T24 Haber Merkezi
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, "zevzeklik" olarak nitelendirdiği emekli amirallerin Montrö Boğazlar Sözleşmesi'yle ilgili yayımladığı bildiriye ilişkin olarak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a seslenerek, "Sakın ola çok ciddi bir öfke kontrol problemi olan küçük ortağın gazına gelip bildiriyi yazanlara abuk sabuk cezalar verdirmeye kalkma. Buradaki anahtar kelime 'ver-dir-me'. Ülkeye daha fazla zarar verme, milleti daha fazla huzursuz etme" dedi.
Partisinin grup toplantısında konuşan İyi Parti lideri Akşener, emekli amirallerin bildirisinin ardından çıkan tartışmalara ilişkin olarak da "İktidar darbe edebiyatıyla 4 gün daha milletin dertlerini konuşmaktan kurtuldu, küçük ortağa yeni bir malzeme çıktı. Türkiye'ye dair endişeleri olanların, bu endişeleri usulünce zamanını ve zeminini doğru ayarlayarak dile getirmeleri çok önemlidir. Hele de ülkesine yıllarca hizmet etmiş kritik makamlarda bulunmuş olanların çok daha sorumlu davranması gerekir" yorumunu yaptı.
Akşener, "Türkiye'nin bunca sorunu varken, milletimiz siyasetçilerden çözüm talep ederken, Cumhur İttifakı'nın oyları her ay düşerken, kimsenin çıkıp da iktidarın değirmenine su taşımasına, milletinden tamamen kopmuş bitik siyasetine can suyu vermesine müsaade edemeyiz, etmeyeceğiz. Kimse de kusura bakmasın. Bu işler böyle yapılmaz. Ülkeye dair kaygıları olanlar bireysel olarak her platformda ya da STK şemsiyesi altında görüş ve önerilerini açıkalayabilirler ancak bunu gizemli gece yarısı bildirileriyle yapamazlar. Yapanlar da karşılarında bizi bulurlar" dedi.
Akşener, Çin'in Ankara Büyükelçiliği'nin Twitter hesabından kendisini hedef alan tweet'e de yanıt verirken, "Birader buyur bekleriz. Bak sen hele. Adresimiz bellidir. Bizim herhangi bir ülkenin egemenliği ile ilgili sorunumuz yok. Ama Çin'in Uygur kardeşlerimize yaptığı zulümle ilgili çok büyük bir sorunumuz var. Bu tehditler bize sökmez. Biz, bu mücadeleyi bugün Türkiye'de bu kürsüden veririz. Yarın, gün gelip de iktidar olduğumuzda uluslararası toplumu karşınıza diker, öyle mücadele veririz. Ama bu mücadeleden asla vazgeçmeyiz. Ve o pis elinizi, Uygur'un sinesinden çekene kadar da mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Bunu böyle bilesiniz" diye konuştu.
Akşener'in konuşmasından satır başları şöyle:
Siyaset, olanı biteni okuyabilme, gerçeği gösterebilme sanatıdır. Yaşananları doğru analiz etmek yetmez, kimi zaman akıntıya karşı da kürek çekmek gerekir. Siyaset dürüstlük, kararlılık ister. Son 3,5 yılda yaşadıklarımızı hatırladıkça bize koltuk hesabıyla değil, demokrasi hesabıyla siyaset yaptıran hepimiz adına Allah'a şükürler ediyorum. Biz kutlu millet davasının neferleriyiz, en büyük gücümüz de milletimize asla yalan söylememek...Bu bizim için vazgeçilmez bir ilkedir, tek seçenektir. Şahsi hesaplarla değil millet yolunda siyaset yapanlar şartlar ne olursa olsun hakikati söyler. Bugün vesayete kafa tutuyormuş gibi yapanlar dün 28 Şubat'ta masa altına saklandığında da biz dimdik duruyorduk.
