T24 Haber Merkezi
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, iktidarın ekonomi politikalarını eleştirdiği partisinin grup toplantısında, "6 aydır öve öve bitiremedikleri rekabetçi kur masalı, gelinen noktada adeta bir korku filmine dönüştü; beş tepe sokağında kâbus!" benzetmesi yaptı.
Akşener, "Ez cümle Bay Kriz ve arkadaşlarının bu dahiyane ekonomik modelleri sonucunda iyiye giden tek bir ekonomik gösterge bile yok. Ama ilginçtir milletimiz böyle ibretlik bir tabloyla karşı karşıyayken bu arkadaşlar hala bizleri, ısrarla her geçen gün ağırlaşan sorunlarımızın aslında var olmadığına ikna etmek için uğraşıyorlar. Ekmek kuyruğu da yok. İşsizlik de yok. Yoksulluk da yok. Yolsuzluk da yok. Hatta Türkiye’de hiçbir sorun yok, milletçe Şirinler Köyü’nde yaşıyoruz" eleştirisi getirdi.
"Bu kafayla attıkları her adım da maalesef milletimizin ve memleketimizin zararına sonuçlanıyor" diyen Akşener, Varlık Fonu tarafından satın alınan Türk Telekom'u hatırlattı; "90’lı yılların ortasında, 25-30 milyar dolar arasında, değer biçilen Türk Telekom’un, yüzde 55’ini, ailece muhabbet kurdukları, Lübnan’lı Hariri’ye 'Özelleştirme yapıyoruz, yabancı sermaye giriyor.' tezahüratları eşliğinde, 6 buçuk milyar dolara sattılar. Hariri, gözlerinin önünde Türk bankalarından kredi kullandı. Gıklarını çıkarmadılar. Sözleşme gereği söz verdiği hiçbir yatırımı yapmadı. Dönüp tek bir laf etmediler. Türk Telekom’un kârını cebine indirdi. 'Sen ne yapıyorsun?' demediler. Cumhuriyet tarihinin en büyük soygununa bilerek ve isteyerek göz yumdular" ifadelerini kullandı.
Öte yandan Erdoğan'ın doktorlara ilişkin "Giderlerse gitsinler" minvalindeki açıklamasına da sert bir dille tepki gösteren Akşener, "Haksız ve mesnetsiz saldırısının temelinde, aslında sağlık sektörünü, yabancılara ve rantçılara peşkeş çekmiş olduğu gerçeğini saklama çabası var" dedi. Erdoğan'ın yıllar önce söylediği, "Doktorlara iğne miğne olmuyorum hemşirelere oluyorum, doktorların o yanı zayıf" ifadesini hatırlatan Akşener, o gün şok geçirdiğinin altını çizerek, "Bu, tıp mezunu bir doktorla, sağlık okullarından mezun olmuş ama birbiriyle çalışmak durumunda olan iki çalışanı arasına fitne koymak ve ikisini birbirinin karşısına dikmektir" dedi. Akşener, doktorlara, "Sizi birbirinizin karşısına dikmek istiyor" diye seslendi.
Akşener’in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Konuşmama başlarken, hepimizi gururlandıran bir gelişmeyi, sizlerle paylaşmak istiyorum: Polonya Parlamentosu Dünya Türklüğünün ve Kırım’ın sembol ismi ömrü sürgünlerde zindanlarda, mücadeleyle geçmiş değerli büyüğüm Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun Nobel Barış Ödülü’ne, aday gösterilmesi için karar aldı. Polonya parlamentosunun aldığı kararı, İYİ Parti olarak, büyük memnuniyetle karşılıyoruz. İstiyoruz ki biz de Türk Milleti’nin yegâne hafızası, milletimizin kutsal çatısı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde alacağımız benzer bir kararla destek olalım. Kahramanımızı, Nobel Barış ödülüne aday gösterelim. Bizim için siyaset üstü olan böyle özel bir konuda tüm siyasi partilerin desteklerini bekliyor grup başkanvekilliklerin gerekli adımları ivedilikle atmaya davet ediyorum. "
"Çanakkale cumhuriyetimize giden yolda döşenen ilk taştır. Medeniyet yolunun taşlarını yalnızca cesurlar döşer. Çanakkale işte o cesaretin ta kendisidir. Ak Parti iktidarının akıl ve bilimden uzak cumhuriyet değerlerimizle sorunu olan yönetim anlayışı, artık iyice hastalıklı bir hal aldı. Machiavelli'i gururlandıracak ya da adamı yattığı yerde döndürecek türden bir bakış açısına sahip üstün liyakatli AK parti kadrolarının elinde ekonomimiz can çekişiyor. 6 aydır öve öve bitiremedikleri rekabetçi kur masalı, gelinen noktada adeta bir korku filmine dönüştü; beş tepe sokağında kâbus!"
