İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, "Kültür devrimi olarak Cumhuriyet bizim alfabemizi, dilimizi, bütün düşünmemizi yok etmiştir" diyen AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal'a sert sözlerle tepki gösterdi. "Cumhuriyetin edebiyata, düşünce dünyamıza, bilime ve eğitime katkılarını; Cumhuriyetin ne büyük bir şahlanış olduğunu; bu aziz milletin oyuyla seçilmiş olan bir vekile, anlatmak zorunda olduğum için gerçekten utanç duyuyorum!" diyen Akşener, "Neymiş? Bu Türkçe ile düşünce üretilmezmiş. Bu sözleri, cahillikle açıklamaya kalkmak, cahillik kavramının içini boşaltmak olur. Bu düpedüz patolojik bir Cumhuriyet nefretine kılıf bulma gayretidir. Ve tepeden tırnağa, art niyetlidir" dedi.
"Siz bu millete bu memlekete yararı olan bir değer setine sahip oldunuz da Cumhuriyet mi size engel oldu? Yuh olsun! Yazıklar olsun!" diye sitem eden İyi Parti lideri, "Cumhuriyeti kuranları kötüleyip, vatanı satanları yüceltenlerin, hürriyetin tarihini beğenmeyip istibdatın tarihini yazma heveslerinin ardında ne yattığını da çok iyi biliyoruz. Onların sahip olmayı düşledikleri o düşünce setinin Cumhuriyet düşmanı, Atatürk düşmanı, Türkçe düşmanı, Türk düşmanı ve öz kültürüne yabancı, gayri milli bir düşünce seti olduğunu da çok ama çok iyi biliyoruz. İşte o nedenle aslında bugünkü mücadele Ak Parti ve İYİ Parti mücadelesi değildir. Bugünkü mücadele Vahdettin’in gemisine binenlerle Mustafa Kemal’in büyük vizyonunun peşinden gidenlerin mücadelesidir" dedi. Akşener, "Ve bizler, dimdik ayakta oldukça, kirli amaçlarına asla ulaşamayacaklar! Hürriyetine aşık aziz Türk milletine, asla diz çöktüremeyecekler!" diye ekledi.
Öte yandan Akşener, "Bugün ülkemizin içerisinde bulunduğu demokrasi krizinden rahatsız olan, tedirgin olan, konuşmak isteyen ama konuşamayan, bir şeyler yapmak isteyen ama tereddütleri olan herkesi, sadece milletin sesini duymaya, milletten aldığı yetkiyle, görevini yapmaya ve Türk demokrasisine bizimle birlikte sahip çıkmaya davet ediyorum!" çağrısını yaptı.
Akşener, grup toplantısının başında, AKP’den ve milletvekilliğinden istifa ederek İyi Parti’ye katılan Eşref Fakıbaba’ya rozet taktı.
TIKLAYIN - Ahmet Eşref Fakıbaba resmen İyi Parti’de: Rozeti Akşener taktı
Akşener'in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
Öncelikle, dün 5’inci yılını dolduran İYİ Parti’mizin, yeni yaşı kutlu olsun! Bize bu günleri gösteren, Yüce Allah’a şükürler olsun! 25 Ekim 2017’de; İnsanımız için, bir özgürlük yürüyüşünü, Devletimiz için, bir itibar yürüyüşünü, Milletimiz için, bir demokrasi yürüyüşünü, Güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye yürüyüşünü, ez cümle bir kutlu iktidar yürüyüşünü birlikte başlattık!
Son 5 yılda yaşananları, bir hatırlayın. İftiralar attılar ama attıkları bütün iftiralara, önce kendileri dolandılar. Karşımıza engeller çıkarttılar ama bizi yıldıramadılar. Önümüze duvarlar ördüler ama milletimizle buluşmamıza, engel olamadılar. Yolumuza tuzaklar kurdular ama Hakk’ın da bir planı olduğunu unuttular. Biz, bundan 5 yıl önce, onları uyarmıştık. İşte bu yüzden, yolumuza çıkan hiçbir korkağa eğilmedik, bükülmedik, yenilmedik!
