Alevi gençliğe Gülen kancası!

Alevi gençliğe Gülen kancası!
Siyaset sosyologu Yüksel Taşkın: Gülen cemaati Alevi gençliğe ciddi yatırım yapıyor. Son dönemde çok fazla Alevi genci Nurculaştı. Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yardımcı doçent olarak görev yapan siyaset sosyologu Yüksel Taşkın, Neşe Düzel’e çarpıcı açıklamalarda bulundu. Taraf gazetesinde yayımlanan söyleşide Taşkın, son dönemde çok fazla Alevi gencinin Nurculaştığını savundu. Gülen cemaatinin Alevi gençliğe ciddi yatırım yaptığını belirten Taşkın, “Zira Türkiye’de Sünni-Hanefi unsurun merkezde olmasını istiyorlar” dedi. “Gülen cemaatinin küreselleşmeye uyumlanmanın kendisine güç getirdiğinin farkında bir dünya cemaati” olduğunu vurgulayan Taşkın, bu cemaatin Türk-İslam sentezcisi değil, İslam-Türk sentezcisi olduğunu kaydetti. Neşe Düzel imzasıyla Taraf gazetesinde yayımlanan söyleşi: Neşe Düzel: Türkiye’de çeşitli siyasi fikirler, partiler var. Irkçılık konusunda hepsi birbirine benziyor gibi geliyor bana. Yanılıyor muyum? Yüksel Taşkın: Doğru, benzeşiyorlar. Ama AKP’yle ilgili şöyle bir problem var. 1950’den beri merkez sağ partiler içinde parti grubu bu kadar ürkek, sessiz, itaatkâr ve bu kadar tavır üretemeyen bir parti hiç olmadı. AKP’li milletvekillerinin ideolojik yönelimini tam bilmiyoruz. AKP’li kesim bu süreçte ciddi bir biçimde zenginleştiği, her türlü iktisadi politik kültürel kaynaklar kendisine aktığı için de yaşananlara sessiz kalıyor. Bütün bunlardan ötürü biz AKP’nin meselelere tam olarak nasıl yaklaştığını, ne yapacağını altı yıldır iktidarda olduğu halde hâlâ anlayamadık. 2002’den beri bir muammayla karşı karşıyayız. Yanlış tepkiler verilerek gerilim artırıcı bir liderlik sergiliyor AKP. Peki, sosyal demokratlarla muhafazakâr dindarlar arasında, ırka bakış açısından bir fark bulunuyor mu? AKP’deki Kürt muhafazakâr kitleyi dışarıda bırakırsak, geri kalan AKP’lilerle CHP’lilerin ırka bakışları çok benziyor. CHP ve AKP yaşam tarzında farklılaşıyorlar ama ırkçılık meselesinde farklılık göstermiyorlar. AKP, CHP, MHP ve Kürtçü olarak DTP arasında ırkçılık açısından nasıl bir ilişki var? Durdukları siyasi nokta farklı gibi görünse de ırk konusunda hepsi aynı noktada mı? Bu birbirini besleyen bir zincirleme reaksiyon. Sosyalistim milliyetçi değilim deseniz bile yaşanan süreç milliyetçiliğe itiyor sizi. DTP’de de hayatı, kendi Kürtlük bilinci üzerinden kurmak için büyük bir heyecan var. Kürt meselesi iki tarafı da rencide etmeyen bir sonuca bağlanmak zorunda. Aksi takdirde CHP’li Canan Arıtman gibi çok fazla insan ortaya çıkacak, milliyetçi gerilimler daha da artacak. Soy Türkçülüğün de bir tür canlandığı bir ülkeyiz şu anda biz. Soy Türkçü mü? Evet, bildiğimiz kafatasçı Türkçü... En etkili olduğu illerden biri İzmir bunların. İzmir’de farklı unsurlar arasında fazla bir gerilim var. İzmir, seçmen tabanı itibarıyla cumhuriyetçi muhafazakâr tepkiler vermeye yatkın. Muhafazakâr cumhuriyetçilerin kendilerini etkisizleşmiş