Gazete Duvar yazarı İrfan Aktan, Türk Ceza Kanunu'nda (TCK), cinsel istismar suçunda mağdur ile failin evlenmesi halinde fail hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya cezanın ertelenmesine imkan veren düzenlemeyle ilgili olarak "AKP’nin yeni tasarıyla örnek aldığı uygulama tam da 'reforme edilmemiş' Şer’i yasaların uygulandığı Suudi Arabistan’dan devralınmışa benziyor" dedi. Aktan, "Şer’i hukuk, beşeri hukukun sınırlarını daralttıktan sonra bize de hadis, sünnet ve ayetler üzerinden tartışma mecburiyeti gelecek. Böylece dini bir inanç, gündelik hayatın nizamına yön verecek. Şeriat gelirse, böyle gelecek" ifadesini kullandı.
İrfan Aktan'ın "Evlilik, tecavüz ve rıza" başlığıyla yayımlanan (21 Kasım 2016) yazısı şöyle:
AKP ve destekçilerinin zihniyetine göre 'küçüğün rızası' varsa, 'evlenmesinde' herhangi bir beis olmamalı. Üstelik evlilik varsa, tecavüz zaten yoktur! Bu savunmanın İslam literatüründeki bazı yaklaşımlarla ne kadar örtüştüğü bizi ilgilendirmez. Çünkü henüz şeriat düzenine geçmiş değiliz.
AKP “tecavüz yasası” olarak ifade edilen yeni teklifiyle toplumu İslâm’ın reforme edilmemiş yasalarına kadar geri sürüklüyor. Haliyle yeni ve gerçek manada gerici bir içtimai düzen tahayyülü onu hukukun dayanaklarını dönüştürmeye yönlendiriyor. Cumhuriyet savcılarının bazı konuları artık Diyanet İşleri’ne danışmaya başlaması sadece küçük bir alamet. AKP, egemenliğini iyiden iyiye pekiştirdiğini hissettiği zaman, tıpkı başkanlık sisteminde olduğu gibi, hayatın ve bürokrasinin diğer alanlarında sinsice yaratılan fiili durumları da kanuna (kitabına) uydurmak için daha çok girişimde bulunacak.
Şimdiye kadar daha ziyade orta sınıf dindar kesimin gündemini meşgul eden İslâmi literatürde cinsellik, evlilik, kadın, çocuk, buluğ gibi konular, siyasi yönlendirmelerin, Meclis’e sunulan kanun tekliflerinin zorlamasıyla artık herkesin hayatını ilgilendirmeye başladı, başlayacak.
Şer’i hukuk, beşeri hukukun sınırlarını daralttıktan sonra bize de hadis, sünnet ve ayetler üzerinden tartışma mecburiyeti gelecek. Böylece dini bir inanç, gündelik hayatın nizamına yön verecek. Şeriat gelirse, böyle gelecek.
İslâmi kaynaklarda evlilik yaşıyla ilgili net bir hüküm yok. Bazı kaynaklarda temel kaide buluğ çağı olarak gösteriliyor. Fakat buluğ bize net bir yaş kategorisi vermiyor. Zaten İslâmi kaynaklar net bir yaşa işaret edemediği için, literatür yer yer insanın idrak sınırlarını zorlayacak kadar geniş. “İslâm Hukukunda Kadın, Aile ve Toplumsal Cinsiyet” isimli kitabında Judith E. Tucker da bu soruna dikkat çekerek şu değerlendirmeyi yapıyor: “İslâm hukukçuları fiziksel olarak cinsel ilişkiye hazır olmayan küçük çocukların evliliği konusunda baştan beri kaygılanmış, ancak evlilik sözleşmesinin imzalanabilmesi için ergenlik sonrası bir yaş sınırı getirmeyi hiç tartışmamışlardır. Bu nedenle, reforme edilmiş yasaları olmayan Suudi Arabistan, Katar ve Arap Emirlikleri gibi ülkelerde asgari evlilik yaş sınırı da bulunmamaktadır.”
AKP’nin yeni tasarıyla örnek aldığı uygulama tam da “reforme edilmemiş” Şer’i yasaların uygulandığı Suudi Arabistan’dan devralınmışa benziyor.
Evlilik, tecavüze mani midir? Bu basit soruya verdiğiniz yanıt kadına yaklaşımınızın kökenlerine işaret eder. Feministlerin en büyük kazanımlarından biri evlilik içi tecavüz suçunu “kayıtlara” geçirtmiş olmalarıdır.
Öte yandan Tarih boyunca İslâmcıların zina ve dolayısıyla “toplumsal nizamın bozulması” fobisi, onları buna karşı muhtelif tedbirlere yönlendirdi. En başat tedbir zina yapana yönelik katı cezalandırmalar ve “fasıklığa” mani olmak üzere evlilik kurumunun dayatılması.