"Sandık ufukta göründü. İYİ Parti iktidarı, hiç olmadığı kadar yakın. Vizyonumuz, projelerimiz, kadrolarımız hazır. İYİ Parti iktidara hazır! O kutlu gün gelip de milletimizden yetkiyi aldığımızda, sözümüzü mutlaka tutacağız. Ve milletimizi hak ettiği gibi güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye’ye, mutlaka kavuşturacağız. Emin olun ki başaracağız! Başaracağız! Başaracağız!
"Ülkemizin yaşadığı krizler sarmalı maalesef her geçen gün büyümeye devam ediyor. Derinleşen yoksulluk, insanımızı içine çekmeye devam ediyor. Maaşlar kuşa dönmeye, cepler boşalmaya devam ediyor. Çünkü büyük ekonomi gurusu Bay Kriz ve üstün yetenekli ekonomi ekibinin ‘Yeni Ekonomi Modeli’ diyerek pazarladıkları ucube model yüzünden ekonomimiz can çekişiyor. Ülkemizi, yap boz tahtasına çeviren, milletimizi de kobay olarak gören bu akılsız, şuursuz ve kuralsız ekonomi yönetimi, her hafta yeni bir zihni sinir deneyi Türkiye’ye dayatıyor. Bu deneyler zincirinin, son halkasının adı belli oldu: Merkez Bankası Olmayan Bir Ülke Deneyi. Hayırlı uğurlu olsun!
"Son zamanlarda, varlığı zaten meçhul olan, Merkez Bankası, geçtiğimiz günlerde 150 baz puanlık faiz indirimine gitti. Politika faizi yüzde 12’den yüzde 10 buçuğa indi. Ancak faizlerin düşüşü sadece kağıt üzerinde kaldı. Çünkü artık, piyasalar bile Merkez Bankası kararlarını piyasa deyimiyle söyleyeyim, ‘satın almıyor.’ Şirketlerin hiçbiri, Merkez Bankası’nın açıkladığı rakamlar üzerinden ticari krediye ulaşamıyor. Yani, Bay Kriz’in maharetli yönetimi sayesinde artık üfürme rakamlarla yapılan algı yönetiminin oyuncağı hâline gelmiş bir Merkez Bankamız var. Piyasanın bile itibar etmediği bir Merkez Bankası, aslında yok hükmündedir. Bu kadar basit. Ve maalesef geldiğimiz noktada Bay Kriz’in sözüm ona faizle olan savaşının bedelini ekonominin ağır gerçekleriyle karşılaşan cefakar milletimiz ödüyor. Bay Kriz’in keyfi uğruna, 85 milyonun geleceğiyle oynanıyor…
"Siz, Sayın Erdoğan’ın faize karşıyım pozlarına bakmayın. Bu dünyada faizcilerin en çok sevdiği kişi Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bir yandan, 'Faizle savaşıyorum' masalıyla milletimizi meşgul ederken öte yandan ne yapıyor? Milletin hazinesini, gidip tefecilerin ayaklarına seriyor. 2022 yılı bütçesinde, 240 milyar lira faiz ödemesi öngörmüşlerdi. Şimdi ne diyorlar? Faiz gideri 330 milyar lira. Üstelik, öyle de rahat söylüyorlar ki arada 90 milyar lira fark var ama bunlarda en küçük bir utanma belirtisi bile yok. Bir düşünün. O 90 milyar lirayla neler yapılmazdı ki? Mesela, gençlerimizin yurt sorunu çözülebilirdi. Mesela, çiftçiye gübre desteği verilebilirdi. Mesela, esnafa nakit desteği sağlanabilirdi. Ya da mesela, düşük emekli maaşlarının tamamı asgari ücret seviyesine çıkarılabilirdi. Peki Bay kriz, bütün bunlar yerine ne yaptı? 90 milyar lirayı götürdü, faize ödedi. Peki neden? Tamamen iş bilmezliği yüzünden. Ekonomiden anlayan herkes uyardı. Hatta yanı başındaki vicdan ve sağduyu sahibi partilileri bile uyardı. O ise dinlemedi bildiğini yaptı.
