığın peşine düşenleri ‘günahkâr’ ilan etti” ifadelerini kullandı.
Mümtaz’er Türköne’nin yazısı şöyle:
Tamamıyla tevafuk. Hayrettin Hoca’yı “Parti Müftüsü” ilan ettiğim gün, köşesinde bu makamın hakkını veren bir fetva yayımladı. “Bu günaha nasıl girilir?” başlığı altında, hem 17 ve 25 Aralık soruşturmalarından Hükümeti akladı; hem de hırsızlığın peşine düşenleri “günahkâr” ilan etti.
Ne muhteşem değil mi? Bir türlü yürümeyen soruşturmalar, icra edilmeyen mahkeme kararları hâlâ dosyalarında duruyor. Hoca ceffelkalem, sadece dinleme kayıtlarına dair TÜBİTAK raporuna dayanarak Hükümet’i pür ü pak, “yolsuzluklar ortaya çıkartılsın” diyenleri de önce “müfteri” sonra da “günahkâr” ilan ediyor. Benim mevzu ettiğim tam olarak işte buydu. Bu kadar sade ve sathî bir muhakemenin sonucunda hakikat peşindeki insanları, sırf iktidarı temize çıkartma kastıyla “günahkâr”a bağlamak ve bu meşrulaştırma ameliyesini “din âlimi” sıfatına dayandırmak, dinin alenî olarak siyasî maksatlarla istismarı değil midir? Arap sabunu gibi vıcık vıcık “din istismarı” yaparak hırsızlığa kulp takmaya kalkana, “parti müftüsü” demeyip de ne diyeceksiniz? Benim canımı sıkan Hoca’nın kanaati değil. Farklı gerekçelerle bu soruşturmaları yanlış bulabilirsiniz, her şeye rağmen Hükümet’i sonuna kadar savunmayı tercih edebilirsiniz. Türkiye’nin, dünyanın şartlarına gerekçe göstererek, “bu hükümete alternatif yoktur” diyebilir ve -velev ki oldu kaydıyla- “hırsızlığa-yolsuzluğa göz yumalım” diyebilirsiniz. Hoca’nın yaptığı şey doğrudan dini, bu temize çıkartma işi için bir sopa gibi kullanması. Herkesi “günahkâr” olmakla suçlaması. Bir âlim, siyasî tarafı için inancını nasıl bu kadar sıradan bir araca dönüştürebilir?
Hayrettin Hoca’nın mevzuyu yeteri kadar bilmediği, TÜBİTAK raporunu kavrayamadığı veya gerçeklerin işine gelmediği belli. TÜBİTAK raporundan daha sağlam bir karine var elimizde: Başbakan’ın kendi beyanları. Başbakan “özel konuşmalarımı, hatta kriptolu telefonları dinlediler” diyerek bu kayıtları zımnen kabul etmişti. Üstelik, bu konuşmalarda yer alan bazı ifadeleri “bunda ne var ki” edasıyla yüksek perdeden savunmaya geçmişti. Hoca, “...kayıtların sahte olma ihtimalini niçin düşünmediniz? Bu ihtimal mevcut iken böyle bir cinayete nasıl iştirak ettiniz” derken, yani bizlere “katil” yaftası yapıştırırken sadece ve sadece yolsuzluk yaptığı iddia edilen hükümetin memurları vasıtasıyla hazırlanan bir rapora dayanıyor. Bir âlim böyle yaş bir tahtaya basmayacağına göre?
Hoca hakkında bir hükme ulaşmak için onun dinî içtihadına mı, yoksa takım tutar gibi serdettiği partizanlığına mı bakacağız? 17 Aralık soruşturması patladıktan hemen sonra Hoca, “...bir Erdoğan’ımız var; duam onu ve namuslu çevresini Allah’ın koruması, tavsiyem ise milletini, mukaddesatını seven herkesin bu korumaya vasıta ve yardımcı olmasıdır” diye yazarak (Yeni Şafak, “Derin Devlet de yapı da meşrû değildir” 22.12.2013”) açıkça Hükümet’in yapmış olabileceği bütün yolsuzluklara arka çıkmıştı. Bugün sadece TÜBİTAK raporuna dayanarak, duasına bulduğu maddi gerekçeyi yeterli mi göreceğiz?
“Zamane uleması böyledir” deyip geçemeyiz. Ortada bütün milletin hukukunu ilgilendiren esaslı bir mesele olduğu gibi duruyor. Bir âlime düşen, partizanlık yaparak suçların soruşturulmasının önünü kesmek değil, hakikate ulaşmak için bütün engellere itiraz etmek olmalıydı. Yolsuzluk soruşturmaları ve TÜBİTAK raporu, “bir müsellesin dâhilî zaviyelerinin cem’i” gibi fetva makamının önüne gidecek bir geometri sorusu da değil. Yapacağınız şey yürütülen soruşturmanın selametine sahip çıkmaktan ibaret.