“Kızın vücudu ve göğüsleri dolgunlaşıp belirginleştiyse ve erkek için hazırsa ve istenen mehir hakkıyla ödendiyse, en yaygın öğretiye göre kızın babası onu kocasına teslim etmek zorundadır.” Judith E. Tucker, bu sözleri 17. yüzyıl Hanefi hukukçusu Hayreddin Er-Remlî’den aktarıyor. Er-Remlî şöyle devam ediyor: “Kadı, kızın hazır olup olmadığını onu yetiştiren kişiye sorarak veya kızın görünüşüne bakarak test eder. Kız bir erkekle birleşmeye hazırsa, kadı, kızın babasına onu kocasına teslim etmesi veya etmemesi gerektiğini söyler. Eğer kızı yetiştiren kimse mevcut değilse kadınlara danışır. Kadınlar kızın hazır olduğunu ve cinsel ilişkiye dayanabileceğini söylerse, kadı, babaya kızını kocasına teslim etmesini buyurur.”
Uzun lafın kısası kız çocuklarını meta gibi gören, onun kaderini “velinin” eline veren bu arkaik “hukuki yaklaşım” AKP tarafından diriltmiş durumda.
Faslı sosyolog Fatima Mernissi’ye göre Batı kültüründe cinsel eşitsizlik kadının biyolojik anlamda daha aşağı bir konumda görülmesi üzerinde temellendirilirken, İslâm kadının doğuştan gelen aşağı konumunda bulunduğu tezini öne sürmez. Aksine bütün sistem kadınların güçlü ve tehlikeli olduğu varsayımı üzerinde kurulmuştur. İslâm’da kadın cinselliğini yönlendiren tüm kurumlar, kadınların gücünü denetim altında tutan kurumlar olarak görülebilir.
“Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın” kitabında Fatmagül Berktay ise şu tespiti yapıyor: “İslâm’ın, şeriatın ve içtihadın oluşturduğu biçimiyle erkek arzusu çerçevesinde kurulmuş ataerkil evreninde kadın, erkeği doyuma ulaştırmak için yaratılmış bir zevk nesnesidir.”
İslâmi toplumsal kaidelere övgüler dizilen sayısız kitapta, “fasıklığa” karşı evliliğin büyük bir şehvetle yüceltildiğini, bunun da istikrarlı olarak erkek odaklı yapıldığı rahatlıkla görülebilir. Basit bir örnek olarak Abdulmelik El Kasım’ın “Baba Beni Evlendir” kitabında sıraladığı “Evliliğin bazı faydaları”ndan birkaçını aktaralım:
1- Fertlerin ve toplumların ahlaki, ruhsal ve bedensel hastalıklardan kurtulması.
2- Helal bir yolla, şehvet ihtiyacını giderdiği için kişinin ecir ve sevap elde etmesi.
3- Allah’ın kelimesini yüceltmek için, Allah yolunda savaşacak, öldürülecek, şehadet şerbetini içecek, kıyamet günü sana ve ailene şefaat edecek erkek çocukların dünyaya gelmesi
4- Sahibine zarar veren meninin def edilmesi.
5 Zinadan uzaklaşma, şehvetin zararlarını def etme ve şeytandan korunma.
6- Evin temizliği, yemek pişirme, bulaşık yıkama, ev işleri gibi dertlerden uzak olmak, kalbin ve aklın meşgul olmaması. (Erkek için! İ.A)
“Tecavüz yasası” olarak tanımlanan ve çocuk yaşta evlendirilenlerin cezai müeyyideden sıyrılmasını öngören tasarının AKP tarafından Meclis’e sunulmasının sebebi, iddia edildiği gibi “mühim birinin bir yakınını” kurtarmak için mi? Bu sığ yaklaşım “büyük resmi” görmemize mani olmamalı. Zaten Türkiye’de iktidarın mühim birinin yakınını kurtarmak için yeni bir yasa çıkarmaya ihtiyaç duymadığı bir dönemdeyiz. Yakın zamanda trafikte insan öldüren “mühim” insanların çocuklarının cezai müeyyideden nasıl kurtulduğunu hep beraber gördük.
O halde neden? Adalet Bakanı’nın iddia ettiği gibi bu konuda yaşanan ciddi mağduriyetlerin giderilmesi için mi? Elbette ciddi mağduriyetlerin olduğu açık. Evliliğe “razı” edilmiş bir çocuğun, doğurmuş olduğu çocuğu veya çocuklarıyla birlikte, kocasının hapiste olduğu süreçte ne tür sorunlar yaşadığını tahmin etmek zor değil. Peki ya öncesi? Küçük yaştaki bir çocuk neden evliliğe “rıza” göstermiş olabilir?