hissetmelerinden dolayı ortaya çıkan bir korku ve korkuya karşı duydukları bir tepki var İzmir’de. Muhafazakâr cumhuriyetçiler, kendilerinden olmayanların perde arkasındaki güçler tarafından yönlendirildiklerini düşünüyorlar. Bu ülkede eskisi gibi yönetemedikçe, gerçeklerle bağlarını kopartıp suçlayıcı oluyorlar. Bunlar çocuklarını Amerika’da tahsile göndermek için uğraşıyorlar ama Amerika ve küreselleşme karşıtı bir dil kullanıyorlar. Niye böyle büyük bir çelişki yaşıyorlar? Çünkü korkuyorlar. Kemalistler bu toplumda etkinliklerini giderek yitiriyor. CHP toplumun sosyolojisini algılayamıyor. Ona göre her şey dışarıdan bir etkiyle gerçekleşiyor. Aslında çok şey Turgut Özal’ın Türkiye ekonomisini dışarıya açmasıyla başladı. Devletin hiçbir şekilde beslemediği küçük küçük oluşumlar dış pazarlara yüklendiler. Özal o sırada Gülen Cemaati’ne çok ciddi maddi destek verdi ve cemaatin önünü çok açtı. Eğer Fethullah Gülen cemaati küreselciyse, özür diliyorum kampanyasında olduğu gibi niye o kadar sert milliyetçi tepkiler veriyor? Hem küreselci hem böyle milliyetçi olmak mümkün mü? Bu cemaat her şeyi önceden düşünüp politika belirleyen bir cemaat. Ermeni meselesinde esnememe kararını yıllar önce verdiler zaten. Alevilik konusunda da nereye kadar esneyebileceklerinin kararını vermiş durumdalar. Burada da Cem Vakfı’na kadar esnemeye karar verdiler. Ayrıca son dönemde çok fazla sayıda Alevi genci Nurculaştı. Nasıl? O gençliğe de el atarak, onlara ciddi bir biçimde yatırım yapıyorlar. Çünkü onlar, Türkiye’de Sünni-Hanefi unsurun merkezde olmasını istiyorlar ama Türkiye’nin sorunlarının sert milliyetçilikle çözülmeyeceğini de düşünüyor. Gülen cemaati küreselleşmeye uyumlanmanın kendisine güç getirdiğinin farkında bir dünya cemaati... Türk-İslam sentezcisi değil, İslam-Türk sentezcisi aslında bunlar. Arada nasıl bir fark var? Milliyetçiliğin toprağa bağlılığı daha fazlayken, bunların evrenselci boyutları daha fazla. Çünkü bütün yerküreyi, İslam’ın yayılması gerektiği bir yer olarak görüyorlar. Türklük de burada şöyle devreye giriyor. ‘Biz ekonomik olarak giderek büyüyoruz. Aslında bizim yaptığımız Türkiye’yi bir bölge gücü haline getirmek.’ Yani bir anlamda kavga etmeden, dövüşmeden Osmanlı’yı yeniden diriltiyor bu yaklaşım. Mesela AKP mi Gülen cemaati mi, hangisi daha küreselleşmeci diye sorarsanız bence Gülen cemaati daha küreselleşmeci ve daha Avrupa Birliği taraftarı. Peki, hangisi daha milliyetçi diye sorarsam? Milliyetçilik konusunda çok farklılaşmıyorlar. Turgut Özal’ın getirdiği söylemle milliyetçilik artık farklı bir içerik kazanmaya başladı. Milliyetçilikle ekonomizm iç içe geçmeye başladı. Bu da şu demek. “Küresel dünya içinde var olmak zorundayız. Böyle bir dünyada bölgesel güç olduğumuzda yani ihracatçılarımız dünyanın her yerine mal satabildiğinde, işte bu bir milliyetçiliktir” diyen bir yaklaşım bu. Buna pozitif milliyetçilik diyorlar. Pozitif milliyetçilik olabilir mi? Mümkün mü? Ben bu kavrama karşıyım. Aslında