İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, İdlib krizi için Moskova'da ağırladığı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Türk heyetini, diplomatik teamüllere aykırı olarak 2 dakika boyunca bekletmesine tepki gösterdi.
Mutabakata ilişkin olarak, "Soçi'ye uymayan Rusya ve Esad oldu, görüşme talebini yapan biz olduk. Moskova'da kazanan Rusya ve Esad oldu geri adım atan biz olduk" değerlendirmesinde bulunan Akşener, söz konusu görüntülerle ilgili olarak da şunları kaydetti:
"Biz Türkler, tarihimizde çok savaşlar kaybettik, ama onurumuzu hiçbir kapıda bırakmadık. Gittin, kapılarda bekletilmeye razı olup, üstüne bir de ‘Kabul edildiğiniz’ için teşekkür ettin. Dostun Putin, kapı önünde bekleme görüntülerinizi Rus medyasına servis edip, bizi rezil etti. Sense gittin, onurumuzu kapılarda bıraktın, geldin. Onlar sana kapı önünde beklemeyi layık gördü. Sen ayaklarına gidip, bir de utanmadan onlara nasıl teşekkür edebildin? Bu büyük milleti yine utandırdın Sayın Erdoğan. Yazıklar olsun!"
Öte yandan Akşener, tutuklanan Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu, Yeniçağ yazarı Murat Ağırel, Yeni Yaşan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik, Yeni Yaşan Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser'in MİT mensubunun cenazesine ilişkin haberleri nedeniyle tutuklanmasını sert bir dille tepki gösterdi. Akşener, "Madem şehit istihbaratçımızın cenaze töreni o kadar gizliydi, siyasi parti temsilcilerine kadar herkesi neden davet ettiniz? Tüm bunlara rağmen illaki soruşturacaksanız, gidin, gizli kalması gerektiğine inandığınız o cenaze törenini, sızdıran mekanizmayı soruşturun. Bu açıklara göz yumduktan sonra haberi yapan gazeteciyi soruşturup cezaevine göndermek işin kolay yanı. Üstelik de bunu, FETÖ’nün yöntemleriyle yapmak en kolayı" sözlerini kaydetti.
Akşener'in açıklaması şu şekilde:
Biliyorsunuz Pazar günü, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ydü. Maalesef son zamanlarda, Türkiye'de kadın olmak iyice zorlaştı. Oysa kadın, kültürümüzde, tarihimizde o kadar önemlidir ki… Türklerde kadın, toplumun direğidir. Türklerde kadın, töredir, öğretendir, kadını da erkeği de yetiştirendir. Türklerde kadın, akıldır, sağ duyudur, toplumsal hafızadır. Türklerde kadın, devlettir. Türklerde kadın, Kadın'dır.
Türk devletleri, kadını baş tacı yaptığı zaman yükselir, kadının değerini bilmediğinde yıkılır. Çünkü Türkler, kadınlarıyla yükselir, kadınlarıyla yücelir. Kadim tarihimiz buna şahittir. Milli mücadele böyledir, Cumhuriyet'in ilk yılları böyledir. Bizler biliriz ki; kadın olursa Türk büyür, kadın ölürse Türk ölür. Kültürümüz, tarihimiz böyleyken, bugün Türkiye'de kadın evine hapisse, Türkiye geriliyor demektir. Bugün Türkiye'de kadına şiddet varsa, Türkiye düşüyor demektir. Bugün Türkiye'de kadın ölüyorsa, Türkiye ölüyor demektir.
Biz, İyi Parti olarak buna izin vermeyeceğiz. Bize göre, geleceğin mutlu, zengin ve güçlü Türkiye’si, Türk kadınının yükselmesi ile mümkündür. O nedenle, kadınımızın her türlü toplumsal dayatmadan kurtulmuş, güçlü, özgür ve mutlu olduğu bir Türkiye’yi kurana kadar, yılmadan çalışmaya devam edeceğiz.
Bu vesileyle kadınlarımıza sesleniyorum; gönül verdiğiniz siyasi parti ne olursa olsun, Türkiye’nin neresinden olursanız olun, bilin ki; İyi Parti'nin kapıları dertlerinizi dinlemek, onlara çözüm bulmak için ardına kadar açıktır. Her zaman da açık olacaktır. Bu, İyi Parti adına tüm kadınlarımıza sözümdür. Ülkemizin tüm kadınlarına selam olsun! 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günümüz kutlu olsun!
