İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş'in silahlı saldırı sonucu öldürülmesi üzerinden Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yüklendi. "Senin yönettiğini iddia ettiğin ama belli ki yönetemediğin bu devletin içinde neler dönüyor? Söyler misin bu nasıl bir ciddiyetsizliktir? Bu nasıl bir yönetim boşluğudur? Bu nasıl bir lakaytlıktır?" diye soran Akşener, "Madem öyle mesuliyet senin Sayın Erdoğan! Dicle’nin kenarında değil, başkentin göbeğinde aşağılık bir suikastle bir vatan evladına kıydılar! Ve şimdi de devletin gücünü kullanarak gerçek failleri örtbas etmeye çalışıyorlar! Her zaman olduğu gibi yine savcılar değişiyor! Her zaman olduğu gibi yargı yine bir sopa olarak kullanılıyor! Sen bostan korkuluğu musun Sayın Erdoğan? Kendine gel! Bu nasıl bir yargı sürecidir? Bu nasıl bir hukuk devletidir?" diye sitem etti.
"öyle bir cinayete kurban giden Allah muhafaza oğlunu, damadını düşün ve torunlarının o tabutların arkasında ağlayamadan gözleri kupkuru 'baba' diye bağrışını hisset. Hisset sayın Erdoğan! Bengisu’ya, Banu Çiçek’e Ayşe Ateş’e borcun var sayın Erdoğan!" diyen Akşener, "Ben başkasını bilmem Sayın Erdoğan, 2018’de yapılan seçimler sonrasında bu ülkenin tek hakini sensin Sayın Erdoğan, kanun da hukuk da adalet de sensin. Onun için diyorum ki sen bostan korkuluğu musun? Görevini yerine getir Erdoğan!" diye seslendi.
Akşener, İsveç'teki Türkiye Büyükelçiliği önünde Kur'an yakılmasını ve buna İsveç hükümeti tarafından izin verilmesini de sert bir dille eleştiren Akşener, iktidarın "dostlar alışverişte görsün" anlayışı dışında bir eylemde bulunmamasına tepki gösterdi. "Bu acizliği bir kez daha, şiddetle kınıyorum! Biz, İYİ Parti olarak bu iki yüzlülüğü reddediyoruz! İnsan haklarının şiddete, terörizme, ırkçılığa ve nefret suçuna paravan edilmesini reddediyoruz!" diyen Akşener, "İsveç’te İYİ Parti gönüllülerimizden bir grubu hareket geçirdik. Cuma günü Stokholm’deki bir yerel mahkemede failler hakkında suç duyurusunda bulunacağız. Bu nefret suçunun gerçekleşmesine yol verdiği için İsveç hükûmetini yargıya şikâyet edeceğiz. Ve nihai olarak bu davayı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri kapsamında açacağız" ifadelerini kullandı.
Partisinin grup toplantısında konuşan Akşener’in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Geçtiğimiz günlerde, İsveç’teki büyükelçiliğimizin önünde yaşanan ahlaksız hadiseye ilişkin birkaç noktaya değinmek istiyorum. Öncelikle kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’i yakmaya çalışarak değerlerimize saldıran bu vandallık, bu barbarlık, bu düşmanlık; dünyanın hiçbir yerinde fikir hürriyeti olarak pazarlanamaz. Bu, düpedüz bir nefret suçudur! İsveç hükûmetinin, 'insan hakları' kisvesiyle bu duruma yol vermesi ise asla ve asla kabul edilemez bir acizliktir. Bu acizliği bir kez daha, şiddetle kınıyorum! Biz, İYİ Parti olarak bu iki yüzlülüğü reddediyoruz! İnsan haklarının şiddete, terörizme, ırkçılığa ve nefret suçuna paravan edilmesini reddediyoruz! 21’inci yüzyılda ortaçağ zihniyetini yansıtan bu ahlaksızlığı dünyanın neresinde olursa olsun reddediyoruz! Yalnız, meselenin önemli bir yanı daha var: Türkiye’de, hemen her kesim siyasetin her renk ve düşüncesi benzer bir şekilde bu eylemi reddediyor. Bu konuda ülkemizdeki tüm toplumsal kesimler yekvücut olarak tepki gösteriyor.
Ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yöneten bir iktidar böyle ciddi bir konuda sadece eleştiriyle, göstermelik tepkilerle yetinemez. Siyaset üstü gördüğümüz bu tip konularda, iktidarın yapması gereken 'dostlar alışverişte görsün' anlayışının ötesine geçmektir. Devleti yönetenler, bu sorumlulukla ve yetki sahibi olmanın ciddiyetiyle hareket etmek zorundadır. Yani, esas hedef bu tip eylemlerin tekrarlanmasını önlemek olmalıdır. Ama maalesef Sayın Erdoğan ve arkadaşları, bu tarz konularda genellikle; 'Oh ne güzel! Seçim için malzeme çıktı…' diye sevinmeyi tercih ediyorlar. İç politika için siyasi rant devşirmeyi tercih ediyorlar. Bol bol gürültü çıkartmayı ama iş icraata gelince arazi olmayı tercih ediyorlar. Artık çok açık şekilde anlıyoruz ki, iktidar bu konuda, kalıcı ve somut adımlar atmaya kesinlikle niyetli değil.
O halde biz, İYİ Parti olarak, bir adım atıyoruz. Üstelik bu adım İsveç Savunma Bakan’ının ülkemize gelişini ertelemekten veya yandaş kanallarda mizansenler yazmaktan çok daha sonuç odaklı bir adım. Az önce de söyledim, bu aşağılık eylem fikir özgürlüğü olarak pazarlanamaz. Nitekim bunu sadece biz değil, İsveç’in de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de söylüyor. Sözleşme kapsamında bu şekilde korunan bir özgürlük yok. Yani, İsveç hükûmeti bu eylemi engellememekle ve üstüne üstlük yapılmasına müsaade etmekle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yükümlüklerini de ihlal etmiş bulunuyor. Dolasıyla, bu tablo karşısında biz de İsveç’te İYİ Parti gönüllülerimizden bir grubu hareket geçirdik. Cuma günü Stokholm’deki bir yerel mahkemede failler hakkında suç duyurusunda bulunacağız. Bu nefret suçunun gerçekleşmesine yol verdiği için İsveç hükûmetini yargıya şikâyet edeceğiz. Ve nihai olarak bu davayı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri kapsamında açacağız.
Bildiğiniz üzere, 30 Aralık Cuma günü Başkent Ankara’mızın göbeğinde gencecik bir akademisyenimize, Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş’e karşı aşağılık bir suikast düzenlendi. Daha önce de bu kürsüden dile getirdiğim gibi, ilk günden beri yakından takip ettiğim bu elim olaya Ateş ailesinin talebi üzerine siyaseti bulaştırmak istemedim. Güvenlik güçlerimizin olayın aydınlatılması için ellerinden geleni yapacağına inandım. Bengisu ve Banu Çiçek kızlarımızın göz yaşlarının yüzü suyu hürmetine, devletin devletliğini, yargının da sorumluluğunun gereğini yapmasını bekledim. Ancak suikastin üzerinden geçen 26 günün ardından görüyorum ki; bu olay artık aileyi aşmış ve devlet yönetiminde ciddiyetin ne denli kaybolduğu bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Ülkemizde can güvenliğinin hukukun ve adaletin ne denli tahrip edildiği bir kez daha karşımıza çıkmıştır. Devletin dört bir yanını saran mafyalar, simsarlar, tefeciler, uyuşturucu kaçakçıları gün gibi ortalığa saçılmıştır. Düşünebiliyor musunuz? Aşağılık suikastin üzerinde birçok soru işareti varken toplum vicdanı atılan her şaibeli adımla yara alırken; milletimiz, devletini topyekûn göreve çağırırken; adım atan tek bir makam bile yok! Yazıklar olsun!