Gülen cemaatinin diğer milliyetçilik türlerinden özellikle de ulusalcılıktan ayrıldığı nokta ‘Osmanlı barışı’ denilen nokta. Bence Osmanlı barışı bir icattır. Zira, ‘Osmanlı bütün bölgeye adalet ve barış getirmiştir. Zaten Osmanlı’nın amacı da bir medeniyetler uzlaşmasıdır’ gibisinden bir söylemdir bu... Türklük vurgusu nerede burada? Osmanlının hâkim unsurunu Türk olarak görüyor Gülen Cemaati. Sünni-Hanefi unsurunun hâkim olduğu bir Türkiye istiyor ve Türklük vurgusu pragmatik nedenlerle yer alabiliyor. Çünkü cemaatin Kürtlerle çok güçlü ilişkileri var. Milliyetçilik konusunda ölçülü davranıyorlar. Son dönemde milliyetçilikle ulusalcılığın yan yana gelme ihtimalinden çok ürktüler. Niye? Kendi tabanlarını milliyetçiliğin kendilerine göre olumsuz olan yönlerinden uzaklaştırmak için ciddi bir eleştiri kampanyası başlattılar. Zaten milliyetçiliği eleştirirken buna milliyetçilik demiyorlar, ulusalcılık diyorlar. Yani milliyetçiliğe bakışlarında iyi milliyetçilik, kötü milliyetçilik diye bir yaklaşım var. “Milliyetçiler bizim ülkemizde dindardır. Temiz insanlardır. Ulusalcıların ise dinle ilgisi yoktur. Bu ikisinin yan yana gelmesi tehlikelidir. Dolayısıyla biz bu noktada müdahale etmeliyiz” diyorlar. Sert milliyetçiliğin kendi genel stratejilerine problem çıkaracağını bildikleri için ve cemaatin Türkiye’deki milliyetçi dalganın yükselmesinden etkilenmesini engellemek için milliyetçilik kavramını kullanmadan ulusalcılık eleştirisi yapıyorlar. Irkçılık konusuna dönersek... Bizim büyük bilimsel buluşlarımız, büyük bir edebiyatımız, dünyayı etkileyen büyük sanatsal yaratıcılığımız pek yok. Bunları ölçü olarak da pek kullanmıyoruz zaten. Irkımızı yüceltmek için ‘kahramanlık’ ve yiğitlik mi bizim en önemli ölçümüz? Sosyal psikolojide çok bilinen bir şeydir. Zayıflık hissettiğinizde bunu dışsal bir yüceltmeyle telafi edersiniz. Milli eğitim ideolojimiz bu anlayıştan hiç kurtulamadı. 1980’den beri milli eğitimin dilinin daha dünyalaşması ve hümanist bir boyut kazanması için kim çabaladıysa hiç bir mesafe alınamadı. Dolayısıyla dünyayla özgüvenli, eşit bir ilişki kurabilecek öğrenci yetiştirme modeline gidilmedi. Aksine ırkçılık boyutunu da içeren dışlayıcı, özgüvensiz bir milli eğitim modeli benimsendi. Kim direndi milli eğitimin sisteminin değiştirilmesine? Sağcılar arasında, Talim Terbiye Kurulu’nun Türk medeniyetinin var oluşu için gerekli olduğuna dair bir inanç var. Talim Terbiye’ye başka hiçbir anlayış sızamıyor. 1980’den sonra askerler istedikleri çerçeveyi çizdiler ve orayı milliyetçi muhafazakâr entelektüellerle doldurdular. Bu eğitim sistemi milliyetçi, ırkçı savrulmalara zemin sağlıyor. Türkiye işte bu sistemle küreselleşmede ağır aksak ilerlemeye çalışıyor. İnsanlar, öğrendikleri şeylerle yaşadıkları hayat arasındaki mesafe büyüdükçe şizofrenik bir gerilim yaşıyorlar. Bu gerilim toplumsal hayatta nasıl bir sonuç veriyor? Bu gerilim şiddeti çok besliyor. Dünyanın değerleriyle ters düşen bu eğitimden dünyaya