Dava Arkadaşlarım, acı dolu bir haftayı geride bıraktık. Kahraman askerlerimizi toprağa verdik. Doğudan batıya, kuzeyden güneye, ülkemizin her köşesinde, milletimizin tek vücut olarak yaşadığı bu büyük acıyı kalbimize gömdük. Bu süreçte ümit ettik ki; yaşanan felaketlerden ders çıkarılsın. Ümit ettik ki ortak akıl devreye girsin, devleti yönetenler akıllarını başlarına alsın. Ümit ettik ki; yönettikleri devletin kendi şirketleri olmadığını, Türk milletinin devleti olduğunu hatırlasınlar. Ümit ettik ki milletimizin kendilerine verdiği siyasi kredinin sorumluluğunu hissetsinler. Ama olmadı. Yine olmadı…
Mehmetçik İdlib’de vatanı için canını ortaya koydu ama bırakın ülkemizi uçurumun kıyısına getiren hatalardan ders çıkarmayı, Sayın Erdoğan’ın yeni hatalara, yeni beceriksizliklere yelken açtığını gördük. Çünkü Sayın Erdoğan bilmez ki mehmetçik canını ortaya her koyduğunda; aynı zamanda, anasının, babasının canını da, yolunu gözleyen nişanlısının, eşinin, sevdiğinin canını da, geride bıraktığı çocuklarının canını da ortaya koyar. Çünkü Sayın Erdoğan bilmez ki Mehmetçik son nefesini verdiğinde, geride kalanların nefesleri de düğümlenir. Bir evladımızın değil, koskoca bir ailenin nefesi durur. Çünkü Sayın Erdoğan bilmez ki devlete baş olanın, mehmetçiği evladı bilmesi, bu bilinçle hareket etmesi gerekir.
Eğer Sayın Erdoğan bunları bilseydi, eğer bunlar, Sayın Erdoğan’ın umurunda olsaydı evlatlarımızı yitirdikten iki gün sonra gülebilir miydi? Evlatlarımızı yitirdikten iki gün sonra şaka yapabilir miydi?
Yol arkadaşlarım İdlib operasyonu boyunca devam eden bu cahillik Putin ziyaretinde bir kez daha kendini gösterdi. Soçi mutabakatına uymayan Rusya ve Esad oldu, görüşme talep eden biz olduk. Askerimizi şehit eden Rusya ve Esad oldu, Putin’in ayağına giden biz olduk. Moskova’da kazanan Rusya ve Esad oldu. Geri adım atan biz olduk.
Sayın Erdoğan, Biz Türkler, tarihimizde çok savaşlar kaybettik, ama onurumuzu hiçbir kapıda bırakmadık. Yedi iklime hakim imparatorluklar kaybettik, ama onurumuzu hiçbir kapıda bırakmadık. 600 yıllık devletimizi kaybettik, ama onurumuzu hiçbir kapıda bırakmadık. Bu sayede, tarih boyunca kaybettiklerimizin yerine, yenilerini koyabildik. Bu sayede, yeni bir cumhuriyet kurup, tarihi misyonumuza devam edebildik. İşte bu nedenle, Rusya’ya giderken, milletçe senden tek bir beklentimiz vardı. O da vatanı için canını ortaya koyan Mehmetçik kadar, cesur ve onurlu olmandı. Onurumuzu kapılarda bırakmamandı. Sense gittin, o cesaretin, o onurun, onda birini masa başında gösteremedin. Gittin, kapılarda bekletilmeye razı olup, üstüne bir de ‘Kabul edildiğiniz’ için teşekkür ettin. Dostun Putin, kapı önünde bekleme görüntülerinizi Rus medyasına servis edip, bizi rezil etti. Sense gittin, onurumuzu kapılarda bıraktın, geldin. Sayın Erdoğan, Hani itibardan tasarruf olmazdı? Koca bir milletin itibarının ayaklar altına alınmasına nasıl müsaade ettin? Onlar sana kapı önünde beklemeyi layık gördü. Sen ayaklarına gidip, bir de utanmadan onlara nasıl teşekkür edebildin? Bu büyük milleti yine utandırdın Sayın Erdoğan. Yazıklar olsun!