Sayın Erdoğan! O hâlde, ben de sana soruyorum: Senin yönettiğini iddia ettiğin ama belli ki yönetemediğin bu devletin içinde neler dönüyor? Söyler misin bu nasıl bir ciddiyetsizliktir? Bu nasıl bir yönetim boşluğudur? Bu nasıl bir lakaytlıktır? Hani Dicle'nin kenarında kurdun kaptığı koyun bile senin mesuliyetin altındaydı?... Madem öyle mesuliyet senin Sayın Erdoğan! Dicle’nin kenarında değil, başkentin göbeğinde aşağılık bir suikastle bir vatan evladına kıydılar! Üstelik bunu, herkesin gözü önünde yaptılar! Ve şimdi de devletin gücünü kullanarak gerçek failleri örtbas etmeye çalışıyorlar! Her zaman olduğu gibi yine savcılar değişiyor! Her zaman olduğu gibi yargı yine bir sopa olarak kullanılıyor! Her zaman olduğu gibi yine bir katil dışarıda geziyor! Sen bostan korkuluğu musun Sayın Erdoğan? Kendine gel! Bu nasıl bir yargı sürecidir? Bu nasıl bir hukuk devletidir? Bu nasıl bir devlet yönetimidir?Biliyorum, sen kerim devlet anlayışımızdan nasibini alamadın. Görüyorum, milletimizden de koptun gittin. Ama artık maneviyatını da mı unuttun Sayın Erdoğan? Vicdanını da mı unuttun? Ahireti de mi unuttun?
Böyle bir cinayete kurban giden Allah muhafaza oğlunu, damadını düşün ve torunlarının o tabutların arkasında ağlayamadan gözleri kupkuru “Baba” diye bağrışını hisset. Hisset sayın Erdoğan! Bengisu’ya, Banu Çiçek’e Ayşe Ateş’e borcun var sayın Erdoğan! Seçmeninin senelerdir sana oy verip seni ayakta tutan seçmeninin yeğeninin katilini bulmak devlet başkanı olarak görevin sayın Erdoğan. Bu görevini yerine getireceksin Erdoğan. Ben başkasını bilmem Sayın Erdoğan, 2018’de yapılan seçimler sonrasında bu ülkenin tek hakini sensin Sayın Erdoğan, kanun da hukuk da adalet de sensin. Onun için diyorum ki sen bostan korkuluğu musun? Görevini yerine getir Erdoğan!
Şimdi bizim, bu rezalete susacağımızı, çevrilmek istenen dümenleri kabulleneceğimizi, Sinan Başkan’ı unutacağımızı zannediyorsan çok yanılıyorsun! Susmayacağız! Kabullenmeyeceğiz! Unutmayacağız! Gerçekler ortaya çıkana kadar, bu olayın peşinde olacağız! Bunu da böyle bilesin.