Son dönemde bir modadır aldı başına gidiyor, gece vakti ortalığı karıştırma modası... İstifa eden bakan mı dersiniz, görevden alınan bürokrat mı, feshedilen anlaşmalar mı dersiniz... Gece uykusu kaçan ne yapsam da ortalığı karıştırsam diye iş başına geçiyor, bedelini ödemek de milletimize düşüyor. Bu modanın son örneği olarak Cumartesi gece yarısı 104 emekli amiral bir bildiri paylaştılar. İktidar darbe edebiyatıyla 4 gün daha milletin dertlerini konuşmaktan kurtuldu. Salı günleri partisinin grubunda konuşacak grubunda konuşmakta zorlanan küçük ortağa yeni bir malzeme çıktı. Millet iradesinin gasp edildiği, getirdikleri kanun reddedildi ya, dünden itibaren görüşmeye açılan kanunla ilgili tutumlar, konuşmalar, farkındalar ortadan kalktı. Kanunu konuşanlar var mı? Bunun milli irade gaspı olduğunu... Aşı sırası bekleyen insanlarımız, tavan yapan vaka sayıları konuşulmadı. Yine milletimiz, Türkiye kaybetti. Son 60 yılda 9 defa darbe, post modern darbe, muhtıra, e-muhtıra görmüş bir millet olarak elbette bazı hassasiyetlerimiz var. Bu yüzden Türkiye'ye dair endişeleri olanların, bu endişeleri usulünce zamanını ve zeminini doğru ayarlayarak dile getirmeleri çok önemlidir. Hele de ülkesine yıllarca hizmet etmiş kritik makamlarda bulunmuş olanların çok daha sorumlu davranması gerekir.
Türkiye'yi her itiraz edeni hainlikle, teröristlikle, darbecilikle suçlayıp, buradan siyaset devşirmeye çalışmayı alışkanlık haline getirmiş bir zihniyet yönetiyor. Bu çarpık zihniyet, işler istediği gibi gitmeyince AYM'yi kapatmaya yeltenecek kadar şımarık, koltuğu tehlikeye girince Cumhuriyet'in kurucu değerlerini tartışmaya açacak kadar şuursuz, iktidarını korumak için milletini birbirine düşürecek kadar zalim bir zihniyet. Türkiye'yi düşünen herkesin bu durumun bilinciyle hareket etmesi şarttır.
Türkiye'nin bunca sorunu varken, milletimiz siyasetçilerden çözüm talep ederken, Cumhur İttifakı'nın oyları her ay düşerken, kimsenin çıkıp da iktidarın değirmenine su taşımasına, milletinden tamamen kopmuş bitik siyasetine can suyu vermesine müsaade edemeyiz, etmeyeceğiz. Kimse de kusura bakmasın. Bu işler böyle yapılmaz. Ülkeye dair kaygıları olanlar bireysel olarak her platformda ya da STK şemsiyesi altında görüş ve önerilerini açıkalayabilirler ancak bunu gizemli gece yarısı bildirileriyle yapamazlar. Yapanlar da karşılarında bizi bulurlar. Biz söz de karar da milletindir diyenleriz. Dün 28 Şubat karanlığında da böyleydi, 27 Nisan gecesi de böyleydi, bugün de böyleydi. Vesayetin cübbelisine de, üniformalısına da lacivert takımlısına da her zaman karşı durduk, durmaya devam edeceğiz. Biz hürriyetin ve istikbalin partisiyiz.
Geçen hafta Konya'da, geçtiğimiz hafta sonu da Hakkari'deydik. Milletimizin dertlerini dinledik. Hakkari'de kapanan sınır kapıları yüzünden ticaret durmuş, vatandaş şikayet ediyor. Bir eczacı kardeşime 'askıda mama kampanyası var mı' dedim, 'var' dedi. Veresiye defterinde liste uzadıkça uzuyor. Ayakkabıcı dükkanında, 'siftah yapmadım, 20 yılda kazandığımızı 2 yılda erittik, dayanacak gücümüz kalmadı' dedi. Bu insanlarımızın sesini duyan, çare sunan yok. Bu durumun artık şakası yok. Yokluk içinde yitip giden hayatlardan bahsediyorum. Herkesin bir şeyi çok iyi anlaması lazım. 'Darbe olur mu olmaz mı' tartışması, bebek mamasını askıdan indirmiyor, amirallerin rütbeleri sökülsün mü sökülmesin mi polemiği çaresiz gençlerimize iş bulmuyor. Sayın Erdoğan, böyle devlet yönetilmez, anlamsız polemiklerle uğraşacağına Piraye'yi ve Hasan'ı dinle. Mağdur edebiyatından siyaset devşirmeye çalışacağına, bugün yarın dükkanı kapatacağım diyen Hasan kardeşimi dinle.
