AKP'nin ilk dışişleri bakanı: İlişkimiz şimdiki duruma gelmeseydi, Şam'la Türkmenler için işbirliği yapabilirdi

AKP'nin ilk dışişleri bakanı: İlişkimiz şimdiki duruma gelmeseydi, Şam'la Türkmenler için işbirliği yapabilirdi

Zaman gazetesinde yazmaya başladığı için partiden ihraç edilen, AKP'nin ilk dışişleri bakanı Yaşar Yakış, Suriye rejiminin, Türkmenleri, ülkenin başı belada iken yabancı bir ülkeyle işbirliği yapmış bir halk olarak görmemesi gerektiğini belirtti. Yakış, "Suriye rejimi ile ilişkilerimiz şimdiki duruma gelmemiş olsaydı, kriz sonrasındaki Suriye yöneticilerinin Türkmen soydaşlarımıza zarar vermemeleri için onlarla işbirliği yapabilirdik" dedi. 

Yaşar Yakış'ın Zaman gazetesi'nde "Suriye Türkmenleri ve Türkiye" başlığıyla yayımlanan (9 Şubat 2016) yazısı şöyle:

Suriye Türkmenlerine yönelik politikamız her zaman duyarlı bir konuydu ama şimdi daha da duyarlı hale geldi.

Çünkü Gaziantep-Halep yolu üzerindeki stratejik Nubbul ve Zehra kasabaları rejim güçlerinin eline geçti. Böylelikle Halep dolaylarındaki muhalif unsurlara ve Türkmenlere Türkiye'den sağlanan desteğin en önemli ikmal yolu kesilmiş oldu.

Türkmen politikamızı yürütürken, bu soydaşlarımızın birer Suriye vatandaşı olduğunu daima göz önünde bulundurmamız gerekir. Bu satırların yazarı Türkiye'nin Şam Büyükelçiliğinde görevli olduğu yıllarda, bölgeyi köy köy dolaşmıştır. Oralarda yaşayan soydaşlarımız Türkmen olmaktan her zaman gurur duyuyor ama kendilerini Suriye devletinin sadık birer vatandaşı olarak tanımlıyorlardı. Tıpkı Türkiye'de Kürtçe konuşan birçok yurttaşımızın, Kürt olmaktan gurur duymakla birlikte kendilerini aynı zamanda Türk devletinin sadık birer vatandaşı olarak görmeleri gibi.

Türkmen soydaşlarımızın Suriye krizinin çözümlenmesinden sonra da orada yaşamaya devam edeceklerini varsaymamız gerekir. Çünkü evleri-barkları, tarlaları ve iş yerleri oradadır. Cedlerinin mezarları o köylerdedir. Suriye krizinin nereye varacağı henüz belli değildir. Türkiye, halen, Suriye krizinin Beşşar Esed'li mi yoksa onsuz mu çözümleneceği hususuna takılıp kalmıştır. Türkiye'nin bu takıntıyı bir yana bırakıp ayakları daha fazla yere basan bir politikaya yönelmesi ve Türkmenlerin geleceğini kollamaya öncelik vermesi gerekir.

Çünkü Batılı müttefiklerimiz de dâhil olmak üzere uluslararası camia geçiş döneminin Beşşar Esed'li olmasını kabullenmiş görünmektedir. Bu tutum geçiş döneminden sonra Esed'in görevi bırakacağı anlamına gelmiyor. İran'ın Esed'i görevde tutmak için elinden geleni yapacağı anlaşılmaktadır. Rusya da daha uygun bir alternatif bulamazsa Esed'le devamı tercih edebilir. Arazide bu iki devlet öteki bütün aktörlerden daha güçlü olduğuna göre, çözümün şekillenmesinde onların daha etkili olacaklarını kabullenmek gerekir.

Esed'siz bir çözüm benimsense dahi, rejimin üst düzey kadrosunun tümü tasfiye edilecek değildir. Muhtemelen büyük bir kısmı yerlerini muhafaza edeceklerdir. Belki sadece Beşşar Esed'in yerine başka bir şahıs cumhurbaşkanı olacak ve yola onunla devam edilecektir. Böyle bir senaryoda, kriz sonrası Suriye rejiminin Türkmen soydaşlarımıza nasıl bakacağını iyi değerlendirmemiz lazım. O rejim, Türkmenleri, Suriye'nin başı belada iken, yabancı bir ülke ile işbirliği yapmış bir halk olarak görmemelidir. Şu anda böyle bir izlenim maalesef vardır. Türkiye'nin bu izlenimi silmek için yoğun bir çaba sarf etmesi gerekiyor. Bu yapılmazsa o rejim Türkmenlere ağır bir bedel ödetebilir. Gerçi şimdi rejime muhalefet eden Araplar da kendi ülkelerinin yönetimine başkaldırmış kitleler olarak görülecektir. Ancak kendimizi aldatmayalım. Arap kendisini affetmenin yolunu bulur ama Türkmen bulamaz. Çünkü ülke halkının çoğunluğu Araplardan oluşuyor. Hiçbir devlet kendi halkının çoğunluğunu cezalandırmaz.   

Suriye rejimi ile ilişkilerimiz şimdiki duruma gelmemiş olsaydı, kriz sonrasındaki Suriye yöneticilerinin Türkmen soydaşlarımıza zarar vermemeleri için onlarla işbirliği yapabilirdik. Ancak bu ülke ile ilişkilerimizin öngörülebilir bir gelecekte düzeleceğine dair ufukta bir emare maalesef görünmüyor.

Buraya kadar söylediklerimiz, konunun sadece bir yönüdür. Bir başka yönü de şudur: İzlediğimiz açık kapı politikasının sonucu olarak Suriye'de tehlikeye maruz Türkmenlerin Türkiye'ye sığınmalarını kolaylaştırırsak, bu kez, hem Türkmenleri bin yıldan beri yaşadıkları yerlerden koparmış olacağız, hem de Suriye'deki Türkmen varlığının erimesine zemin hazırlamış olacağız.

İçinde bulunduğumuz durumun tek nedeni, pek tabii ki, Türkiye'nin izlediği politika değildir. Ancak bugünkü noktaya gelinmesinde Türkiye'nin izlediği politikanın etkisini de kimse inkâr edemez. Şimdiki Suriye politikamız oluşturulurken günün birinde işlerin bu noktaya varabileceğini öngörememiş olmamızın kabahatini başkalarına yükleyemeyiz.