Hâlâ daha Nebati Bakan, çıkıp 'Kasım’da enflasyonun, boynunu kırdık. Aralık’ta, belini kırdık. Şimdi devamı gelecek. Bundan sonra, enflasyonla mücadelede, en rahat alandayız' diyor… yolunu kırdık, bacağını kırdık, şimdi neyini kıracaklar neresi kaldı? Enflasyon konusunda seri katile döndüler. Palavranın bini bir para… Hem, enflasyonla mücadeleden, söz ediyor; Hem de 'Türk Lirası'nı, değerli hale getirirseniz; sanayi yavaşlar, işsizlik olur. Türk Lirası'nı değersiz hâle getirirseniz ise bunun tam tersi olur' diyor. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Böyle bir cahillik, böyle bir iş bilmezlik olabilir mi? Hem enflasyonla mücadeleyi hem de Türk Lirası’nı değersiz hâle getirmeyi, aynı anda hedefleyemezsiniz. Birinden birini, öncelemeniz gerekir. Eğer ki, Türk Lirası’nın, değersiz olmasını savunuyorsanız; 'Yaşasın enflasyon!' demeniz gerekir. Ki zaten siz, düpedüz bunu savunuyorsunuz. En azından dürüst olun. Hadi, açık açık söyleyin. Hadi gidin 'Yaşasın enflasyon!' yazan, enflasyon canavarlı tişörtler bastırın. 'Yaşasın yoksulluk!' yazan, billboardlar yaptırın. 'Kahrolsun zenginlik, yaşasın fakirlik!' yazan broşürler yaptırın. Dürüstçe çıkın ve deyin ki; '20 yılın sonunda, bizim, Türkiye ekonomisi için, bulduğumuz çözüm budur: Biz, milletimize, zenginliği çok görüyoruz ve 'Yaşasın enflasyon' diyoruz.' Deyin de, kurtulun. İtiraf edin de, rahatlayın. Milletimize de, daha fazla bizzat kendinizin azdırdığı, ‘enflasyonla mücadele ediyoruz’ yalanını söylemeyin. Ayıptır günahtır.
Bu vesileyle, sizlerin aracılığıyla, Nebati Bakan’ı şimdiden uyarıyorum: Fazla ve büyük konuşmayın Sayın Bakan. Rahata da fazla alışmayın. Hatta, patronunuza da fazla güvenmeyin. Asla unutmayın, ekonomimizdeki tahribat konusunda Bay Kriz’in, ilk suç ortağı siz değilsiniz. Beceriksizlikte dünya lideri olmak kolay değil… Tek başına böyle büyük bir başarısızlığa imza atmak hiç kolay değil. Emin olun Bay Kriz, sizler olmadan bunu başaramazdı.
Ama malum, artık yolun sonu geldi… Sandık, artık ufukta göründü. Millete hesap verme gününe artık çok az kaldı! Şimdiden valizinizi toplamaya, masanızı boşaltmaya başlarsanız iyi edersiniz. Çünkü milletin Bay Kriz’e sandıkta çıkartacağı fatura karşısında ihaleyi üzerine yıkacak biri lazım olacak. Vallahi gözlerinizdeki ışıltıya hiç aldanmaz. O ihaleyi anında size yıkar, affetmez. Vallahi gözlerinizdeki ışıltıya hiç aldanmaz suçu üzerinize atar. Işıltı mışıltı hak getire olur gidersin gümbürtüye. Bir bakarsınız, Instagram’dan paylaşmak üzere duygusal bir metin kaleme alıyorsunuz.... Benden söylemesi…
Biz, İYİ Parti olarak, Durmuş Başkanımın bahsettiği sorunların farkındayız. STK İlişkileri Başkanlığımız Kalkınma Politikaları Başkanlığımızla birlikte bu önemli konuya dair, çalışmalarını tamamladı. Ormanlarımıza ve orman köylülerimizin yaşadığı sorunlara ilişkin çözüm önerilerimiz hazır. İYİ Parti iktidarında kalkınma stratejimizin, köy ayağını orman köylülerimiz ve orman kooperatifleriyle sağlayacağız. Bu doğrultuda, güçlenen ekonomimizle birlikte orman köylülerini, orman kooperatifçiliğinin anahtar bir paydaşı yapacağız. Onlara, gereken teşvikleri verecek, ormancılık politikalarıyla yakından ilişkilendireceğiz. Orman Kanunu’nda ormanlarımızı, vahşi madenciliğe açan, 16’ncı maddeyi değiştirip, stratejik olarak tespit edilmiş orman alanlarını belirleyecek ve bu alanlarda maden açılmasına izin vermeyeceğiz.