Millet seni oraya sarayda sefa sür diye oturtmadı. Bir kez olsun eşin dostun yandaşın yerine milletimize faydan dokunsun. Milletimiz geçim derdinde kıvranırken bunlar hala darbe mi darbeci mi konuşturuyorlar, buna sebep olanları da fırsat bilenleri de kınıyorum. Aziz milletimizin çaresizliğini perdeleyen her tavrı reddediyorum. Kim ne yazarsa yazsın, konuşursa konuşsun biz Hakkarili babalıların feryadını, Konyalı otizmli bir gencin 'evde ekmek yok' demesini konuşacağız. O gencin kulağına indim, 'ne istiyorsun' dedim. 'Kuş istiyorum' dedi. Bunları duyun be, herkes bunları duysun! Yazıktır günahtır! Hem Konya'da hem Hakkari'de aynı yoksulluk, çaresizlik olamaz! Konya'da da küçücük çocukların hem tableti hem interneti yok, Hakkari'de de... Olamaz bu! Olamamlı... Sayın Erdoğan, o sarayda gece nasıl uyuyorsun sen? Bunları çözme makamı sizsiniz. İnternet olmadığı için derslere katılamayan evlatlarımızın çaresizliğini konuşmaya devam edeceğiz. Sabah 8'de açtığı dükkanda, 4'te hala siftah yapamayan esnafı konuşacağız, insanlarımız iş yerlerini kapatmak zorunda bırakılırken, utanmadan yapılan lebalep kongreleri konuşmaya devam edeceğiz. Elli bine vurmuş günlük vaka sayılarını, ülkemizi dünyada 1. yapan beceriksiz yönetimi konuşacağız. Yılan hikayesini döndürülen aşı tedariğini konuşacağız. Onlar ne istiyorlarsa onu konuşsunlar, biz bunu konuşacağız. Biz bunu konuştukça milletimizin sesi daha gür çıkıyor, iktidar daha çok korkuyor. Bize kızanlar olabilir, hatta hakaret edenler olabilir. Duruşumuzu anlamak istemeyenler, anladığı takdirde işine gelmeyenler de olabilir. Ortağını kıskanıp bize saldıranlar da olabilir, varsın olsun. Biz biliyoruz ki millet iradesine sahip çıkmak lafla olmaz.
Millet iradesini yok sayarak, milletin ortak değerleriyle kavga ederek, sandık gelince 'milletime hizmetkarım' diyerek seçimden sonra milleti maraba yerine koyarak millet iradesine sahip çıkılmaz. Siyasetinin merkezine milleti koyarak sahip çıkılır. Bizim pusulamız bellidir, daima milletimizi gösterir. Milletimiz kimin doğru durduğunu, kimin millet iradesine sahip çıktığını gayet iyi biliyor.
Nedense bu bildiriyle ilgili duruşumuza AK Parti değil, küçük ortağı daha çok bozulmuş. Sayın Erdoğan teşekkür etti diye olsa gerek, küçük ortak köpürdükçe köpürdü. AYM'den sonra hızını alamayıp yakında Deniz Kuvvetleri'nin de kapatılmasını isterse şaşırmayın. Allah Sayın Erdoğan'a sabır versin, çok içtenlikle yapıyorum bu duayı. Dün şerefsiz dediğine bugün mübarek deyip, dün mektup yazıp 'iktidarı uyarın' diye yalvardıklarına da bugün şerefsiz diyebilen tutarsız duruş ve söylemleriyle ülkeyi germekten başka fonksiyonu olmayan birinin üstünde gereğinden fazla durmak istemiyorum. Ama Sayın Erdoğan'ı uyarmak zorundayım: Sakın ola, öfke kontrol problemi olan küçük ortağının dolduruşuna gelip, bildiriyi yazanlara abuk sabuk cezalar verdirmeye kalkma. Buradaki anahtar kelime ver-dir-me. Sağduyuyla yürüttüğünü zannettiğimiz bu süreci, böyle şaibeli bir yola sokup da milleti huzursuz etme.
