"Akreditasyonum olmadığı halde 'freelance' gazeteci olarak Erdoğan'ın ABD'deki cami açılışına nasıl girdim?"

"Akreditasyonum olmadığı halde 'freelance' gazeteci olarak Erdoğan'ın ABD'deki cami açılışına nasıl girdim?"

Malumunuz, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ‘dillere destan’ bir ABD gezisi gerçekleştirdi.

Havaalanında kendi dışişleri bakanı tarafından karşılanması, ABD’ye ayak basar basmaz protestolara maruz kalması, dünyanın en itibarlı düşünce kuruluşlarından Brookings’te yaptığı konuşma öncesinde korumalarının gazeteci ve protestoculara saldırması, Obama ile görüşmesi, ve son olarak görüşmeden hemen bir gün sonra Obama’nın daha önce hiç duymadığımız bir sertlikteki basın özgürlüğü uyarısı tüm dünya basınında büyük yankı buldu. Beş günlük gezide en sakin geçen programın gezinin son günü yapılan cami açılışı olduğunu söyleyebiliriz. Evet, cumartesi günü Erdoğan için gezinin en güzel günüydü. Çünkü burada yüzlerce seveni tarafından sevgi gösterileriyle karşılanmış, en azından protestoyla karşılaşmamış ve sürekli ertelenen cami açılışını nihayet gerçekleştirmişti. Maryland'da Cumhurbaşkanı için her şey çok güzeldi. Koruma zafiyeti hariç. Washington DC’de çalışan bir gazeteci olarak ben de bu açılışa katılmak istedim. Akredite olamamama rağmen açılışa gittim. İçeri girebilme ihtimalim düşüktü. Belki ancak ‘bir Erdoğan taraftarı’ olarak girebilirdim alana. Yaklaşık 40 dakikalık bir yolcuğun ardından Türk Amerikan Kültür ve Medeniyet Merkezi’ne vardım. Kapıdan içeri girmeyi bekleyen kalabalığın arasında dolaşırken hiç beklemediğim bir şey oldu. İçeriden bariyerlere doğru yaklaşan Amerikalı bir koruma kalabalığın arasında basın mensubu olup olmadığını sordu. Gazeteci olduğumu söyleyince basın kartımı istedi. Freelancer olduğumu, yani serbest çalıştığımı söyledim. Emin olamayıp topu Türk korumalara attı. O esnada umudumu yitirmiştim. Erdoğan’ın korumalarının beni içeri alma ihtimali sıfırın altındaydı. Ancak işler beklediğimden biraz farklı gelişti. Ne yapması gerektiğine dair hiçbir fikri olmayan Türk koruma görevlisi beni başka bir ABD’li korumaya yönlendirdi. O da benim diğerleri tarafından ‘onaylandığımı’ düşünüp üstümü aradıktan sonra içeri aldı. Tabi ben sevinerek içeri girdim ve en ön sırada yerimi aldım. Etrafta Mustafa Varank’ı, Yiğit Bulut’u, Hidayet Türkoğlu’nu görebiliyordum ama Cumhurbaşkanı henüz alana teşrif etmemişti. Bizler, konuşmanın yapılacağı platformun 5-6 metre ilerisine kurulan bariyerin hemen arkasında duruyorduk. Hemen önümüzde ise hiçbir güvenlik eğitimi bulunmayan onlarca gönüllü bariyerlerin önünde korumacılık oynuyordu. Bu kişiler içeri ‘ziyaretçi’ kartıyla girmişti ve gerçek korumalar onları ‘gönüllüler’ diye çağırıyordu. Cumhurbaşkanı'nın yeğeni Fatih Erdoğan da bunlardan biriydi. Cumhurbaşkanı'nın 'özel koruması' olduğunu iddia eden yeğen Erdoğan ABD'de yaşıyor ve aslında sadece Tayyip Erdoğan'ın ABD gezilerinde korumalık görevini üstleniyor. Geri kalan zamanlarında ise kendi ifadesiyle "parti işleriyle uğraşıyor".

 

Bu arada Erdoğan alana geldi. Sonra sahneye çıktı. Bu esnada bir kargaşa oldu ve 30-40 kişilik bir grup bariyeri aşarak platformun hemen önüne sıralandı. Maksat ‘Büyük Usta’yı yakından görmekti. Bu arada bu gönüllü korumalar ne mi yapıyordu? Bir kısmı ağzı açık Erdoğan’ı izliyor, diğer kısmı konuşma sonrası resim çekilebilme umuduyla yanına doğru sokuluyordu. Konuşma biter bitmez platformda kalabalığın normal olmadığını fark eden korumalar vatandaşı azarlar bir tavırla platformdan uzaklaştırmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Konuşmadan sonra açılış için hızlıca camiye giren Erdoğan’ı kaçırmıştım. Amacım bir fırsatını yakalayıp, Obama’nın sert sözlerini sormaktı. Ancak bizler camiye alınmadığımız -ve alınmayacağımız- için geri dönmekten başka seçeneğim kalmamıştı. Çıkışa doğru ilerlerken bir grup koruma ve gazetecinin yan kapının önünde beklediğini gördüm. O kısım da bariyerlerle çevrilmişti. Usulca sokuldum ve diğer gazetecilerin yanına oturdum. Artık harem dairesindeydim. Çünkü bu Cumhurbaşkanı’nın çıkış yapacağı kapıydı ve oraya sadece korumaların elindeki listede adı olan gazeteciler girebiliyordu. Şimdi bu bölümde doğal akreditasyonlu AA, TRT ve İHA muhabirlerine birlikte bekliyordum. Kim olduğumu, hangi gazete için çalıştığımı kimse bilmiyordu. Etrafta sürekli koşuşturan korumaların hiçbirinin aklına bana “Sen kimsin?” diye sormak gelmiyordu. İçeriden Erdoğan’ın çıkacağı sinyali geldi. Son dakikada ABD’li bir görevli bana basın kartımı sorunca bizim korumaların jetonu düşer gibi oldu. Bana, “Sen hangi gazeteye çalışıyorsun?” diye soran korumaya, "Freelancerım” diye cevap verince kafası karıştı. “Ya biz ne bilelim o ne?” diyebildi sadece. Sonra beni koruma şefine yönlendirdi. Koruma şefi ise “Ya kardeş ben bu işlerden pek anlamıyorum sen basın müşavirine sor” dedi. Sonra biraz durdu, umursamaz bir tavırla “Tamam buralarda dur” deyip geçiştirdi. 'Oralarda' durdum ben de. Ve biraz daha ötelerde. Aslında her yerde. Bu esnada Cumhurbaşkanı’na aramızda birkaç metre mesafe oldu sadece. Gazetecilik adına ise sadece utandım gün boyunca. Listede adı yazılı, tüm kapıların kendilerine rahatlıkla açıldığı havuz gazetecilerine bile soru sorma imkanı tanınmadı hiç bir safhada. Onların da soru sorup 'reisin' keyfini kaçırmaya niyeti yoktu zaten.