İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Merkez Bankası rezervinden eritildiği belirtilen 128 milyar dolarla ilgili yapılan açıklamalara ilişkin olarak, "Eğer gerçekten de kaybolan bir şey yoksa o 128 milyar doları yerine koyun da hep birlikte görelim" diyen Akşener, "Tüm bu yalan rüzgârın içinde iktidarın sorulmasını istemediği bir aşka soru var. Milletin Hazinesindeki dövizi ortalama 6.20 liradan satan bu iktidar bugün 8.1 lira olan döviz kuru dolayısıyla kimin veya kimlerin cebine 250 milyar lira koydu? Temel soru budur" diye sordu.
"Büyük illüzyonist Sayın Erdoğan'ın becerikli ellerinde memleket adeta bir kayıplar ülkesi oldu" diyen Akşener, "Sipariş edildiği söylenen aşılar kayıp, gri pasaportla yurt dışına gönderilen belediye görevlileri kayıp, Ege'de adalar, Mısır'da Rabia kayıp; uçan ekonomi masalları anlatılırken 128 milyar dolarlık rezerv kayıp, kayıpların peşine düşenler için adalet kayıp, milletin derdine düşenler için demokrasi kayıp, milletimiz için hak, hukuk kayıp, gençlerimizin umudu kayıp, e tabi haliyle 128 milyarı kaybeden powerpoint sunumlarının efendisi damat bakan da kayıp. Ülkemizde birileri bir şeyler sürekli kayboluyor" diye konuştu.
2001 krizinde dahi Merkez Bankası döviz rezervinin 27,5 milyar dolar olduğunu ifade eden Akşener, "Kendi dolarını satıp bunu swapla geri alıp kasana koyunca hiçbir şey değişmemiş mi oluyor? Swaplardan kaynaklanan yükümlülükleri bilanço içinde değil dışında gösterince bunun bir borç olduğu gerçeğini ortadan kaldırmış mı oluyorsunuz?" diye sordu.
"Millet soruyor millet sen de çıkıp cevap vereceksin, bu beceriksizliğin hesabını vereceksin. Yağma yok. İşi ona buna havale edip kenara çekilemezsin. Gece yarısı baskınlarıyla pankart indirip milletin ağzına tıkayamazsın. Ana muhalefet partisi genel başkanına fezleke düzenleyerek bu meseleyi kapatamazsın. Çünkü faiz sebep enflasyon sonuç deyip abuk sabuk bir teori uydurup milletin parasını çar çur eden sensin" diyerek Cumhurbaşkanı ve AKP genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yüklenen Akşener, "Aynı bir vatandaşımızın geçenlerde söylediği gibi patates soğan güle güle Erdoğan" dedi.
Akşener'in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"101 yıl sonra bugün ise maalesef millet iradesini hiçe sayan bir iktidarla ve çocuklarımıza yapılan her türlü kötü muameleye sessiz kalabilen çirkin bir anlayışla yüz yüzeyiz. Ne kadar yazık değil mi, nereden dereye!"
"Sayın Erdoğan ve ekibinin millet menfaatine söylenmiş hiçbir söze kulak asmamak gibi garip bir huyu var. Salgın konusunda da ilk günden beri tüm uyarılarımızı yaptık. Bilim insanlarıyla alan insanlarıyla çalışıp önerilerde bulunduk. Doktor milletvekili arkadaşlarımız arı gibi çalışıp önerilerde bulundular. Biz bu önerileri iktidarı oluşturan muhteremlere ilettik. İstedik ki milletimiz iktidarın beceriksiz ellerinde bari bu kon uda hırpalanmasın ancak maalesef tıp ne derse desin Sayın Erdoğan o meşhur inadıyla bildiğini okumaya devam etti. Bilim 15 gün tam kapanma dedi duymazdan geldi. Salgın büyüdü bilim 28 gün kapanma şart dedi kendisi oralı bile olmadı. Geçen gün yine bilim ve uzmanlara direndi sonuç ortada. Salgın tam gaz devam ediyor. Büyük illüzyonist Sayın Erdoğan'ın becerikli ellerinde memleket adeta bir kayıplar ülkesi oldu. Sipariş edildiği söylenen aşılar kayıp, gri pasaportla yurt dışına gönderilen belediye görevlileri kayıp, Ege'de adalar, Mısır'da Rabia kayıp; uçan ekonomi masalları anlatılırken 128 milyar dolarlık rezerv kayıp, kayıpların peşine düşenler için adalet kayıp, milletin derdine düşenler için demokrasi kayıp, milletimiz için hak, hukuk kayıp, gençlerimizin umudu kayıp, e tabi haliyle 128 milyarı kaybeden powerpoint sunumlarının efendisi damat bakan da kayıp. Ülkemizde birileri bir şeyler sürekli kayboluyor. "