Şimdi sıkı durun, gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince ne olur? Diğerleri de yanlış devam eder. Ekonominin bu altın çocuklarının, 2024 yılı için öngördükleri faiz ödemesiyse 320 milyar liraydı. Şu anki tahminleri ne kadar biliyor musunuz? Tam 698 milyar lira… İki katından fazla. Tabi o da tutarsa… Üstelik bütün bu rakamlara 1970 model kur korumalı mevduat uygulaması da dahil değil.
"Şimdi, bir bu rakamlara, bir de çiftçiye ödenen destek rakamlarına bakınca, sizce kim faizci? Bir bu rakamlara bir de pandemide millete verilen nakit desteğine bakınca sizce kim faizci? Milletimiz kan ağlarken, faiz lobileri bayram ettiği bu tabloya bakınca sizce kim faizci? Milletimiz enflasyon altında ezilirken, bankaların 2022’in daha ilk 8 ayında geçen yıla göre, 5 kat yüksek kâr açıklamasına bakınca, Söyler misiniz bana, sizce kim faizci? Faiz baronu Bay Kriz inat ettikçe olan piyasalara, olan üreticilere, olan milletimize oluyor. Lafla, talimatla, Merkez Bankası yönetmekte ısrar ettikçe ekonominin gerçekleri bedel ödetiyor. Peki bu bedeli kim ödüyor? Tabii ki, milletçe biz ödüyoruz. Bu iktidar, artık insanlarımızın, güvenini kaybetti. Milletimiz, Sayın Erdoğan’a güvendi, oy verdi Ama bugün karşımızda artık bir başkası var. Bugün artık karşımızda, ‘milletin adamı’ diye ambalajlanan Sayın Erdoğan yok. Bugün artık karşımızda Türkiye’yi enflasyon canavarına kurban eden yandaşların, lobilerin, faizcilerin adamı, Bay Kriz var.
Biliyorsunuz Bay Kriz, iş siyasi polemiğe geldiğinde aile kurumu üzerinden hamaset yapmayı pek bir sever. Ama bu arkadaş aile kurumu diye, atıp tutarken sebep olduğu enflasyonun toplumda yarattığı sosyal erozyonun, ahlaki kırılmanın farkında bile değil. Ekonomik kriz almış başını gitmiş, bu arkadaş hâlâ açılış peşinde. Evlerde tencereler kaynamaz olmuş, Bay Kriz hâlâ nutuk atma peşinde. Toplumsal bir çöküşün ayak sesleri, artık duyulur olmuş, Sayın Erdoğan hâlâ, hamaset peşinde. Yazıktır, günahtır.
"Ak Parti iktidarının, istisnasız her meslek grubuna karşı yürüttüğü kendisinden olmayanı itibarsızlaştırma politikası geçtiğimiz hafta da öğretmenlerimizi vurdu. Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillerimizin mimarları olan öğretmenlerimiz yine Ak Parti’nin çarpık zihniyetinin prangalarına takıldı. Mesleki ve kişisel saygınlıkları bir kez daha çiğnendi. Sayın Erdoğan’ın Diyarbakır’da düzenlediği miting öncesinde; Diyarbakır İl Millî Eğitim Müdürü’nün ilçe müdürleriyle yaptığı bir toplantıda âdeta saadet zincirine yeni kurbanlar ararcasına öğretmenlerimize miting alanında kalabalık yapmaları için talimat verdiği ortaya çıktı. Şu utanmazlığa bir bakar mısınız? Sanki, İl Millî Eğitim Müdürü değil de Ak Parti İl Başkanı… Sanki bir devlet görevlisi değil de kast ajansı… Sanki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin aziz öğretmenlerinden değil de marabalardan bahsediyor… İşte size Ak Parti’nin, devlet yönetimi anlayışı. İşte size iktidarın nazarında mitingler için dolgu malzemesine indirgenmiş, devlet memurlarımız… Yuh olsun! Yazıklar olsun!
"Şimdiden uyarıyorum herkes ayağını denk alsın. Bundan sonra gözümüz bu tip haksız ve usulsüz uygulamaların üzerinde olacak. Çünkü üstadın da söylediği gibi ‘Sanma bu tekerlek kalır tümsekte… Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!’ Benden söylemesi.