Aziz milletim, Bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Suriye topraklarında operasyon yapmamızın nedeni olan, PKK-PYD-YPG varlığından artık söz edilmiyor. Bunun yanı sıra, başta HTŞ olmak üzere, Birleşmiş Milletler tarafından, terörist olarak tanımlanan bazı gruplar da, Türkiye’nin kucağında kaldı. Şartlar bu kadar açık ve ağırken, acı dolu gözlerle gelişmeleri izleyen milletimizin yüzüne baka baka hala, zaferden söz edebilenler var. Hala, Mehmetçiğin canı üzerinden siyasi rant peşinde koşanlar var.
“Esed rejimi”, bir anda “Suriye Arap Cumhuriyeti” oluverdi. “Şam’ı yakarız, Halep’i yıkarız.” diyenler, “Suriye meselesinde askeri çözüm olmaz” demeye başladı. “Katil Esed” dedikleriyle aracılar üzerinden görüşüldüğünü, bizzat Sayın Erdoğan’ın ağzından duyduk. Ayıptır, günahtır. Defalarca uyardık, “Büyük lokma ye, büyük söz söyleme” dedik. “Kaldıramayacağın yükün altına girme.” dedik. “Olmayacak duaya âmin deme.” dedik. Dinletemedik.
Biz bunları derken, iktidar, Emevi Camii’nde namaz kılmaktan söz etti. Biz bunları derken, iktidar, Suriye birliklerinin, 17 Eylül 2018’deki pozisyonuna çekilmesini isteyip “Yoksa ben yapacağımı bilirim…” dedi. Biz bunları derken, iktidar, “Rejim istediğimiz yere çekilmezse, taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmayacak!” diye ültimatomlar verdi. Biz bunları derken, iktidar; “82 Halep, 83 Şam” edasıyla, esti gürledi. Sonuçta ne oldu? Moskova protokolüyle Esad yerini korudu, 1 metre bile çekilmedi. Gözlem noktalarımız deniz ortasındaki ıssız adalar gibi Allah’a emanet kaldı. 30 kilometrelik güvenli bölge, 12 kilometrelik güvenli koridora dönüştü. İktidar tükürdüğünü yaladı, ettiği sözleri unuttu, kapı önlerinde süründürüldü.
Dava arkadaşlarım, biliyorsunuz, Sayın Erdoğan, konuşmalarında sık sık Lozan Antlaşması'nı eleştirir. Allah aşkına, elinizi vicdanınıza koyup söyleyin, Lozan’a böyle ciddiyetsiz, böyle beceriksiz bir heyetle gitmiş olsaydık ne olurdu düşünebiliyor musunuz? Ben söyleyeyim, Lozan’da böyle bir heyet bizi temsil etmiş olsaydı doğuda Ruslarla, batıda Yunanla ortak devriye atıyorduk. Boğazları da İngilizler ile birlikte işletiyorduk. Soçi mutabakatını bile koruyamayanlar, Sevr’i yırtıp atanlara dil uzatamazlar. Soçi mutabakatını bile koruyamayanlar, Hatay’ı Misak-ı Milli’ye katanlara dil uzatamazlar. Bir Trump’ın, bir Putin’in ayağına gidenler, tüm dünyayı ayağına getiren Mustafa Kemal’e dil uzatamazlar.
Allah, bu toprakları bize vatan yapan şehit ve gazilerimizden razı olsun. Allah, vatanı düşmanın elinden alan, İstiklal Savaşı şehitlerimizden gazilerimizden razı olsun. Allah, Hatay’ı vatan toprağına katanlardan razı olsun. Allah, Kıbrıs şehitlerimizden, gazilerimizden razı olsun. Allah, PKK ile mücadelemizdeki şehit ve gazilerimizden razı olsun. Allah, Afrin ve İdlib’de şehit ve gazi olan evlatlarımızdan razı olsun. Allah, Mustafa Kemal Atatürk’ten, onunla yol yürümüş kahramanlardan bin kere razı olsun.
Değerli milletvekilleri, Moskova Protokolü bir ara çözümdür. Bu ara çözümü kalıcı hale getirebilmek için öncelikle devleti yönetenlerin, aklını başına alması gerekir. İktidardakilerin öğrenmemekte, anlamamakta ısrar ettikleri devlet insanı duruşunu göstermeleri gerekir. Buradan Sayın Erdoğan’ı bir kez daha uyarmak isterim.
