Nedim Şener: Aldığım ödül Türkiye'deki yönetim için utanç kaynağı olmalı

Nedim Şener: Aldığım ödül Türkiye'deki yönetim için utanç kaynağı olmalı

Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi'nin, Uluslararası Basın Özgürlüğü Ödülü gazeteci Nedim Şener'e verildi. Şener, "Bu ödül benim için onur kaynağı ancak Türkiye'deki yönetim için utanç kaynağı olmalı" dedi.

Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), Türkiye, Ekvador, Mısır ve Vietnam'da gerçekleri açığa çıkardıkları için hapis cezasına çarptırılan ve başka baskılara maruz kalan dört gazeteciye, Uluslararası Basın Özgürlüğü Ödülü verdi. Türkiye'den ödüle hak kazanan gazeteci ise Nedim Şener oldu. Nedim Şener, New York'ta DHA'ya yaptığı açıklamada, 'Bu ödül benim için onur kaynağı ancak Türkiye'deki yönetim için utanç kaynağı olmalı' dedi.

 

'Türkiye'de 60 gazetecinin tutukluluğuna da işaret eden bir ödül'

 

Kendi ülkesinde terörist olarak yargılanan birisinin, ABD'de Basın Özgürlüğü Ödülü alıyor olmasının tuhaf bir durum olduğunu vurgulayan Nedim Şener, 'Bir gazeteci olarak benim için gerçekten büyük gurur verici, onur verici bir durum. Ama ülke yöneticileri açısından çok öyle olmasa gerek. Çünkü ödülü ben alıyorum ama, bu aynı zamanda Türkiye'de şu anda 60 gazetecinin tutuklu olduğu gerçeğine de işaret eden bir ödül, ona dikkat çeken bir ödül' dedi.

Türkiye'de, gazetecilerin tutuklu yada hükümlü olmasını siyasetçilerin siyaset konusu yaptıklarını belirten Nedim Şener, 'Oysa burada bir insan hayatından söz ediyoruz. Haber yazmak dışında suçu olmayan insanlardan söz ediyoruz. Eğer onların iddia ettiği gibi adam öldüren, bomba atan, banka soyan birileri varsa, onları isim isim açıklamalılar insanlara. Çünkü şunu söylüyorlar, onlar gazeteci değil, terörist. Terörle Mücadele Yasası'na aykırılıktan yargılanıyorlar, örgütün propaganda faaliyetlerini yürütüyorlar' diye konuştu.

Türkiye, Ekvador, Mısır, ve Vietnam'da gerçekleri açığa çıkardıkları için hapis cezası alan ve başka türlü baskılarla yüz yüze gelen dört gazetecinin, New York'un ünlü otellerinden Waldorf Astoria'da,  Gazetecileri Koruma Komitesi'nin (CPJ) Uluslarası Basın Özgürlüğü Ödülleri ile onurlandırıldığı geceye ilgi çok büyük oldu.

Türkiye'den, Posta gazetesi yazarı Nedim Şener'in yanı sıra, Jeanette Hinostroza (Teleamazonas, Ekvador), Bassem Youssef (Capital Broadcast Center, Mısır)  ve Nguyen Van Hai'nin de ( Dieu Cay , Vietnam) basın özgürlüğü ödülü aldı. CPJ, ProPublica kurucu genel yayın yönetmeni Paul Steiger'e basın özgürlüğü adına yaşam boyu başarı için Burton Benjamin Anma Ödülü'nü verdi.

 

'Gazeteciler artık eskisinden daha büyük tehdit altındalar'

 

Törende, bir konuşma yapan CPJ Yönetim Kurulu Başkanı Sandra Mims Rowe, 'Bilginin global bir kaynak olduğu zamanımızda, bu dört gazeteci bize haber verebilmek için sansüre ve diğer zulümlere karşı durdular.

Cesaretlerinin, kararlılıklarının ve seslerinin kesilmesine karşı direnişlerinin farkındayız' dedi. Rowe, Türkiye'nin hapisteki gazeteci sayısı ile dünya lideri olduğunu ve bu durumun kendilerini şaşkına çevirdiğine değinerek, 'Gazeteciler şimdiye kadar olduklarından çok daha büyük tehdit altındalar. Kurumsal demokrasilerde bile böyle. Geçen yılki ödül törenimizde, Türkiye'den dünyada en çok sayıda gazeteciyi hapse atan ülke olarak söz etmiştik.

CPJ'nin, 2013'te dünya çapında hapiste olan gazetecileri araştıran raporu henüz tamamlanmış değil, ama şüphe yok ki Türkiye ya listenin tepesinde yada buna yakın bir yerde olacak' dedi. Türkiye'ye sığınmak zorunda kalan Suriyeli gazetecilere yardım etmek için Türkiye'ye gittiklerinde CPJ olarak Adalet Bakanı ile görüştüklerini aktaran Rowe, 'Türkiye'nin dünyada en çok gazeteciyi hapse atan ülkelerin başında olmaması gerektiğini söyledik.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın hükümetinin, gazetecilik mesleği yapmak dışında, hapisteki gazetecilerin suçlarını açıklamalarını ve onlar ne ise onları da açıklamalarını, yoksa hapisteki gazetecileri serbest bırakmalarını istedik. Bu gece, Erdoğan yönetiminin hapse attığı, hala hapis yatma tehdidi ile karşı karşıya kalan gazetecilerden birini ödüllendiriyoruz' dedi.