"İktidarın ısrarla itibarsızlaştırmaya çalıştığı bir diğer meslek grubu da doktorlarımız… Biliyorsunuz Sayın Erdoğan en son ‘Giderlerse gitsinler’ demişti. Belli ki yetmemiş olacak şimdi de gözlerini kalan doktorlarımıza dikmiş gözüküyor. Geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanlığı bir yönetmelik yayınladı. Bu yönetmelik esasen mevcuttaki bir açığı kapatmak için yapılacaktı. Ancak tabii ki klasik bir Ak Parti hareketi olarak yasakçı ve baskıcı bir yöntem geliştirildi. Normal şartlarda hekimlerimiz, üniversite hastanelerinde, yarı zamanlı olarak çalışırken muayenehane açamıyorlar. Bu düzen yaklaşık 10 yıldır bu şekilde işliyor. Ancak hekimlerimiz, bu durumdan dolayı hem özlük haklarını büyük ölçüde yitirdikleri hem de özel merkezlerin tahakkümünden bunaldıkları için son yıllarda özel muayenehanelerde çalışmayı, tercih etmeye başladılar. Bu da kamuda ve özellikle zincir özel hastanelerde bazı branşlarda, ciddi doktor açığına, sebep olmaya başladı. İşte geçen hafta çıkan yönetmeliğin tam olarak bu açığı kapatması beklenirken; özel hastanelerin dışarıdan misafir hekim konsültan hekim anlaşmalarına sınırlama getirildi. Bunun için belirlenen oran da özel hastanenin toplam hekim sayısının yüzde 15’i olacak şekilde ayarlandı. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Böyle bir sorun çözme anlayışı olabilir mi? Ayıptır, günahtır.
"Milli mücadelede, destan yazan Kahramanmaraşlıların şanına ve Arslan Bey’in aziz hatırasına dil uzatan bu arkadaşa buradan hatırlatmak istiyorum: Biz ezelden beri Türkçe konuşuyoruz. Yani Cumhuriyet ile birlikte, bizim dilimiz değişmedi, sadece alfabemiz değişti. Bu değişim de Türkçe düşünen ve Türkçe konuşan milletimizin yeni Türk harfleriyle Türkçe yazmayı da öğrenmesi ile birlikte kültürümüzün gelişimindeki en önemli adımlardan biri oldu. Üstelik Türkçe, sadece Türkiye’nin değil, Azerbaycan’ın da, Doğu Türkistan’ın da, Özbekistan’ın da, Kazakistan’ın da ve nice Türk Cumhuriyetinin dilidir. Eğer ki bugün Türkiye, Müslüman ülkeler arasında en yüksek okuma yazma oranına sahip olabilmişse bunu Cumhuriyetin eğitim reformlarına borçludur. Evet, doğrudur. Düşüncenin tuğlası kelimelerdir. Kelimeler olmadan düşünce inşa edemezsin. Ve kelimelere ne kadar hakimsen, düşüncen de o kadar zengin olur. Bu sebeple değişimler ilk edebiyatta başlamıştır. Cumhuriyet, Türkçemizi sarayın zindanlarından kurtarmış, Türkçemize vurulan prangaları çözüp dilimizi özgürleştirmiştir. Yani aslında Cumhuriyet ile başlayan harf inkılabı, Türk milletinin topyekûn prangalarından kurtulma yolculuğunun da hayati bir adımıdır. Bugün internetin bilgiye erişimi kolaylaştırdığından bahsediyoruz değil mi? İşte Türkçe’nin özgürleşmesi de toplum ile bilim arasındaki bariyerleri aynı şekilde ortadan kaldırmıştır. Okuma yazma oranını yükseltmiş, düşüncelerimiz için yeni bir çağ açmıştır.