"Ez cümle Bay Kriz ve arkadaşlarının bu dahiyane ekonomik modelleri sonucunda iyiye giden tek bir ekonomik gösterge bile yok. Ama ilginçtir milletimiz böyle ibretlik bir tabloyla karşı karşıyayken bu arkadaşlar hala bizleri, ısrarla her geçen gün ağırlaşan sorunlarımızın aslında var olmadığına ikna etmek için uğraşıyorlar. Yani ekonomik modeller gelip geçiyor, ama ikna siyaseti tam gaz sürüyor… Nitekim geçtiğimiz günlerde, Bay Kriz çıktı, 'Bizim Ayçiçek yağı, zeytin yağı gibi sorunlarımız yok.' dedi. Şaşırdık mı? Şaşırmadık. Çünkü, kendisine göre, ülkemizde zaten; Evine ekmek götüremeyen de yok. Akaryakıt kuyruğu da yok. Ekmek kuyruğu da yok. İşsizlik de yok. Yoksulluk da yok. Yolsuzluk da yok. Hatta Türkiye’de hiçbir sorun yok, milletçe Şirinler Köyü’nde yaşıyoruz."
"İşte Sayın Erdoğan’ın fantastik dünyasında her şey bu sistemle işliyor. Yani, bırakın sorunlarımızı çözmeyi daha sorunlarımızın varlığını bile, kabul etmiş değiller. Bu kafayla attıkları her adım da maalesef milletimizin ve memleketimizin zararına sonuçlanıyor. Nitekim, bunun son örneğini, Cumhuriyet tarihinin, en büyük vurgunlarından biri olan, Türk Telekom’da gördük. 90’lı yılların ortasında, 25-30 milyar dolar arasında, değer biçilen Türk Telekom’un, yüzde 55’ini, ailece muhabbet kurdukları, Lübnan’lı Hariri’ye 'Özelleştirme yapıyoruz, yabancı sermaye giriyor.' tezahüratları eşliğinde, 6 buçuk milyar dolara sattılar. Hariri, gözlerinin önünde Türk bankalarından kredi kullandı. Gıklarını çıkarmadılar. Sözleşme gereği söz verdiği hiçbir yatırımı yapmadı. Dönüp tek bir laf etmediler. Türk Telekom’un kârını cebine indirdi. 'Sen ne yapıyorsun?' demediler. Cumhuriyet tarihinin en büyük soygununa bilerek ve isteyerek göz yumdular.
En sonunda Hariri cebine indirdiği kâr dışında, her şeyi bırakıp gidince de hisseler, kredi aldığı bankalara devroldu. Peki soygun burada bitti mi? Hayır bitmedi. Sözleşme, 2026’da sona ereceği için hisseler, 2026 yılında zaten ücretsiz olarak devlete geçecekti. Onlar ne yaptı? 2026’yı beklemediler, Varlık Fonu’na, 1 milyar 650 milyon dolara, tabiri caizse çaktılar... Yani, milletin kesesinden, 24 buçuk milyar lirayı daha zarar hanesine yazdılar. Pandemide vatandaşına, ancak 10 milyar liralık, nakit desteği verebilen Bay Kriz, eski dostu Mösyö Hariri için, 24 buçuk milyar lirayı bir çırpıda harcadı. Dile kolay… 24 buçuk milyar lira.