Ayrıca iktidarın, yalandan beslenen, yönetim anlayışı orman konusunda da kendisini gösteriyor. Bugün ülkemizde, ormanlarımızın azaldığı gerçeği bile gizleniyor. Mesela, bunun örneklerinden biri, neresi biliyor musunuz? İstanbul Havalimanı. Yanlış duymadınız. İnanabiliyor musunuz? İstanbul Havalimanı’nın olduğu bölge resmî kaynaklarda, hâlâ orman olarak gösteriliyor. Böyle bir rezalet olabilir mi? Böyle bir ciddiyetsizlik olabilir mi? Sonra, ahmaklık deyince kızıyorlar… Gerçekten ibretlik. İşte o nedenle biz, İYİ Parti iktidarında; Fiiliyatta azalan ormanlarımızı resmiyette artmış gibi gösteren bu kurumsallaşmış sahtecilikle sonuna kadar, mücadele edeceğiz. Her kurumda olduğu gibi Orman Genel Müdürlüğü’nün verilerinde de şeffaflık ilkemizi, süratle hayata geçireceğiz. Bu kapsamda; aşırı odun üretimini de, kontrol altına alacağız. Orman yönetim planlarının, üzerinde üretim yapılmasına, asla müsaade etmeyeceğiz. Üniversitelerle, işbirliği yaparak, orman varlığının, bozulmayacağı bölgelerde, endüstriyel plantasyon alanlarının, oluşturulmasını sağlayacağız. Böylece Doğal ormanlarımızın, yok edilmesine izin vermeyecek suni ormanlarımızı ise çoğaltacağız.
Bunların dışında bir başka hayati konumuz da, orman yangınları… Ülkemiz maalesef, bir orman yangını kriziyle, karşı karşıya. Her birimizde, derin izler bırakan bu yangınlar, doğamızda, büyük tahribatlara yol açıyor. Bu kaybı telafi etmek için ormanlaşma çalışmalarına, hız kazandıracağız. Özel ağaçlandırma hakkının da, öncelikli olarak, orman köylüsüne ve orman kooperatiflerine verilmesini sağlayacağız. Ülkemizin, Paris İklim Anlaşması’nda da taahhüt ettiği gibi, ormanlarımızın varlığının arttırılması için, ne gerekiyorsa yapacağız. Tek bir ağacımızın daha, küle dönmesinin önüne geçmek için, topyekûn bir seferberlik başlatacağız. Bunun için de; Mevcut iktidar gibi, iş işten geçtikten sonra, tribüne oynayan tedbirler almak yerine önleyici tedbirler alacağız. Ayrıca eskiden olduğu gibi orman köylülerimize yeniden yangınla mücadele eğitimleri vereceğiz. Her an tetikte olan bir anlayışla; Özellikle riskli bölgelerdeki çalışanlarımızın, rotasyonsuz bir şekilde, görevlerinin başında olmasını sağlayacak; hava ve kara ekipmanlarına da, gerekli yatırımı yapacağız.
Ak Parti iktidarının, 20’nci ve son yılında açık ve net olarak ortada duran, bir gerçek var. Bu gerçek artık, malımıza, canımıza, doğamıza sahip çıkamadıkları gerçeğidir. Bu gerçek; Artık, ülkemizi yönetemedikleri gerçeğidir. Bu gerçek; Ak Parti’nin artık, devletimizin sırtında, kambur; milletimizin ayağında, diken; ülkemizin de, önünde engel olduğu gerçeğidir. Peki bu tablo karşısında, Türkiye çözümsüz mü? Elbette değil! Türkiye çaresiz mi? Elbette değil! Devletimiz sahipsiz mi? Elbette değil! Milletimiz kimsesiz mi? Elbette değil! Artık biz varız! Artık İYİ Parti var! Biz buradayız! Milletimizin dertlerine, getirdiğimiz çözümlerimizle, biz hazırız! Ülkemizi, hak ettiği lige taşıyacak, projelerimizle, biz hazırız! Zengin, güçlü ve mutlu bir Türkiye vizyonumuzla, biz hazırız! Bu büyük vizyonu, hayata geçirecek, liyakatli kadrolarımızla, biz hazırız! Atatürk'ümüzden aldığımız, ilhamla; Cumhuriyet değerlerimizden aldığımız, feyzle; Milletimizin, kutlu iradesinden aldığımız, güçle; biz hazırız!