“128 milyar doları açıklayacağız diye 128 ayrı masal anlatıyorlar, masal dinliyoruz. Peki sonuç? Sonuç ortada. Milletimizin alın teri döviz rezervimiz birilerinin cebine girmiş. Allah korusun bugün başımıza bir şey gelse cep delikli cepken delik. 2001 krizinde bile MB döviz rezervi 27,5 milyar dolardı. Bugün eksi 31 milyar dolar. 61 milyar dolar. İşte size ekonomi dehası Sayın Erdoğan ve beş maaşlı danışmanlarının Türkiye’yi getirdiği nokta. Aziz milletim siz iktidarın meseleyi Agatha Christie romanına çevirme gayretine bakmayın. Ben size kayıp 128 milyar doların ardındaki gizemi kısaca özetleyeyim. Ekonominin İnek Şaban'ı ile Badi Ekrem’i el ele verip döviz kurunu baskılamak için Hazine’deki dövizi sattı. Üstelik bu pandemi döneminde olmadı. Daha 2019 martındaki yerel seçimlerin öncesinde dövizin yükselişini durdurmak gibi siyasi bir amaçla satmaya başladılar. Bir puan faiz artırmamak için sattılar da sattılar. Şimdi de çıkıp bilançoda eksilen bir şey yok diyorlar. Kasadaki dolarları sattınız karşılığında Türk Lirası veya Türk Lirası cinsinden tahvil aldın. Bir yandan da kredi ve swaplarla borçlandığınız dövizleri ölü fiyatına sattınız bir de utanmadan bunu savunuyorsunuz. Böyle cahillik olabilir mi? Kendi dolarını satıp bunu swapla geri alıp kasana koyunca hiçbir şey değişmemiş mi oluyor? Swaplardan kaynaklanan yükümlülükleri bilanço içinde değil dışında gösterince bunun bir borç olduğu gerçeğini ortadan kaldırmış mı oluyorsunuz? Eğer gerçekten de kaybolan bir şey yoksa o 128 milyar doları yerine koyun da hep birlikte görelim.
Tüm bu yalan rüzgârın içinde iktidarın sorulmasını istemediği bir başka soru var. Milletin Hazinesindeki dövizi ortalama 6.20 liradan satan bu iktidar bugün 8.1 lira olan döviz kuru dolayısıyla kimin veya kimlerin cebine 250 milyar lira koydu? Temel soru budur.
Sayın Erdoğan dün 2001 krizinde birkaç milyar dolar için dövizi sattınız ülkeyi soydunuz diye yeri göğü inletiyordun, bugün kaybolan 128 milyar doların hesabı sorulmayacak mı zannediyorsun? Millet soruyor millet sen de çıkıp cevap vereceksin, bu beceriksizliğin hesabını vereceksin. Yağma yok. İşi ona buna havale edip kenara çekilemezsin. Gece yarısı baskınlarıyla pankart indirip milletin ağzına tıkayamazsın.
Ana muhalefet partisi genel başkanına fezleke düzenleyerek bu meseleyi kapatamazsın. Çünkü faiz sebep enflasyon sonuç deyip abuk sabuk bir teori uydurup milletin parasını çar çur eden sensin.
Eşin dostun yandaşın, istedikleri kadar şahlansın. Bunlar artık son şahlanışlarınız. O sandık gelecek ve o kutlu karar, göklerden tepenize inecek. Türkiye için asıl şahlanış, işte sizin iktidardan gittiğiniz o anda başlayacak. Sizin gidişiniz, patates soğan sıralarına mahkum ettiğiniz milletimizin şahlanışı olacak! Siz gönlünüzce şahlanadurun, geliyor, gelmekte olan. Aynı bir vatandaşımızın geçenlerde söylediği gibi; “Patates soğan, güle güle Erdoğan!”
Ak Parti iktidarları, vatandaşımıza verdiği sözleri tutmak şöyle dursun, var olan haklarını bile tırpanlamaktan geri durmadılar. Öğretmenlerimizden, sağlık çalışanlarımıza, doktorlarımızdan, her kademedeki memurlarımıza kadar, kamu çalışanlarını, bu yüzyılın en mağdur kesimi yaptılar. Yıllardır kanayan yaralarımızdan biri de, “4B” diye tanımladıkları sözleşmeli personel uygulaması. Düşünün; aynı eğitimi almış, aynı sınavdan geçmiş, aynı işi yapan insanlar arasında, uçurum var. 4B’li çalışanlarımız, tayin, izin, özlük, görevde yükselme gibi, birçok haktan mahrum bırakılıyor. Sadece öğretmenlikte bile, 4 ayrı kadro modeli uydurdular. Bu 4B serüveni, nasıl başladı biliyor musunuz? “Özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren, geçici işlerde, mali yılla sınırlı olarak” diye başladılar. Ama bugün, bırakın geçici işleri, asli işlerde bile, aynı kadro modelini uygular oldular. Sayıları 500 bini bulan bu kardeşlerimiz, hem, başından beri kadrolu olan meslektaşlarıyla, hem de, sonradan kadro verilen meslektaşlarıyla karşılaştırıldığında, özellikle tayin açısından, ciddi bir mağduriyet yaşıyor.