Hani, 'kaynak kaynak' diye geziyorlar ya… Bu parayla, 1 yıl boyunca, ilköğretimdeki çocuklarımıza, bedava kahvaltı ve öğle yemeği verebilirdik. Bütün çocuklarımıza, okul öncesi eğitim sağlayabilirdik. Çiftçilerimize verilen desteği, iki katına çıkarabilirdik. Tüm öğrencilerimize, bir yıl boyunca, bedava internet verebilirdik. Derin yoksullukla mücadele eden 4 milyon kadına, bir yıl boyunca, ayda 500 lira gelir desteği sağlayabilirdik. Şu vicdansızlığa bakar mısınız? Yazıklar olsun. Meclis grubumuz, bu konuyla ilgili önergemizi verdi. İnsanlarımızın, derin yoksullukla mücadele ettiği, Vatandaşımızın, enflasyon canavarına, göz göre göre ezdirildiği, Annelerin, bebek bezi yerine, naylon poşet kullanmak zorunda bırakıldığı, böyle zor bir dönemde; milletimizin gözünün içine baka baka yapılan, bu rezilliğinin peşini bırakmayacağız."
“Bir yandan, ilçe ziyaretlerimize devam ederken, Bir yandan da, iktidarın yolunu unuttuğu, o evleri ziyaret ediyorum. Öyle şeyler dinliyor, öyle şeyler öğreniyor ve öyle şeylere şahit oluyorum ki; Bir süre sonra, artık kalbim ağrıyor… Rahmetli Müslüm Baba gibi diyorum ki, batsın bu dünya, batsın bu dünya be batsın bu dünya!"
"Geçen hafta, Sultanbeyli’deydim. İsimleri bende saklı ama bu kardeşlerimin hikâyelerine, hepiniz şahit olun istiyorum. Mesela eşini Kovid’den kaybetmiş, yarım gün tekstil işine giderek günde 50 lirayla geçinmeye çalışan bir kardeşim diyor ki; ‘Görüp de canları bir şey ister diye çocukları markete götüremiyorum. Akşama yayla çorbası yaptım. Gücümüz yetip de, bir tavuk alamıyoruz artık. Fırın yakamıyorum, ütü yapamıyorum. Ona rağmen, elektrik faturamız 200 lira geliyor.’"
“Mesela bir başka kardeşim diyor ki ‘Evin kadını olarak, kek yapmak istiyorum ama maliyetini düşünerek vazgeçiyorum. Önceden misafir çağırmaktan mutlu olurduk. Artık korkuyoruz.’ Mesela eşi asgari ücretle çalışan, 4 çocuklu bir ev kadınımız diyor ki ‘Doğalgaz 900, elektrik 400 lira geldi. Çocuklara harçlık veremiyoruz.’ Mesela hayalin en dedim. Ev kirasını ödeyebilmeyi hayal ettiğini söyledi bu kadın. Gencecik bir kadın. Yanlış duymadınız, ülkemizde bir kadın kirasını ödeyebilmeyi hayal ediyor. Böyle bir şey olabilir mi!"
