'Akel'in işten çıkarılmasıyla 'Takrir-i Sükûn' yasası kendini açıkça gösterdi'

'Akel'in işten çıkarılmasıyla 'Takrir-i Sükûn' yasası kendini açıkça gösterdi'

Ahmet Altan (Taraf, 31 Mayıs 2012)

 

Takrir-i sükûn

 

İşte böyle bizim hikâyemiz, “az gideriz, uz gideriz, dere tepe düz gideriz, bir de döner bakarız ki bir arpa boyu yol gideriz”, onca zamandan sonra döndük geldik mi yeniden 1930’lara, geldik.

“Milli şefi” eleştirmek yasak.

Henüz bir yasayla yasaklanmadı ama fiilen Başbakan Erdoğan’ı eleştirmek yasak edildi, yazıya dökülmemiş “Takrir-i Sükûn” yasası kendini bu kez açıkça gösterdi.

Yeni Şafak, Uludere’deki sözleri nedeniyle başbakanı eleştiren Ali Akel’in işine son verdi.

Bunu da “göstere göstere” yaptılar, 16 yıldan beri Yeni Şafak’ta çalışan Akel’i “o yazıdan” dolayı attıklarını herkesin bilmesini istediler.

Çünkü herkesin “dersini” almasını istiyorlar.

Ders kısa ve net.

“Başbakan’ı eleştirmek yasaktır.”

Erdoğan’ın ulaştığı son nokta bu.

Başbakan her konuda karar verecek, herkes onu alkışlayacak.

Çünkü “şef” herşeyi biliyor, heykeli biliyor, jinekolojiyi biliyor, mimariyi biliyor, sütçülüğü biliyor, “aşağıdakinin Ahmet mi Mehmet mi olduğuna” aldırmadan bombalamanın erdemini biliyor, gazeteciliği biliyor, televizyonculuğu biliyor, tarihi biliyor, “tasma takmayı” biliyor, komploları biliyor, “sezaryen” yapan ajanları biliyor.

Ve, sadece o biliyor.

Tabii o kadar bilince, “bilmeyenler” de sussun istiyor.

Bir tane bilen, yetmiş milyon da bilmeyen olunca hepimiz susacağız, susmayanları kovacaklar, işsiz bırakacaklar, aç bırakacaklar.

Bu da “ileri vicdan” herhalde.

Böyle bir ahlakı, böyle bir vicdanı biz bilmiyoruz, biz öğrenemiyoruz, Allah da öğretmesin.

Neye heves ettiğini görüyoruz.

O “takrir-i sükun” istiyor.

Göreceksiniz, bu Uludere AKP’nin “düşüşünün” başlangıcı olacak, bu kadar vicdan yoksunluğunu bu halk taşıyamaz çünkü.

Ölenlere hakaret et, ölü sahiplerini aşağıla, katliamla kürtajı eşdeğer gör, eleştireni kovdur, dalkavukluğu ödüllendir.

Erdoğan, AKP yöneticileri de dâhil herkesin sınırını çiziyor, “beni eleştirmeyeceksiniz”.

Başbakan’ı eleştiremeyip, Başbakan’ı eleştirenleri eleştirmeyi gazetecilik sananlar da kendilerine çizilen sınırı görmüşlerdir şimdi, o sınırın içinde, Deniz Feneri’nden, Uludere’den, şikeden söz edemeden dönüp duracaklar.

Biraz para kazanacak karşılığında isimlerinden ve haysiyetlerinden vazgeçecekler.

Ama herkes böyle değil.

Herkes vicdanından vazgeçmiyor.

Ali Akel vazgeçmedi.

Hakan Albayrak, Yeni Şafak’ta yazıya başlamayı ertelemiş, dürüst bir yazar nasıl olur göstermiş, vicdanından vazgeçmemiş.

Başkaları da çıkacaktır.

Erdoğan, bu toplumun vicdanını zorluyor çünkü, insafsızca zorluyor.

“Benim düzenimde yaşayabilmek, yazabilmek, hayatınızı kazanabilmek istiyorsanız bana itaat edeceksiniz” diyor, “insanların ölümleri karşısında susacaksınız” diyor, “şike ahlaksızlıklarına ben onay verirsem siz ses çıkarmayacaksınız” diyor.

Kendisi “şef”, bütün toplum da köle olsun istiyor.

Buna gücü yetmez.

1930’ları bir daha bu ülkeye yaşatamaz, stadyum şovları yapsa da yapmasa da yaşatamaz.

Bir zamanlar bizi generaller işten attırırdı, şimdi onların yerini Başbakan aldı.

Bir zamanlar Kenan Evren kendisini eleştirenleri “vatan haini” ilan ederdi, şimdi Erdoğan kendisini eleştirenleri “uluslararası komploların adamı” ilan etmeye heves ediyor.

Bir zamanlar Mustafa Kemal kendisini eleştirenleri sustururdu, şimdi Erdoğan susturmaya yelteniyor.

Demokrasi için mücadele eden onca insanın demokrasi için değil Erdoğan için mücadele ettiklerini sanıyor.

Kendisini desteklemiş olan herkesi aptal bir köle gibi görüyor.

Çamlıca’ya kocaman bir cami yapacaklarmış, mabetler başbakanların günahlarını saklamak için yapılmazlar, bu kadar günahı saklayacak mabet de yoktur zaten, o “mabedin sahibi” kapısından girenin sırtında ne taşıdığını görür, insanları öldürenleri, aşağılayanları, işsiz ve aç bırakanları tanır.

Dindarlar benden çok daha iyi bilirler, vicdanı temiz olana, dürüst olana, hak yemeyene, bir seccade, bir ağaç altı yeter.

Türk Hava Yolları’nda “grevin yasaklanmasına” karşı çıkanlardan 150’sini “telefon mesajıyla” işten atmışlar.

Sadece işsiz bırakmak değil aşağılamak da istiyorlar.

Herkesin “efendisi, ağası, şefi” olmak istiyorlar.

İşten atarak, korkutarak, aç bırakarak herkesi susturmaya, bütün gerçekleri saklamaya çabalıyorlar.

“El çabukluğuyla” gündemi değiştirmeye uğraşıyorlar, Uludere’yi unutturmak için “kürtajı” öne sürüyorlar, kadınlara sormuyorlar bile, kürtajı yasaklayan ülkelerde “ölen kadınların” sayısını açıklamıyorlar, enflasyonu yüzde onu geçen, büyüme hızı yavaşlayan bir ülkede “4+4” zam alan bir memurun “üç çocuğa” nasıl bakacağını anlatmıyorlar, her ay ölen yaklaşık 50 işçinin ölümüne neden olmaktan, onların ölmesini engelleyecek yasaları çıkartmamaktan gocunmuyorlar.

Gerçeği yazan bir yazarı işten attırmak, her ay ölen 50 işçiden de, ölecek yoksul kadınlardan da, Uludere’de öldürülen Kürtlerden de daha önemli.

Bir iktidar “vicdanını” kaybetti mi herşeyini kaybeder.

Böyle bir iktidara rıza gösteren toplum da bunun bedelini çok ağır öder.