Dün küçük ortağın haftalık öfke nöbetinin hemen sonrasında enteresan bir şey oldu. Çin Büyükelçiliği, Twitter'dan beni ve Sayın Mansur Yavaş'ı tehdit etti. Çin Merkez Komitesi Türkiye Komiseri, fahri Çinli, Cinping Perinçek’in gayretleri yetmemiş olacak, bizzat Çin Devleti’nin kendisi, devreye girmiş. Neden? Çünkü bir süredir, iktidar ve küçük ortağını, Perinçek ve Çin’in esaretinden kurtararak, Uygur kardeşlerimiz için adım atmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Çünkü, Türkistan’da yaşanan insanlık dramına susmadık, susmayacağız. Sosyal medyadan bir paylaşım yapmışlar. Demişler ki; 'Çin tarafı, herhangi bir kişi veya gücün, o güç biz oluyoruz, Çin’in egemenliğine ve toprak bütünlüğüne, herhangi bir şekilde meydan okumasına, kararlılıkla karşı çıkmakta ve bunu şiddetle kınamaktadır. Çin tarafı, haklı karşılık verme hakkını saklı tutmaktadır.' Bak sen hele… Perinçek’in patronu da, aynı küçük ortak gibi, çok kızmış. Perinçek’le iş tutanların hepsi, aynı durumda demek ki Öncelikle belirtmek isterim ki; bizim, herhangi bir ülkenin egemenliğiyle ilgili bir sorunumuz yok.
Ama bizim, Çin’in, egemenlik adı altında, Uygur kardeşlerimize yaptığı zulümle ilgili, çok büyük bir sorunumuz var. Biz, 'insan hakları diyoruz, adalet' diyoruz. Biz, “Doğu Türkistan’daki Müslüman Türk’ün, namusuna uzanan, mabedine değen o eli çekin.” diyoruz. Biz, 'Uygur soykırımını durdurun' diyoruz. Bu kadar basit. Biz, bu meseleyi, sadece soydaşlarımız olduğu için değil, aynı zamanda, bir insanlık sorunu olduğu için önemsiyoruz. O nedenle bu kürsü, Doğu Türkistanlı bir evladımızın, tüm dünyaya gerçeği haykırabildiği tek kürsüdür. Bu kürsü, hakkın, hakikatin gür bir sesle dillendirildiği kürsüdür. Bu kürsü, Milletin Kürsüsü’dür! Bizi saraydaki muhataplarınızla karıştırmayın. Bu tehditler bize sökmez. Biz bu mücadeleyi, bugün Türkiye’de bu kürsüden veririz, Yarın, gün gelip de iktidar olduğumuzda, uluslararası toplumu karşınıza diker, öyle veririz. Ama bu mücadeleden asla vazgeçmeyiz. Ve o pis elinizi, Uygur’un sinesinden çekene kadar da, mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Bunu böyle bilesiniz.
Bizim, uyduruk senaryolarla yazılmış, abuk sabuk, yapay gündemlerle işimiz yok. Biz nasıl daha çok üretiriz, nasıl daha çok kazanırız, nasıl daha huzurlu ve refah içinde yaşarız, onun hesabındayız. Pandemi her birimize bir gerçeği, bir kez daha hatırlattı. Tarım, ülkelerin en büyük zenginliği. Sağlıklı ve yeterli gıdaya ulaşabilmek, önümüzdeki yıllarda çok daha değerli bir hale gelecek. İşte o nedenle biz, bugünden, o zamanların hesabını yapıyoruz. Dün ne kadar üretiyorduk, bugün ne kadar üretebiliyoruz, Ve yarın bu üretimi nasıl artırabiliriz, bunlar üzerine çalışıyoruz. AK Parti iktidarları, maalesef son 19 yıldır, ülkemiz için kritik önemi olan bu konuyu ihmal etti.