"Hani iki ayyaş diye hakaret ettikleri bu ülkenin kurucu lideri Atatürk ve onun yakın arkadaşı İnönü var ya, cumhuriyet yeni kurulmuş, fabrikalar yapmaya çalışıyorlar her şeyi böyle gıdım gıdım artırıp yatırım yapmaya çalışıyorlar. Tarımı kalkındırmaya çalışıyorlar ama elbette savaştan çıkmış bir ülkede yokluk var. O yokluğun nasıl paylaşıldığını söyleyeyim size. O devrin bakanlarının çocuklarına 5 metre 3 metre neyse Amerikan bezi verilirmiş. O Amerikan bezinden boyanmış elbiseyi giren ablam anlattı. İnönü’nün ailesine de tabii veriliyor. Hepsine veriliyor. Bu bakanların eşlerinin bir kısmı beyaz düz Amerikan bezi denilen kumaşı boyamakta usta bir kısmı da onları dikmekte usta. Bir araya gelip o çocuklarının bezini diken çocuklarına giydiren ve okula giderken mesela Özlem Toker’in ayakkabısının altının tam bu kadar pençeyle kalın bir şekilde olduğu söylüyorlar. Ama aynı şekilde Zerrin ablamın ayakkabısının altı da bu kadar. Bu ne biliyor musunuz? Yokluğu paylaşmak, vatandaşımda ne eksikse o bende olamaz demek. O okunan okullarda parlak zeki genç kızların genç delikanlı çocukların gazinin maaşından ayrılan parayla okutulduğunu biliyor musunuz? Buna karşılık 11 maaş alanlar ve 500 milyon dolarlık uçaklarda gezenler sarayda sefa sürenler, 18 yaşındaki oğlu bali içmesin diye dershaneye gönderebilmek için gayret eden ev kadınları! Günahtır günah. Kul hakkıdır, haramdır, haram!
Atatürk ile sultan Abdülhamit Han’ı karşı karşıya getirdiler. He ikisi de bu milletin modernleşmesi için en önemli kurumları açmış iki kişi. İkisi arasında onları dövüştürerek birinin birine üstün olduğunu iddia ederek elinize ne geçti muhteremler? Yaptığınız o iğrenç dizilerle Abdülhamit Han’ı ne hallere düşürdünüz be! Tarih bilgisinden yoksun tipler! Her birinize tarih, Türkçe okumuzu öneriyorum. 100 sayfa coğrafya okumanızı öneriyorum. Felsefeyi mantığı söyleyemem akılları yetmez."
"Aziz milletim, değerli milletvekilleri geçtiğimiz Pazartesi günü, Tıp Bayramı’ydı… 14 Mart’ta, biz aslında neyi kutladık, biliyor musunuz? Söke söke aldığımız, bağımsızlığımızı kutladık. Vatanımız için verdiğimiz, şanlı mücadeleyi kutladık. Aslında biz, 14 Mart’ta Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'den yükselen, cesareti kutladık. Gelin, Türk doktorlarının, bağımsızlık aşkının sembolü olan Tıp Bayramı’nın hikâyesini, bir kez daha hatırlayalım. 1919 yılında İstanbul’un işgal altında olduğu günlerde; İngilizler, dönemin Tıp Fakültesi olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binasına, el koymuştu. Tıbbiye öğrencileri bu duruma sessiz kalmamak için aralarından Hikmet Boran’ı önder seçerek işgali, protesto etmeye karar verdiler. Bunun için de dev bir Türk bayrağı hazırladılar. 14 Mart sabahında, İngiliz nöbetçileri atlatıp, Tıbbiye binasının kuleleri arasından al bayrağımızı dalgalandırdılar. İşte, Tıbbiyeli Hikmet’in etrafında birleşen o gençler karanlık işgal günlerimize, umut oldular… Bağımsızlık hikâyemize, nefes oldular… Şanlı mücadelemize, ‘bayram’ oldular… Amaaa, hikâye burada bitmedi. Biliyorsunuz 1919 yılı, aynı zamanda Atatürk’ümüzün, milletimizi kurtuluşa hazırladığı yıldı. Samsun’dan başlattığı o kutlu yürüyüşte, Sivas’a geldiğinde; Tıbbiyelilerin temsilcisi olarak seçilen, Henüz 19 yaşındaki Hikmet Boran da oradaydı… Sivas Kongresi’nde manda ve himaye fikrini savunanlarla, tam bağımsızlığımızı savunanların tartıştığı sırada Tıbbiyeli Hikmet, coşkuyla Mustafa Kemal Atatürk’e seslendi. Dedi ki; ‘Paşam, delegesi bulunduğum Tıbbiyeliler, beni buraya bağımsızlık davamızı, başarmak yolundaki mesaiye, katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem… Eğer kabul edecek olanlar varsa bunlar her kim olursa olsun, şiddetle reddeder ve kınarız. Farzı muhal, manda fikrini siz kabul ederseniz; sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i ‘vatan kurtarıcısı’ değil, ‘vatan batırıcısı’ olarak adlandırır ve lanetleniriz.’ Tıbbiyeli Hikmet’in yüreğinden kopan bu sözler karşısında; Mustafa Kemal Atatürk ne dedi biliyor musunuz? ‘Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak dahi, mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal ya ölüm!'"