uyumlu kültür adamları çıkmaz. Bu eğitimden çıksa çıksa sadece başarılı işadamları çıkabilir o kadar. Zaten bugün Türkiye’de dünyayla uyumlu olmak isteyenlerle uyumsuzlukta devam etmek isteyenler çatışıyor. Yani normalleşme yanlılarıyla normalleşmeye karşı çıkanlar arasında bir çatışma bu. Dünyaya nasıl uyumlanabileceğimizle, eklemleneceğimizle ilgili bir kimlik kavgası bu... Peki, cemaat içinde kalarak, bir cemaatin üyesi olarak dünyayla bütünleşmek, birey olmadan dünyalı olmak mümkün mü? Dünyayla bütünleşmekten çok kendi gettoları içinde kalarak dünyada başarılı olabiliyorlar bir yere kadar.. Ama o getto içinde kalmak da kolay değil... Bireysel farklı yaşam arayışlarının olması kaçınılmaz. Böyle bir sürü insan var. Kemalistler içinde de var, Gülen cemaati içinde de var. Yurtdışına gidip dünyanın daha farklı olduğunu anlayan ve kendi hayatını kurmaya çalışan bir sürü insan var... AKP bütün bu çatışmaların tam olarak neresinde duruyor sizce? Türkiye’nin dünyaya hızlı entegrasyonundan, bütünleşmesinden AKP ürktü. AKP’nin sosyal muhafazakârlığı, onun pragmatik politik reformculuğunun önünü tıkamaya başladı. Çünkü Türkiye dünyaya yakınlaştıkça, toplumun önemli bir kesimi de muhafazakârlarla zıtlaşmaya başlıyor. Mesela... 1950’lerde Avrupa’da bizim bugün yaşadığımıza benzeyen tabular vardı. Mesela 1950’ler Almanya’sında nikâhsızların birlikte yaşaması tabuydu. Zaman içinde bunları aşan bir kültür oluştu orada. Biz de dünyayı iyi kötü takip eden bir ülkeyiz. Dünyaya yakınlaşma, toplumun bireysellik üzerinden kendini aramasına yol açabilir. Bizde de aynı değişim yaşanabilir. Bu da İslamcı geçmişi olan bir partinin çok tolere edebileceği bir durum değil. Irkçılık toplumsal bir hastalık mıdır? Belli dönemlerde çok şiddetlenebilen bir hastalıktır. Ermeni lafının hakaret kabul edilmesini başka nasıl açıklayabilirsiniz ki... Nasıl iyileşir bu hastalık? Alevi gençliğiyle ilgili yaptığım araştırmada biri şunu söyledi. “Kürtler geliyor, her türlü maaşa sigortasız çalışıyor. Benim elimden ekmeğimi alıyor. Bunlar gelmeden önce biz daha rahattık” dedi. İkisi de yoksul ama Kürtler diyerek ırkçı terimlerle konuşmaya başlamış. Zaten fakir bir ülke ırkçılık sorunlarını aşamaz. Sadece okul düzeyinde bir yüzleşmeyle sorun aşılmaz. Çünkü toplumsal emek piyasasında da ırkçılık besleniyor. Üstelik bizim ülkemiz koca bir aile gibi. Bu da çok tehlikeli bir şey. Herkes aynı dizileri seyrediyor, herkes aynı şeylerle ilgili. Hep beraber televizyonun önüne oturan büyük bir aile bu toplum. Aile olması niye tehlikeli? Bu toplum biraz farklılaşmalı, normalleşmeli. Bir toplum refah pastasından yararlanıp evinden çıkabileceği kadar müreffeh olmadığı sürece farklılığın peşine düşemiyor, hayatını farklılık üzerine kuramıyor. Hobileri olmuyor. Evine hapsolmuş insanların toplumu oluyor. Böyle bir toplumda insanların ötekini reddetmek üzerine ajite edilmesi, ırkçılığa varan milliyetçiliğin kışkırtılması iktisadi kriz dönemlerinde çok daha kolaydır.