Aziz milletim, sevgili gençler,tüm bunlar gözümüzün önünde yaşanırken, iktidardakiler, başka şeyler konuşmamızı istiyorlar. Meselelere sadece onların istediği pencereden bakalım, susup oturalım istiyorlar. Doğruları söyleyenleri, yine ve yeniden haklı çıkanları, hain ilan ediyor, milletimizin her ferdinden biat bekliyorlar. Son günlerde gazetecilere yönelik operasyonların altında işte bu sebep var.
Libya’daki şehitlerimiz üzerinden, FETÖ’cüleri sevindirecek operasyonlara imza atıyorlar. Libya’da şehit olan istihbaratçımızın cenazesini bahane edip, FETÖ’nün ilk hedefi olmuş gazetecileri yeniden hapse gönderiyorlar. Bakın, daha önce söyledim, şimdi de tekrar edeyim: Madem şehit istihbaratçımızın cenaze töreni o kadar gizliydi, siyasi parti temsilcilerine kadar herkesi neden davet ettiniz? Madem Libya’daki unsurlarımız bu kadar gizliydi, Sayın Erdoğan dünyanın gözü önünde, "Milli İstihbaratımız Libya’da görev yapıyor” diye neden açık etti? Tüm bunlara rağmen illaki soruşturacaksanız, gidin, gizli kalması gerektiğine inandığınız o cenaze törenini, sızdıran mekanizmayı soruşturun. Gidin, gizli kalması gereken bir cenaze törenini, bu kadar açık ve korunaksız hale getiren işleyişi soruşturun. Bu açıklara göz yumduktan sonra haberi yapan gazeteciyi soruşturup cezaevine göndermek işin kolay yanı. Üstelik de bunu, FETÖ’nün yöntemleriyle yapmak en kolayı.
Arif Kabadayı şarkısında ne güzel anlatıyor, “Öyle bir zаmаnа geldik, ilim cаhillere kаldı. O аnlаttı, biz dinledik, imаn imаnsızа kаldı. Hаk diyerek düştük yolа, kulluk eder olduk kulа. Adаleti tаlаn ettik, Vicdаn vicdаnsızа kаldı.”
Değerli milletvekilleri, biz demokraside, hukukta, adalette ısrar etmeye devam edeceğiz. Çünkü demokrasinin, adaletin, yara aldığı hiçbir yer güvenli değildir. Sosyal olarak da güvenli değildir, ekonomik olarak da güvenli değildir. İşte son örnek, bir süredir her yerde aynı algı kampanyasıyla karşılaşıyoruz; “2019 yılının son çeyreğinde Türkiye yüzde 6 büyüdü” deniyor. Diğer yandan, 2019’un tamamındaki büyüme rakamı yüzde 0,9 olarak ilan edildi. Bu ise 2009’dan bu yana gerçekleşen, en düşük büyüme oranı. Kamu harcamaları ve kredi pompalanmasıyla elde edilen bu rakam, “Kalitesiz Büyüme” olarak ifade ettiğimiz sürecin devam ettiğinin bir göstergesidir. Yani, aslında işlerin iyiye değil, kötüye gittiğinin göstergesidir.
Bakın, her geçen gün Türk ekonomisi, uluslararası rekabetin dışına itiliyor. Dünya ekonomisinden aldığımız pay, 2017 yılında yüzde 1,06 iken, bugün yüzde 0,86’ya düştü. Son 6 yılda milli gelirimiz, yüzde 21 azaldı. 2013 yılında 12 bin 500 dolar olan kişi başı milli gelirimiz, bugün 17 bin 500 dolara gelebilecekken, iktidarın başkanlık sistemi macerası sonucunda, 9 bin dolarda takıldı kaldı.
Son 6 yılda, her bir vatandaşı, 5bin 000 dolar daha zengin olabilecekken 3 bin 500 dolar fakirleşmiş bir Türkiye ile karşı karşıyayız. İşte size krediye, borca bağımlı üretim modelinin bizi getirdiği nokta; istihdam ve gelir yaratamayan, günbegün fakirleşen bir Türkiye…
Damat beye göre güya ekonomi dengeleniyor ama işsizlik azalmıyor, vatandaşın geçim sıkıntısı bitmiyor, enflasyon düşmüyor. Güya ekonomi dengeleniyor ama esnaf, çiftçi, sanayici, borçlarının altında ezilmeye aynen devam ediyor. Güya ekonomi dengeleniyor ama vatandaş kredi kartı borcunu ödeyemiyor, icradaki dosya sayısı her gün artmaya devam ediyor.