"Başta vatanımızın kurtarıcısı Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere cesaretin sesi olan doktor Hikmet Boran'ı cesaretin yüreği olan tıbbiyelerimizi ve cesaretiyle destan yazan tüm istiklal kahramanlarımızı saygı ve rahmetle anıyorum. Yürüdüğümüz bu çetin yolda cesaretleriyle bize rehber oldukları için Allah onlardan razı olsun."
"Bu vesileyle, bir kez daha; Ülkemizin bağımsızlık ateşine har olan kendini, mesleğine, vatanına ve milletine adayan, Tıbbiyeli Hikmet’in açtığı bayrağı, bugün devralan, Fedakârlığın ve özverinin simgesi tüm hekimlerimizin, 14 Mart Tıp Bayramı’nı, yürekten kutluyorum. İyi ki varsınız!"
"Unuttuk, 2003 yılıydı yanlış hatırlamıyorsam bay kriz çıktı bir gene toplantıda şok geçirmiştim ben, geçirmiştim ki “doktorlara iğne miğne olmuyorum hemşirelere oluyorum, doktorların o yanı zayıf.’ Bu ne demekti hiç düşünüldü mü? Bu tıp mezunu bir doktorla sağlık okullarından mezun olmuş ama birbiriyle çalışmak durumunda olan iki çalışanı arasına fitne koymak ve ikisini birbirinin karşısına dikmek. Hemşireyi gariban safında tarifleyin sizi de asortikler tarafında tarifleyip o günlerde size bir bakış açısı oluşturmaya çalışmıştı. Bu iki meseleyi doğru görmezsek maaşlar üzerinden başlatılan bu konun doktorların az maaş çok maaş alma meselesi olarak görürsek gerçekten bu arkadaşa hizmet etmiş oluruz. Bu arkadaşın kutuplaştırma diline hizmet etmiş oluruz. Niye 8-9-10 bin lira maaş diyor. Sağlık çalışanlarının diğer mensuplarının buradan daha az olduğu için. Sizi birbirinizin karşısına dikmek istiyor hocam."
"Cumhuriyetimizin vizyonunu da unutturmayacağız değerlerini de unutturmayacağız."
"Cumhuriyetimizin yetiştirdiği değerli doktorlarımız; büyük fedakârlıklarla, özveriyle ve zorluklarla çalıştığınızı biz biliyoruz. Kıymetli mesleğinizin, hak ettiği saygınlığı göremediğinizi, biz biliyoruz. Çalışma saatlerinden, şiddete kadar, türlü haksızlığa maruz kaldığınızı biz biliyoruz. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de anlayışsız, düşmanca ve şımarık tavırlarla karşı karşıya kalıp, nasıl yıpratıldığınızı, biz biliyoruz. Ama biraz daha sabredin, çok az kaldı! Mutlu ve huzurlu günler görmenize, Emin olun çok az kaldı! İyi Parti iktidarında; sizin daha fazla hor görülmenize, müsaade etmeyeceğiz. Hiç merak etmeyin."
“Milletçe adeta Dr. Jekyll ile Bay Hyde‘ın hikâyesini yaşıyor gibiyiz. Bir sayın Erdoğan var bir de bay kriz var. Bay kriz kovuyor ertesi gün sayın Erdoğan dua okuyor. Memleketi kim yönetiyor belli değil. Tüm bu şizofrenik türbülansı içinde olan bize oluyor. Allah sonumuzu hayreylesin.”