Cumhuriyetin edebiyata, düşünce dünyamıza, bilime ve eğitime katkılarını; Cumhuriyetin ne büyük bir şahlanış olduğunu; bu aziz milletin oyuyla seçilmiş olan bir vekile, anlatmak zorunda olduğum için gerçekten utanç duyuyorum! Neymiş? Bu Türkçe ile düşünce üretilmezmiş. Bu sözleri, cahillikle açıklamaya kalkmak, cahillik kavramının içini boşaltmak olur. Bu düpedüz patolojik bir Cumhuriyet nefretine kılıf bulma gayretidir. Ve tepeden tırnağa, art niyetlidir. Biz bu arkadaşlardan bu ülkenin kurucu değerlerine saygı göstermelerini, istiklal kahramanlarına vefa hissetmelerini veya en basitinden bir hayır dua etmelerini zaten beklemiyoruz. Ama yere batasıca nefretlerini kusmak için, aziz Türkçemizi obje yapmalarını da kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz! O senin, kapasite problemin. Çünkü düşünce üretebilmek için öncelikle düşünebilmek lazım. Asırladır, Türkçe düşünen, Türkçe yazan ve Türkçe konuşan nice büyüğümüz düşünmüş, eserler üretmiş Hepsinin külliyatı ortada. Aç oku.
Siz en küçük bir düşünme yetisine sahip oldunuz da Türkçe mi size engel oldu? Siz bir kitap açıp okumayı denediniz de alfabe mi size engel oldu? Siz bu millete bu memlekete yararı olan bir değer setine sahip oldunuz da Cumhuriyet mi size engel oldu? Yuh olsun! Yazıklar olsun!
Cumhuriyetimizin aç insanımızı tok kılma sevdasından, Bozkırı yeşile çevirme kavgasından, Milletine kol kanat geren, kerim devlet anlayışından hiçbir zaman nasibini alamayanların Atatürk’ümüzü anlamasını elbette beklemiyoruz. Ancak Cumhuriyeti kuranları kötüleyip, vatanı satanları yüceltenlerin, hürriyetin tarihini beğenmeyip, istibdatın tarihini yazma heveslerinin ardında ne yattığını da çok iyi biliyoruz. Onların sahip olmayı düşledikleri o düşünce setinin Cumhuriyet düşmanı, Atatürk düşmanı, Türkçe düşmanı, Türk düşmanı ve öz kültürüne yabancı, gayri milli bir düşünce seti olduğunu da çok ama çok iyi biliyoruz. İşte o nedenle, aslında bugünkü mücadele Ak Parti ve İYİ Parti mücadelesi değildir. Bugünkü mücadele Vahdettin’in gemisine binenlerle Mustafa Kemal’in büyük vizyonunun peşinden gidenlerin mücadelesidir. Ve bizler, dimdik ayakta oldukça, kirli amaçlarına asla ulaşamayacaklar! Hürriyetine aşık aziz Türk milletine, asla diz çöktüremeyecekler! Bu kadar açık, bu kadar net.
Demokrasi, milletin oy verme hakkı, oyu alanın da, hesap verme görevidir. Oy verene, hesap verilmeyen bir yerde, demokrasi olmaz! Öyle bir yerdeki demokrasi ancak ve ancak en kibar tabirle gasp edilmiş demektir. İşte bu yüzden, buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum. Bu çağrı, bir hak ve hakikat çağrısıdır. Bu çağrı, bir hürriyet çağırısıdır. Bu çağrı, bir demokrasi çağrısıdır. Hiçbir makam Türk demokrasisinden daha değerli değildir. Hiçbir çıkar ah almaya değer değildir. Hiçbir para vicdan azabıyla yaşamaya değer değildir. Bu sebeple bugün ülkemizin içerisinde bulunduğu demokrasi krizinden rahatsız olan, tedirgin olan, konuşmak isteyen ama konuşamayan, bir şeyler yapmak isteyen ama tereddütleri olan herkesi, sadece milletin sesini duymaya, milletten aldığı yetkiyle, görevini yapmaya ve Türk demokrasisine bizimle birlikte sahip çıkmaya davet ediyorum! Türkiye’nin vicdan sahibi, şerefli evlatları! Gelin, bu kutlu mücadeleye omuz verin. Milletçe hak ettiğimiz demokrasiyi, gelin, birlikte inşa edelim. Değerli dava arkadaşlarım, güneş tepeye varınca, gölgeler kısalırmış. Görüyorsunuz ki İYİ Parti güneşi artık en tepede duruyor. Bu yüzden bırakın, kısalanlar kısalsın. Bırakın, saldıranlar saldırsın. Bırakın, kıskananlar çatlasın!"