İktidara geldikleri 2002 yılında, hane halkına düşen borç 7 milyar liraydı. Bugün 88 kat arttı, 622 milyar lira oldu. İktidara geldiklerinde, reel sektörün borcu 88 milyar liraydı. Bugün 33 kat arttı, 2 trilyon 925 milyar lira oldu. İktidara geldiklerinde, çiftçilerimizin borcu 3 milyar liraydı. Bugün 40 kat arttı, 120 milyar lirayı aştı. Büyüyen, gelişen, Türk ekonomisi değil, sırtımızdaki borç yüküdür.
2002’de ekonomik kriz koşullarında, kamu, özel sektör, hane halkı, bankalar, belediyeler yani ekonomideki tüm kesimlerin; iç ve dış toplam borcu, 386 milyar liraydı. O şartlarda bile, Türkiye’nin toplam borcu neredeyse milli gelirimize eşitti. Peki bugün ne durumdayız? Bugün, Türkiye’nin toplam borcu 5 trilyon 835 milyar lira. Milli gelirimizin yüzde 40 fazlası. 2002’de her bir bebek 1.752 dolar borç yüküyle doğuyorken, bugün 5 bin 300 dolar borç yüküyle doğuyor. Ben bu rakamları söyleyince Sayın Erdoğan çok kızıyor. “Türkiye ekonomisini 3,5 kat büyüttük” diyor. Türk Ekonomisi 3,5 kat büyüyebilmek için 15 kat borçlanmış Nedense Sayın Erdoğan bunu söylemiyor... Kendisine soruyorum, büyüyen ekonomi mi, yoksa borç mudur? Milletimize reva gördüğünüz ekonomik tablo bu mudur? Çocuklarımıza bırakacağımız Türkiye bu mudur? Torunlarımız için hayal ettiğimiz Türkiye bu mudur?
Ekonominin şaha kalktığını iddia eden Sayın Erdoğan ve damadına bir önerim var; benim yaptığım gibi Anadolu’nun ilçelerini, köylerini dolaşsınlar. Gitsinler, ekonominin şaha kalktığı masalını, bir de oralarda anlatsınlar bakalım. Mesela İstanbul’da bir pazar alışverişine çıksınlar. Gitsinler, enflasyonun nasıl dengelendiğini, oradaki vatandaşa anlatsınlar bakalım. Aynı masalları oralarda anlatsınlar da vatandaş kendilerini nasıl süpürgeyle kovalıyor görsünler.
Ortaya çıkan çok net bir tablo var, vatandaş ekonomideki bu iyiye gidişi “hissetmiyor”. Buradan milletimize soruyorum, geçen seneye göre alım gücünüz daha mı yüksek? Yiyecekler, giyim daha mı ucuz? Çocuğunuzun cebine daha fazla harçlık koyabiliyor musunuz? Faturaları daha mı rahat ödüyorsunuz? Bütün dünyada petrol ve doğal gaz fiyatları düşerken sizin ısınma masraflarınız düştü mü? Eğer bunlara “evet” diyemiyorsanız Damat beyin “ekonomi iyiye gidiyor” sözleri sizinle alay etmekten başka bir şey değildir.
Yol arkadaşlarım, işsizliğe, yoksulluğa çözüm bulamayan Damat bey ve kurmayları, başta kamu bankaları olmak üzere, bütün bankacılık sistemine tüketici kredilerini arttırmaları için direktif vermeye başladılar. Geçen senenin sonundan itibaren tüketici kredilerinde olağanüstü artışlar görmeye başladık. Bankalar, arabanıza aldığınız benzinden market alışverişine kadar her harcama için kredi vermeye başladı.
Allah aşkına, bu nasıl çarpık bir ekonomi politikasıdır? Vatandaşın alım gücünü arttırmak yerine, neden bankalara daha çok borçlandırıyorsunuz? Uzun dönemli sürdürülebilir politikalar üretmek yerine neden günü kurtarmaya çalışıyorsunuz? 300 bin lirayı bulan ihtiyaç kredilerini verip, batık kredileri de vatandaşın sırtına vergilerle bindirmeknasıl bir anlayıştır? 2018’in ikinci yarısındaki hatalarınızdan neden ders almıyorsunuz?