“Değerli dava arkadaşlarım bağımsızlık, hakikatin dile geldiği yerde başlar. Bay Kriz’in doktorlarımıza haksız ve mesnetsiz saldırısının temelinde, aslında sağlık sektörünü, yabancılara ve rantçılara peşkeş çekmiş olduğu gerçeğini saklama çabası var. Bugün milletimiz, eczaneye gittiğinde ya ilaç bulamıyor ya da fahiş zamlarla karşılaşıyor. Bunun başlıca nedeni de ilaçta tamamen dışa bağımlı hale gelmemiz. Çünkü Ak Parti iktidarı, Cumhuriyetin kurduğu ve Türk Milleti’ne ait olan, bütün değerleri elden çıkardığı gibi, geçmiş hükümetlerin, 1979 yılında açtığı, SSK İlaç Fabrikası’nı da, 2005 yılında kapattı. Bu fabrika, ağrı kesiciler, ateş düşürücüler, antibiyotikler ve antiseptikler gibi memlekete en çok ve en sık tüketilen ilaçların, kendi bünyesinde üretimine önem veriyordu. Kapatılmasıyla da, vatandaşlarımız, yabancı ilaç üreticilerinin insafına mahkum oldu. Yani insanlarımız, yabancı tekellerin elinde olan ilaç firmalarının kârı için adeta kurban edildiler.
Bir diğer gudubet uygulama da şehir hastaneleri. Şehir hastanelerini inşa eden ve işleten yandaş şirketlere, her yıl milyarlarca lira kira ödüyoruz. 2021 yılında, 14.3 milyar lira ödendi. Ayrıca bu hastanelere, tam 25 yıl garanti verildi. Üstelik bu garanti ödemeleri, döviz kurundaki değişikliklere göre güncelleniyor. Yani, Türk lirasında bu sene yaşanan ciddi değer kaybıyla birlikte, kira ödemeleri birkaç kat artacak. İşin acı tarafı da ne biliyor musunuz? Şehir hastanelerinin 3 yıllık kiralarıyla, yatırım maliyetleri karşılanabiliyor. 22 yıl boyunca ödenen kiralar da şehir hastanelerini yapan ve işleten şirketlerin kârı oluyor. Yani, Türk doktorunun özlük hakları için kullanacağımız kaynağı, Türk Milleti’nin ilaç harcamalarını desteklemek için kullanacağımız bütçeyi Sayın Erdoğan’ın rantçılarını zengin etmek için kullanıyoruz."
"Bitmedi, dahası var. Rantın 5 atlısı, bir de gidip, utanmadan, Dünya Bankası’nın, yatırım sigortası birimi, MIGA’ya sözüm ona yatırımları için, siyasi risk sigortası yaptırmışlar. Bu vesileyle, yolsuzluğu da sigortalamak mümkünmüş onu da öğrenmiş olduk… Sigortada tarif edilen siyasi risklerden biri de kamulaştırma. Yani bu fevkalade zeki arkadaşlar Ak Parti iktidarı sona erdiğinde, yaptıkları onca usulsüzlük ve yolsuzluk açığa çıktığında yeni gelen hükümet, kamulaştırmaya başvurmasın diye, bu yola başvurmuşlar.
Yalnız maalesef kendilerine kötü bir haberim var: İstediğiniz sigortayı yaptırın, bizim için hiç fark etmez. Yolsuzluk, her yerde yolsuzluktur. Usulsüzlük, her yerde usulsüzlüktür. Hırsızlık, her yerde hırsızlıktır. Hiç kusura bakmayın. İktidar geldiğimizde, ki aslanlar gibi geliyoruz, o hastanelerin sözleşmelerini tek tek inceleteceğiz. İhalelerdeki usulsüzlükleri, sözleşmelerdeki hukuka aykırılıkları, şirketlerin, sözleşmelere uymayan işlemlerini, birer birer tespit edeceğiz. Ve uluslararası hukuku kullanıp gerekirse tek taraflı olarak feshedeceğiz. Ondan sonrası sizinle yolsuzluklarınızı finanse ettirdiğiniz, kredi kuruluşları arasında… Bizi ilgilendirmez."