Önce insana yatırım yapmaları gerektiğini, bir türlü anlayamadılar. Fevkalade verimli topraklar üzerinde yaşıyoruz. Ama ne yeterince üretebiliyor, ne de üreten vatandaşımızı mutlu edebiliyoruz. İşte size, bu konudaki en önemli örneklerden biri: Mevsimlik tarım işçilerimizin durumu. Yevmiyeci, konargöçer, yıl boyunca, oradan oraya çalışmaya giden emekçi kardeşlerimiz… En fazla 180-200 lira yevmiye almak için, aylarca evinden barkından uzakta kalan, garip emekçilerimiz.
Onlar; sigortasız, kayıtsız, güvencesiz, işverenin ve başlarındaki çavuşların, dayıbaşıların insafına terk edilen vatandaşlarımız.
Onlar; bu ülkenin en mağdur, en yoksun gruplarından biri. Soframızdaki yemeğimizde, alın teri olan bu emekçilerimizin, tam sayısını bile bilmiyoruz. 1 buçuk milyon kişi olduklarını, ancak tahmin ediyoruz. Kalkınma Atölyesi Kooperatifi’nin verilerine göre, her ailede ortalama 7 çocuk var. Yani yaklaşık 200 bin aile. Çocukların çoğu okul çağında, ama maalesef okula gitmiyor, gidemiyor.
14, 15 yaşındaki çocuklarımız tarlada çalışıyor. Peki, temel insan hakkı olan içme suyuna, temiz suya erişimleri var mı? Yok. Barınma hakkı, banyo, tuvalet, hijyen imkanları, insana yakışır durumda mı? Hayır, su; tankerlerden, plastik depolardan, bidonlardan sağlanıyor.
Barınma; naylon, bez ve branda çadırlar ile sağlanıyor. Neredeyse tamamı böyle. Çadırların yarısında elektrik yok. Gaz lambası veya fener ile aydınlatılıyor. Bazıları yılda 3-4 yere gidiyor. 1 buçuk, 2 ay sonra, tekrar başka bir yere gidiyorlar. Toplam çalıştıkları süre, yılda 200 günü geçmiyor. Peki, ne kazanıyorlar? Yevmiye, yetişkin için 80 lira, çocuklar için 40’la 60 lira arasında. Ailenin günlük geliri, 200 lira civarında. Yani, yıllık gelirleri, aile başına 40 bin lira, kişi başına da, 4500, 5000 lira ediyor. Dikkat edin, bu para aylık değil, yıllık. Yani, kişi başına günlük, 13-14 lira düşüyor. Yani bu vatandaşlarımız, Birleşmiş Milletler’in bütün dünyada yoksulluk sınırı saydığı, günlük 2 doların bile altında kazanıyorlar.
İktidara soruyorum; bu ülkenin tarım emekçisinin, Afrika ülkelerinden bile daha az gelire sahip olmasını, nasıl oluyor da içinize sindirebiliyorsunuz? Yazıktır, günahtır. Çocuklarının okuma hakkı var, eğitim hakkı var. İnsanca yaşama hakkı var. Kitap okuma, tedavi olma hakkı var. Sinemaya, tiyatroya, konserlere gitme hakkı var. Sosyal medyayı takip etme, dünyayı öğrenme hakkı var. Siz nasıl oluyor da onlara böyle bir yoksunluğu reva görüyorsunuz? Yazıklar olsun.