Bu gidişin sonu, vatandaşın borcunu ödeyemez duruma gelmesidir. Bunu görmüyor musunuz Maalesef, görmüyorlar. Çünkü görmek istemiyorlar. Biz, daha ilk günden beri bu politikaların sürdürülemez olduğunu söylüyoruz. Türk ekonomisinin hemen uygulamaya konacak, yapısal reformlara ihtiyacı olduğunu, günü kurtarmaya dönük ekonomi politikalarının Türkiye’yi herhangi bir yere taşıyamayacağını anlatmaya çalışıyoruz. Ama iktidar, tüm uyarılarımıza rağmen bu sürdürülemez durumu, sürdürmekte ısrar ediyor.
Bir Türkiye düşünün ki piyasadaki güven yok olmuş, yatırımlar 5 çeyrek üst üste azalmaya devam ediyor. Bir Türkiye düşünün ki ihracatçısı, daha fazla malı daha ucuza satmak zorunda kalıyor. Çiftçisi, aylarca emek verdiği mahsulünü para etmiyor diye feryat figan derelere döküyor.
Bir Türkiye düşünün ki genci AVM’lerde vakit öldürüyor. İşsizi canına kıyıyor. Sayın Erdoğan ve damadının yeni Türkiye’si işte budur. Bu, bizim kabul edebileceğimiz bir Türkiye olamaz. Bu, bizim çocuklarımıza reva gördüğümüz bir Türkiye olamaz.
Aziz milletim, Türkiye bu sarmaldan çıkar. Yeniden ayağa kalkabilmek için tüm politikalarımızın merkezine, “kalkınmayı” yerleştirmek zorundayız. 21. yüzyılının ilk çeyreğinin sonuna gelirken Türk medeniyetinnin önündeki “kızıl elma” işte budur.
Bugün, sokakta, çarşıda, pazardaki sıkıntılarımızın çözülmesi; bugün, ülkemizin karşı karşıya olduğu tehditlerin aşılması; bugün, geleceğe dair kaybettiğimiz umutlarımızı yeniden yeşertmemiz; ancak ve ancak, derhal gerçekleştirilecek yapısal reformlar ile mümkündür. Ama Türkiye için kritik öneme sahip bu yapısal reformları, Sayın Erdoğan’ın kişisel hırsları çerçevesinde, kendisine özel olarak tasarlanmış Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nde kalarak yapamayız.
Çünkü yapısal reformlar, demokrasinin ve hukukun üstün olduğu bir ülke ister. Yapısal reformlar, devlette şeffaflık, kamuda liyakat ister. Yapısal reformlar, akıl ister, sağ duyu ister. Yapısal reformlar, mutlu, zengin ve güçlü bir Türkiye vizyonu ister. Yani yapısal reformlar, İyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistem ister.
Dava arkadaşlarım; varsın onlar, istedikleri gibi yalan söylesinler. Varsın onlar, rakamları diledikleri gibi çarpıtsınlar. Varsın onlar, kendi masallarına kendileri inansınlar.
Ben, vatandaşımın ayağına gidiyorum, gerçekleri görüyorum. Girdiğim işyerlerinde, oturduğum taksi duraklarında, misafir olduğum kahvelerde bambaşka bir Türkiye var. Umutsuz ve dertli bir Türkiye var.
Benim, işte buna itirazım var. Milletimize varlık içinde yokluk çektirenlere itirazım var. Kadınlarımızı mutsuz edenlere itirazım var. Gencimin umudunu söndürenlere itirazım var.
Çünkü benim ülkeme borcum var. Çünkü bizim milletimize borcumuz var. Çünkü her birimizin şehitlerimize borcu var. Ruhları şad olsun diye, onlara layık olabilelim diye, ilçe ilçe, köy köy, kapı kapı gezecek, gerçekleri iktidarın yüzüne vurmaya devam edeceğiz.
Bu hafta Tekirdağ’dayım. Yüzleri yok, gelemezler ama Sayın Erdoğan ve damadını da beklerim. Gelsinler de ekonomi şaha mı kalkmış, yere mi batmış yerinde görsünler…
İyi Partili cesur kardeşlerim, onlar, millete sırtlarını dönseler de onlar, gönüllerini milletin dertlerine kapasalar da onlar, milletin feryadına kulaklarını tıkasalar da biz, milletin sesi olmaya devam edeceğiz. Biz, işte böylesine kutsal bir yolun yolcularıyız. Allah, bu yolda, yar ve yardımcımız olsun. Sağ olun, var olun. Allah’a emanet olun."