Yalnız belli ki Sayın Erdoğan da, durumun farkında… O yüzden, bu kadar korkuyor. O yüzden, uykuları kaçıyor. O yüzden, bileğinin hakkıyla alamayacağı seçimi; küçük hesaplarla, mini çakallıklarla, zihni sinir dümenlerle ve kendince sevimli kurnazlıklarla alabileceğini zannediyor… Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan, seçim tarihini, 14 Mayıs olarak açıkladı. Yani, yine bir erken seçim yaşayacağız. Her ne kadar kendisi; 'Erken seçim demeseeek…', 'seçimi öne almak deseeek…', 'seçim tarihini, güncellemek deseeek…' diyerek, oldukça gülünç bir biçimde, lafı çevirmeye çalışsa da; bu, bariz şekilde, bir erken seçimdir! Peki, bugüne kadar biz ne zaman 'bir an önce, seçim kararı açıklayın' desek, ‘seçim vaktinde olacaktır' diye bize nutuk atanlar neden şimdi seçimlere bu kadar az bir süre kala erken seçim kararı aldılar biliyor musunuz? Çünkü, gençlerden korkuyorlar! Çünkü gençlerin oy kullanmasından korkuyorlar! Çünkü gençlerin onları sandığa gömeceklerini çok iyi biliyorlar! Okulların açık olduğu bir zamanda hatta sınavların olduğu bir döneminde seçim yapmak demek; Gençlere, 'oy kullanmayın' demektir! Bu kadar basit.
İktidar, şunu çok iyi biliyor ki öğrencilerimizin birçoğunun ikametgâhı, okuluyla aynı şehirde değil… Yani seçim için memleketlerine dönmek zorundalar. Üstelik, birçok öğrencimizin de, oy kullanmak için, memleketlerine gidip, geri dönecek, durumu yok… Ne aileleri, ne de kendileri, otobüs biletini bile, karşılayacak güce sahip değil… Sevgili gençler! Kimse merak etmesin! Artık biz varız. Biliyorsunuz, İYİ Parti olarak bizim için bu tip tezgâhları bozmak, özel bir ilgi alanı… Kurulduğumuz günden beri hamdolsun uzmanı olduk. Ve her zaman olduğu gibi, evelallah, bu tezgahı da bozacağız. Gençleri, görmezden gelerek, susturarak, yok sayarak plan yapanların planlarının tamamını boşa çıkartacağız! Cumhuriyetimizin esas sahibi gençlerimizin en kutsal haklarını kullanmaktan mahrum bırakılmasına asla müsaade etmeyeceğiz! İşte bu nedenle, İYİ Parti Gençlik Politikaları olarak bir seferberlik başlatıyoruz! İster şehir içinde, ister şehir dışında otursunlar, fark etmeksizin gençlerimizin bulundukları şehirlerde oy kullanabilmeleri için atmaları gereken adımlara yapmaları gereken başvurulara dair onları tek tek bilgilendireceğiz. Gerekirse, kapı kapı dolaşacak her bir gencimizin oyunu kullanması için tüm gücümüzle çalışacağız! Eğer ki, başvuru gününü kaçıranlar olursa da hangi siyasi düşünceden olduğunun, hangi partiye oy vereceğini sormadan, sorgulamadan ikametgâhlarının bulunduğu şehirlere ücretsiz olarak götürülmelerini, oy kullandıktan sonra da geri getirilmelerini, İYİ Parti olarak, biz sağlayacağız!"