T24 - İstanbul Teknik Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi'nde sanat tarih ilişkisi dersleri veren Ali Artun, Kars'taki "insanlık anıtı"yla başlayan tartışmaları değerlendirdi. Artun, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "ucube" benzetmesini değerlendirerek "'ucube', acayip kelimesinden çıkıyor. Bir sanat eserinin de acayip ve garip olması yadırganmayabilir" dedi. Başbakan Erdoğan'ın yıkılmasını istediği heykel içinse, "beğenmediğimiz sanat eserlerinin imha edilmesini, tahrip edilmesini düşünmek vahim. Bunu bir fanatiğin değil de bir yöneticinin düşünmesi ve yetkisini kullanarak parçalanmasını buyurması, 'bir daha geldiğimde görmeyeyim' filan demesi daha da vahim" yorumunu yaptı.Akşam gazetesinden Şenay Yıldız'ın "Osmanlı'nın şarabı ve erotizmi görmezden geliniyor" başlığıyla yayımlanan (31 Ocak 2011) yazısı şöyle: Osmanlı'nın şarabı ve erotizmi görmezden geliniyorMevcut iktidarın telkin ettiği bir yaşam tarzı olduğunu belirten sanat tarihi ve sanat-siyaset ilişkileri konusunda uzman isim Ali Artun, şöyle diyor: 'Bu yaşam tarzı ona uygun olan bir estetiği, bir beğeniyi de örgütlüyor. Mesela Osmanlı'nın sanatsal alemine özenmek gibi. Ona vakıf olduğundan değil. Şarabını, erotizmini, kültürel kozmopolitliğini görmezden geliyor; Ortodoks yanlarını taklit etmeye çabalıyor. Bu yaklaşım da aslında modernliği reddeden bir tür post-modernizm'
Satırarası...
Başbakan Erdoğan'ın Kars'taki İnsanlık Anıtı'na ucube demesi ve Muhteşem Yüzyıl dizisine yönelik siyasetçilerden gelen eleştiriler, Topkapı Müzesi Müdürü Yusuf Benli'nin Topkapı Müzesi Başkanı Prof. Dr. İlber Ortaylı'yı hedef alan açıklamaları...Tüm bunlar ülkenin ağır siyasi gündeminin arasında sanat-siyaset tartışmalarını tetikledi. Bu nedenle, bu haftayı iktidar ve sanat ilişkilerine ayırdık ve konuyu İstanbul Teknik ve Yıldız Teknik Üniversiteleri'nde sanat tarihi dersleri veren Ali Artun'la görüştük. Galeri Nev'in de kurucusu olan Ali Artun, yıllardır İletişim Yayınları'ndan çıkan ve sanat iktidar ilişkilerinin de incelendiği Sanat-Hayat dizisinin editörlüğünü yapıyor.
Geçmişten günümüze Türkiye'de ve dünyada sanat ve iktidar ilişkilerini değerlendirmesi için perşembe günü Arnavutköy'deki evinde görüştüğümüz Ali Artun, AKŞAM'a oldukça çarpıcı açıklamalarda bulundu: - Sanat ve iktidar arasında nasıl bir ilişki var?İktidar mücadelesi aynı zamanda bir semboller mücadelesidir. Bayraklar, ikonlar, logolar, amblemler, v.b. Sanat, anlamların üretildiği alanlardan biri. O nedenle hakikati ele geçirmek isteyenler sanata da hükmetmek istiyor. Görsel kültürün, markalandırmanın bu kadar egemen olduğu zamanımızda semboller daha da fazla önem kazanıyor. Bu nedenle de semboller dünyasının denetim altında tutulması büyük önem kazanıyor. - Sanat nasıl denetim altında tutuluyor?Örneğin, sanatın iletişim disiplinleri, tüketim kültürü, spekülatif finans ekonomisi tarafından araçsallaştırılmasıyla. Kültürün özelleştirilmesiyle. Sonuçta öyle ya da böyle sanatın özerkliğinin kırılmasıyla.