Bakın, yaşanmış bir başka örnek daha vereyim; 4B Sözleşmeli bir hemşire kardeşimiz, doğum yapıyor. 4 hafta doğumdan önce, 4 hafta da doğum sonrasında, iznini kullandıktan sonra, bebeğini, Mersin’deki annesine bırakıp, görev yaptığı Mardin’e geri dönüyor. Bu arada, eşi de Diyarbakır’da sözleşmeli personel… Tabi, sözleşmeli personel olduğu için, tayin hakkı yok, eş durumu, mazeret tayini gibi hakları da yok. Bu hemşire kardeşim, mecburen anne sütünü sağıyor, eczaneden aldığı saklama poşetine koyup, kargoyla, Mardin’den Mersin’e gönderiyor. Kargo süresi uzayınca, anne sütü bozuluyor. Bir anneye reva görülen zulme bakar mısınız?
Şimdi biz bu annenin çaresizliğini nasıl görmezden gelelim? Pandemi döneminde, el üstünde tutmamız gereken bir sağlık çalışanımızın, düşürüldüğü bu zor duruma, nasıl sessiz kalalım? Pandemi sürecinde yoğun çalışma şartlarında, çocuğu olan 4B’lilerin çoğu, sağlık çalışanı oldukları için, çocuklarına bakıcı bulamadılar. Aralarında evine kamera taktırıp, kapıyı da dışarıdan kilitleyip, çocuklarını Allah’a emanet ederek, göreve gidenler var. Bu insanlara yazık değil mi? Bu insanlara günah değil mi? Böyle vicdansızlık, böyle umursamazlık olur mu? Allah aşkına, çoluğunuz çocuğunuz yok mu sizin? Hiç mi yüreğiniz sızlamıyor? Yazıklar olsun hepinize!
Buradan iktidara seslenmek istiyorum; Gelin, söz verdiğiniz gibi, 4B’lilerin kadro sorununu çözün. Kamuda, işçi kadrosu dışında istihdam edilen ve kanunda yazıldığı gibi, “asli ve sürekli kamu hizmetlerini ifa eden” bütün çalışanları, hizmette geçirdikleri süredeki haklarını da hesaba katarak, kanunla, 4A statüsüne geçirin. Aileleriyle birlikte, milyonlarca mağdur vatandaşımıza, bu kürsüden söz veriyorum; İktidar çözmezse, ilk sandıkta biz geleceğiz, biz çözeceğiz. İYİ Parti iktidarında, bu mağduriyet ortadan kalkacak, bu dram bitecek. Artık anneler bebeklerine, eşler birbirine, bekarlar yuvaya kavuşacak. İçiniz rahat olsun.
"Çok önemli bir projemiz var. Adını ‘Artagan’ koyduk. Bu projemizle kayıt dışı ekonomiyle sözde değil özde mücadele edecek bir seferberlik başlatacağız. Ezcümle Sayın Erdoğan’ın icat ettiği bu ucube sistemle vatandaşımızın sırtına yüklediği yükü indireceğiz. Kamudaki personel adaletsizliğinden vergideki adaletsizliğe, milli gelirden pay almadaki adaletsizlikten fırsat eşitsizliğine kadar her alanda çalışan üreten vatandaşlarımızdan yana olacağız."
Elektrik faturasında, 5 kalem vergi ödüyoruz. Doğalgaz için, yüzde 20 vergi ödüyoruz. Suya, yüzde 40 vergi ödüyoruz. Ödüyoruz oğlu, ödüyoruz… Vergilerden sonra elimize kalan paranın yarısını, yine dönüp vergilere ödüyoruz. Peki, memlekette vergiler bu kadar yüksekken, ne bekleriz? Devletin kasasının dolup taşmasını bekleriz, değil mi? Merkez Bankası rezervleri en yüksek ülke olmayı bekleriz, değil mi? Faizin en düşük olduğu ülke olmayı bekleriz, değil mi? Eğitimde 1. olmayı bekleriz, değil mi? Sosyal devletin, sosyal adaletin şahının, bizde olmasını bekleriz, değil mi? Ama bu kadar ağır vergilere rağmen, bunların hiçbirini bulamıyoruz. Kaliteli yaşamak için vergi ödemiyoruz, adeta vergi ödemek için kalitesiz yaşıyoruz. O zaman bu kadar yüksek vergiler kime yarıyor? Naylon faturacılara yarıyor. Kaçakçılara yarıyor. Vergi borcunu sildiren müteahhitlere yarıyor. Rüşvet ve yolsuzluğa yarıyor. Kayıt dışı ekonominin patlamasına yol açıyor. Ama ne bu ülkenin vatandaşına, ne bu ülkenin girişimcisine, ne de bu ülkenin sanayicisine fayda sağlamıyor.
TIKLAYIN | Türkiye bu sorunun cevabını arıyor; 128 milyar dolar nerede?