 

'Hrant Dink devlet görevlileri tarafından tehdit edildi'

 

Türkiye'den, CPJ Basın Özgürlüğü Ödülü'nü alan ilk ve tek gazeteci olan Nedim Şener'e, New York'ta düzenlenen gecede ödülünü Getty Images Yönetim Kurulu Başkanı ve CPJ Yönetim Kurulu Üyesi Jonathan Klein sundu. Klein'in ödülünü sunmasının ardından bir konuşma yapan Nedim Şener, şunları söyledi: 'Bu ödülü iyi bir insan ve iyi bir gazeteci olan meslektaşım Hrant Dink'in anısına kabul ediyorum. Hrant Dink sadece ifade özgürlüğünü kullandığı için devlet görevlileri tarafından tehdit edildi.

Ardından öldürüldü çünkü onu koruması gereken devlet görevlileri buna göz yumdular. 3 Mart 2011 günü polisler beni evimden aldıklarında dudaklarımda şu slogan vardı: “Hrant için, adalet için!" Hapiste 376 gün geçirdim ama o sloganın gücü hiç eksilmedi. Ve şimdi, evimden binlerce km uzaktayken yine söylüyorum, Hrant için, adalet için! Beni o gün evimden alan devlet görevlileri Hrant'ın öldürülmesinde suç ortaklığı bulunan mekanizmanın parçasıydılar. Hükumet bu görevlileri korudu.

 

Hala yargılanıyorum ve 15 yıl ceza alabilirim

 

Ben bu suç ortaklığını gazeteciliğimle ifşa ettiğim ve Hrant'ın öldürülmesinde sorumluluğu olan polislerin ve istihbaratçıların isimlerini verdiğim için terörist olarak yargı karşısına çıkarıldım. İfşa ettiğim suçta iştiraki bulunan görevliler kaderime karar verenlerle aynı kişilerdi…Tüm Türkiye hukuk sistemi bu adaletsizliğin parçası oldu. Parmaklıklar arkasında bir yıl geçirdikten sonra serbest bırakıldım; halen hakkımda bir hüküm yok. Hala yargılanıyorum ve 15 yıl ceza alabilirim. Türk hukuku böyle işliyor; gazeteci katillerini mahkemeye çıkarmaktansa gazetecileri terörist olarak yargılıyorlar. Beni hapseden yetkililerin amacı ortaya çıkardığım gerçeği yok etmekti. Ama gerçek yok edilemez, gerçek  hapsedilemez. Bir kez ortaya çıkarıldıktan sonra bir daha gömülemez.

 

'Gezi olayları ülkemdeki basın özgürlüğü krizinin çapını açığa çıkardı'

 

Biz gazeteciler siyasetçilerle demokrasinin anlamı üzerine uzlaşamıyoruz. Siyasetçilere göre demokrasinin anlamı halkın dört yılda bir sandığa gitmesine müsaade etmek. Gazeteciler içinse demokrasi her gün yaşanan bir tecrübe. Ve bu tecrübenin özü ise halkın bilgi alma hakkıdır. Otoriter bir hükumetin ilk hareketinin basını susturmak olması bir tesadüf değildir. Bugün devletler için bilgiyi saklı tutmak her zaman olduğundan daha zor. Elimizin altında hiçbir zaman bu kadar çeşitli iletişim aracı olmamıştı. Yetkililer gerçekleri ne kadar saklamaya çalışsalar da gazeteciler en gizli bilgilere bile ulaşabiliyorlar.

Bununla beraber, gazeteciler bugün her zamankinden daha çok saldırıya maruz kalıyorlar. Suikast, kaçırılma, yargılanma, hapsedilme ve sürgün edilme hep mesleğimizi yapabilmek, iyi şekilde yapabilmek için göze aldığımız riskler. Bu gece, görev başında kaçırılan, öldürülen ve hapsedilen meslektaşlarımızı anıyoruz. Bu gece geçen ay Mali'de kaçırılan ve öldürülen Ghislaine Dupont ve Claude Verlon'u anıyoruz. Suriye'de öldürülen Marie Colvin ve Rémi Ochlik'i anıyoruz. Suriye'ye görevli giden ve karısıyla iki çocuğunun kendisinden iki yıldır haber alamadığı Başar Kaddumi'yi anıyoruz. İran, Çin, Eritre ve benim ülkem Türkiye'de hapisteki düzinelerce gazeteciyi anıyoruz. Türkiye bir rekor sahibi. Türkiye'de altmış gazeteci terörist oldukları iddiasıyla hapiste; dünyanın herhangi bir yerinden daha yüksek bir sayı. Yakın zaman önce bazı gazeteciler Türk basın camiasını şok eden bir dava sonucu müebbet hapse çarptırıldılar.

Şu an onlar için konuşmak gereğini hissediyorum. Kaderlerine kayıtsız kalmayın! Serbest bırakılmalarını talep edin! Yaz aylarındaki Gezi Parkı olayları ülkemdeki basın özgürlüğü krizinin çapını açığa çıkardı. Otuz gazeteci yaralandı, pek çoğu gözaltına alındı ve düzinelercesi Gezi haberleri nedeniyle işlerinden kovuldular. Ama belki de en ölümcül problem medyanın Gezi'yi haberleştirmemesiydi. Pek çok haber merkezi, trajik çatışmalar pencerelerinin önünde gerçekleşmesine rağmen devlet tepkisinden korktuklarından otosansür uygulamayı tercih ettiler. Türkiye'de artık gazetecilerin geçmemeyi öğrendikleri bir kırmızı çizgileri var. Bu çizgiyi geçenler ağır bir bedel ödüyorlar ve onlara çok şey borçluyuz. İfade özgürlüğü düşmanlarının her şeyden çok istedikleri sessizliğin sesini duymaktır. Bizi korkutmak, hapsetmek, yok etmek istiyorlar ki ortaya çıkardığımız geçekleri dile getiremeyelim. Ve bu yüzden her fırsatta konuşmalıyız. Hrant Dink de böyle olmasını isterdi'.