Daha fazlası var. Hükümet üzerine gelen yolsuzluk soruşturmalarını savuşturmak için, bir günah keçisi icat etti ve bütün fenalıkların faturasını onlara çıkardı. Hocanın bir âlim sıfatıyla sahip çıkması gereken, devletin bütün dehşetengiz gücünü kullanan İktidar değil, “haşhaşî”, “alçak”, “hain” nitelemelerine maruz kalan ve alenî bir zulme uğrayan insanlar olmalıydı. İftira suçunun daniskası, Hükümet’in sistematik marifeti. Partizanlıktan arındırınca Hayrettin Hoca’nın son yazısını bağladığı tavsiye muhatabını buluyor: “Suç ve günahlarını itiraf ederek tevbe etmeleri ve haklarına tecavüz ettikleri kullardan helallik dilemeleri” lazım. Kimin zalim, kimin mazlum, kimin müfterî, kimin masum olduğunu bihakkın bilmesi gereken kişilerin başında o geliyor.
Büyük günahlardan biri de iftiradır. Bir kimsenin arkasından onun hoşuna gitmeyecek, küçük düşürecek, hakkında kötü zan beslemeye sebep olacak bir şey söylenirse ve söylenen de doğru (o kişide mevcut) olursa bu 'gıybet' olur, haramdır, günahtır. Eğer kişide mevcut olmayan, yapmadığı, söylemediği bir söz, fiil ve sıfat ona ait gösterilir, 'şöyle yapmış, böyle demiş' denirse bu iftira olur; iftira ise büyük günahlar arasındadır.
17 ve özellikle 25 Aralık'tan beri sayın başbakan hakkında, oğlu ile yaptığı ileri sürülen bir konuşmaya dayanılarak en ağır ve yüz kızartıcı suçlamalar yapıldı, ona 'baş şey' denildi. Bu konuşma vaki olsa bile hukuka aykırı bir yoldan dinlenmiş ve kaydedilmiş idi ve bu da meşru değildi. Başbakan bunun iftira olduğunu söyledi, buna rağmen muhalefet ve Erdoğan düşmanları herkese açık yerlerde ve toplantılarda bu kaydı dinlettiler, en küçük bir şüphe ifadesine bile yer vermeksizin, sanki bu konuşma olmuş gibi üzerine hüküm bina ettiler, başbakan aleyhinde çirkin bir algı, bir imaj oluşturmaya çalıştılar, belki onlara inananlar nezdinde buna muvaffak da oldular. Savcılık kaydın doğru/gerçek/sabit olup olmadığını tespit için TÜBİTAK'a gönderdi ve Cuma günü tv haberlerinden şu açıklamayı dinledik: 'Uzmanlar kaydın sahte olduğunu, başbakanın çeşitli konuşmalarından derlenen kelimelerin, hatta hecelerin birleştirilmesi sonucu elde edildiğini tespit ederek raporu savcılığa göndermişlerdir…'
Bu durumda 'Biz zahire göre hükmederiz, her şeyin içyüzünü ancak Allah bilir' kuralına uyarak 'Açık ve kesin olan böyle bir konuşmanın yapılmadığı, bu kaydın düzmece olduğu ve sayın Başbakan ile oğluna ve ailesine çirkin ve ağır bir iftiranın yapılmış olduğunu kabul etmek durumundayız.
Durum böyle olunca Allah'a ve ahrete inanmayan ve ahlakı menfaati üzerine kurulmuş bulunan kişileri muhatap almaksızın 'mümin ve Müslüman' olduklarını söyleyen, böyle bildiğimiz kimselere soruyorum: Bu iftiranın, bu büyük günahın altından nasıl kalkacaksınız? Bunu söyleyen ve yayanlar, size soruyorum, 'Siz böyle bir konuşmaya şahid oldunuz mu?' Olmadıysanız size dinletilen kayıtların sahte olma ihtimalini niçin düşünmediniz? Bu ihtimal mevcut iken böyle bir cinayete nasıl iştirak ettiniz?
Ya düzmece kaydı yapanlar, siz eğer mümin ve müslüman iseniz imanınız böyle bir cinayete nasıl izin ve imkan verdi?
Beşer şaşar, tevbe kapısı ölünceye kadar açıktır, iftira edenlere ve kesinleşmemiş ithamları vaki gibi konuşup yayanlara tavsiyem 'suç ve günahlarını itiraf ederek tevbe etmeleri ve haklarına tecavüz ettikleri kullardan helallik dilemeleri'dir. Bunu yapmazlarsa dünyada rezil oldular da ahirette de rezil olurlar.
Allah cümlemizi doğru yoldan ayırmasın!