Kardeşlerim, size buradan söz veriyorum: İyi Parti olarak, iktidara geldiğimizde mevsimlik tarım işçilerimizi de unutmayacağız. Bütün sorunlarınızla, birer birer ilgileneceğiz. Çavuşlar ve dayıbaşları dahil olmak üzere, mevsimlik tarım işçilerini, sigorta kapsamına alacağız. 5 yıl boyunca sigorta primlerinizi biz ödeyeceğiz. Geçmiş çalışmalarınızı belgelemeniz halinde, geriye doğru borçlanma imkânı sağlayacağız. Borçlanma süreleriniz kadar, faizsiz olarak vadelendireceğiz. Kırsal hizmetler kapsamında, mobil ve sabit, konteyner barınma istasyonları kuracağız. Bu istasyonları, istenirse belli sürelerle, aynı ailelere tahsis edeceğiz. Her haneye mutlaka temiz içme suyu sağlayacağız. Elektrik enerjinizi, imkân varsa, mobil yenilenebilir enerji istasyonları üzerinden, imkan yoksa, ortak elektrik şebekesi üzerinden sağlayacağız. İlkokul ve okul öncesi için, mobil okullar açacağız. Ortaokul ve lise eğitimi için, taşımalı eğitim imkânı sağlayacağız. Her konteyner istasyonu için, geçici “Aile Planlaması” ve “Sağlık istasyonları” açacağız.
Ev ekonomisi eğitimleri vereceğiz. Gezici sinema, kütüphane ve kültür evleri hizmetleri sağlayacağız. Çalışma yerlerine gidiş gelişleriniz ve uzun yol seyahatleriniz için, TARSİM üzerinden, tarımsal risk ve kaza sigortanızı yapacağız. Kısacası sizleri, sefaletin ve yoksunluğun boyunduruğundan kurtaracağız. Kendinizi yalnız ve çaresiz hissetmenize engel olacağız. Kazançlarınızı, aile başına en az, “asgari ücret düzeyine” çıkaracağız. Eksik kalan günleriniz olursa, Tarım Bakanlığı’ndaki benzer işlerde tamamlama imkânı sağlayacağız. Kısacası, soframıza getirdiğiniz gıdalar için sizlerden helallik alacağız.İyi Parti iktidarında kimseyi sahipsiz, aç ve açıkta bırakmayacağız. Bundan emin olun.
Mevsimlik tarım işçilerimizin şartları böyle. Peki çiftçilerimizin durumu nasıl? Bir dokun, bin ah işit. Toprağı işleyip, karnımızı doyuran çiftçimiz borç batağında. Üç yıldır anlatıyoruz; çiftçiler “borç batağına sürükleniyor, ödeyemez hale geliyor” diyoruz. Ne ekim-dikim yapacak parası var, ne de hayvanına verecek yemi var. Yem, mazot, ilaç, gübre, elektrik, tohum, besilik dana, düve fiyatları tavan yaparken, çiftçinin bunlara verecek parası yok. Kendi kaynağıyla işletmesini çevirecek parası yok.
Yıllardır bunları borçla döndürüyor. Çiftçimiz borç sarmalında boğulurken, iktidar, ithalat lobilerine teslim olmuş, hatta esir olmuş, Türkiye’de tarım bitsin diye, elinden gelen her şeyi yapıyor. Çiftçilerimizin sadece bankalara olan borcu, Ocak ayı itibariyle 143 milyar lira. Tarım Kredi Kooperatifleri’ne de 12 milyar lira borçları var. Buna piyasaya olan, yani bayilere ve esnafa olan en az 50 milyar lira borcu da ekleyin. Çiftçimizin toplam borcu 200 milyar lirayı aşıyor. Buradan önce Tarım Bakanı’na sesleniyorum. Çiftçi bu haldeyken, ortalıkta “bakanım” diye gezmeye utanmıyor musun? Bu çifti, böyle bir beceriksizliği, böyle bir iş bilmezliği hak etmiyor. Tarımla alakası olmayan, böyle vasıfsız bir yönetim anlayışını hak etmiyor. Ayıptır, günahtır.
Arkadaşlarım diyor ki, senin bakan olmadan önce yönetim kurulunda yer aldığın şirkette, 100 bin avro, yani neredeyse 1 milyon lira, huzur hakkı alınıyormuş. Huzura bakar mısınız? Bir an önce git, Sayın Erdoğan’dan rica et, seni yeniden huzura kavuştursun. Çiftçimizin de huzuru daha fazla kaçmasın."