Mağduriyet yaratan bir fiili suç olmaktan çıkarmak ile onu suç saymaya devam ederek önlemeye çalışmak arasındaki mesafe ve bununla ilgili niyet çok derin.
AKP, çocuk evliliğinin zaten fiili bir durum olduğunu, “önlenemeyeceğini”, suç sayıldığı için de mağduriyetlerin ortaya çıktığını savunuyor. Oysa bu savununun arka planında İslâm dininin evlilikle ilgili yaklaşımının yattığı söylenebilir. O halde şu anki “tecavüz” tartışmasının referanslarını da o bağlamda ele almayı deneyebiliriz.
Hayrettin Karaman’ın “Evlilik” isimli kitabından naklen: “Bir kısım fıkıhçılar, ‘çocuklar ergenlik çağına gelmeden velileri tarafından evlendirilebilir’ demişler, ancak bunlar da velilerde ve evlendirilen kişilerde aranacak bazı şartlar ileri sürmüşler, bu şartların gerçekleşmemesi durumunda hakime veya çocuğa -ergenlik çağına geldiğinde- akdi bozma hakkı vermişlerdir. Çocuğun küçük yaşında velisi tarafından evlendirilmesinin cevazı, ‘Hz. Aişe’nin ergenlik çağına gelmeden önce, babası tarafından Peygamberimizle evlendirilmesi’ örneğine ve Arapların bu konudaki geleneklerine dayandırılmıştır. Hâlbuki burada evlendirilen kişi Âlemlere Rahmet olan (s.a.) Efendimiz’dir, O’nun durumu istisnadır ve O, kendisi istemediği halde birisiyle evlendirilmiş kadınlar ve kızlar kendisine başvurduklarında daima evlenme akdini bozdurmuştur, evliliği bitirmiştir.”
Karaman herhangi bir yaş belirtmeyip “rızaya” dayandırıyor kaideyi. Oysa rıza denen “zorunlu kabul” hali, dışsal faktörlerden bağımsız değil.
Aile içinde şiddete, istismara maruz kalan yahut bulunduğu koşullardan kurtulmak isteyen küçük yaşta bir kız çocuğunun, bir kurtuluş yolu olarak “evlenmeye” razı olması, onu bir şiddetten başka bir şiddete sürüklenmekten kurtarmaz. Dolayısıyla devlet çocuk evliliğini yasaklamadığı sürece mağduriyet devam eder. Oysa AKP’nin önceliği çocuk (özellikle de kız çocuğu) değil, evlilik kurumunun kendisi.
AKP ve destekçilerinin zihniyetine göre “küçüğün rızası” varsa, “evlenmesinde” herhangi bir beis olmamalı. Üstelik evlilik varsa, tecavüz zaten yoktur! Bu savunmanın İslam literatüründeki bazı yaklaşımlarla ne kadar örtüştüğü bizi ilgilendirmez. Çünkü henüz şeriat düzenine geçmiş değiliz.
Diğer yandan tartışmanın gelip “küçüğün rızasına” dayandığı an, tecavüzcüyü de tartışmak zorundayız.
Tutuklu tecavüzcü erkekler üzerine incemele yapan Diane Scully, “Cinsel Şiddeti Anlamak” kitabında tecavüzcülerin, tecavüz ettikleri kadınlara ilişkin algısını irdelerken çok kritik bir noktaya temas ediyor. Scully’nin araştırması sırasında görüştüğü tecavüzcülerin çoğu, saldırdığı kadının yüksek sesle itiraz etmemesini “tecavüze razı” olarak algıladıklarını aktarıyor.
Scully, tecavüzün öğrenilmiş bir saldırganlık olduğunu savunuyor. Şu cümlesinin altını özellikle çizelim: “Kadınlara karşı cinsel şiddeti toplumsal bakımdan kabul edilir terimlerle açıklayabilmek için belirli sözcükleri nasıl kullanmak gerektiğini öğrenmek, tecavüzü öğrenmenin önemli bir parçasıdır.”
Çocuk evliliğinin “rıza” kavramı üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılması tam da Scully’nin işaret ettiği tecavüzcünün temel dayanağı haline gelme potansiyeli taşıyor. Büyük resim işte burada netleşiyor: “Zinadan uzağım, tecavüzcü değil, evliyim!” Bu savunuya karşı ısrarla şu cümleyi tekrar edelim: Rıza bir mecburiyet halidir ve “küçüğün rızası” tecavüze uğramadığı anlamına gelmez!