Sanat himaye sistemi içine girdi
-Türkiye'de bugün sanat-iktidar ilişkilerine bakına geçmişe göre çok daha mı iç içe geçmiş durumda? Siz nasıl bir tablo görüyorsunuz?Türkiye'de de durum farklı değil. Örneğin, 'sanat yönetimi' diye bir alan peyda oldu. Oysa modernist sanat kendisini 'yönetilemez' olarak tanımlar. Endüstrileşmeyle ortaya çıkan yönetim disiplinlerine karşıt bir oluşumdur. Ancak günümüzde, sanatın bir anlamda kendi iktidarı için mücadele ettiği ve Romantik hareketle başlayan, sanatın görece özerk olduğu 200 yıllık dönem büyük ölçüde tükendi bence. Sanat müzayedelerde, bienallerde, fuarlarda, özel müzelerde yeniden özerkleşme öncesi dönemleri hatırlatan bir himaye sistemi içine girdi. Son yıllarda İstanbul'da açılan sanat yönetimi bölümleri, sanat bölümlerinden daha fazla sayıdadır herhalde. Örneğin bienallere baktığınızda, temasını, mekanını, hamilerini yani sponsorlarını, iletişim ortamlarını belirleyen, hangi sanatçının katılıp katılmayacağını, neyi sergileyeceğini seçen yani bir anlamda sansür uygulayan hep sanat yöneticileridir. Büyük küresel şirketler adına sanat ortamlarını yöneten ve benim 'artokrasi' dediğim kadrolardır. Artokratlar bugün, bürokratlara ve teknokratlara benzer güçlerle donatılmışlardır.
Heykel daha ikonik
- Geçmişten beri yaşananlara bakınca insanın aklına şu soru geliyor: Bizim heykellere alerjimiz mi var? Sadece bizde değil, bütün kültürlerde heykeller resme göre daha etkili olmuş. Estetik olarak daha temsili, ikonik, putlaştırıcı. Heykelleri olmadan Roma İmparatorluğu'ndan söz edilebilir mi? O nedenle bir rejim yıkılırken önce heykelleri hedef olmuş. Irak'ta, Bush'un zafer kazandığını ilan etmesi, Saddam'ın heykelinin yıkılması ile sembolleştirildi örneğin. Petersburg'da da şimdi Lenin heykellerinin yerini Çarlık dönemi heykelleri almıyor mu? Orak çekiçler sökülüp haçlar parlatılmıyor mu? - Mehmet Aksoy'un heykeli yıkılırsa, bu neyi simgeleyecek? Daha şimdiden Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbantyan bunun işaretini verdi ve heykeli Türkiye ile ilişkilerde bir diplomasi aracına dönüştürdü. - Siz Mehmet Ersoy'un İnsanlık Anıtı'nı beğendiniz mi? Size göre heykel nasıl bir heykel? Ucube mi? Bu konu bir beğeni meselesinin çok ötesine gitti. Sanatın hayatıyla ilgili bir anlam kazandı. Artık, kritik olan bu.
Topkapı'daki ucubeler
- Bir sanat eserine ucube denilmesi normal mi?Bakın, 'ucube', acayip kelimesinden çıkıyor. Bir sanat eserinin de acayip ve garip olması yadırganmayabilir. Sanata ve tabiata ait nadir rastlanan şeylerin merak uyandırdığı 16'ncı yüzyıl saray koleksiyonlarında ucubeler, garabetler büyük ilgi görmüş. Örneğin üç başlı kuzular, sadece iki parmaklı veya çift cinsel organlı mahluklar, hilkat garibeleri, cüceler, canavarlar... Mirablia deniyor bunlara. O zamanlar Topkapı Sarayı koleksiyonlarında da bulunuyor mirablia örnekleri. 20. yüzyılda sürrealizm de ilgi gösteriyor böyle aykırılıklara. Kısacası insanların hayal gücünü, estetik deneyimlerini pratiklerini acayipler kışkırtmış bir dönem. Söz ettiklerim, modern müzelerin hemen arifesindeki koleksiyonlar. 'Cabinets of curiosity', 'kunstkammer' gibi terimlerle anılıyorlar, biz de 'nadire kabinesi'.
Sanatta iktidarın yansıması
- Kendisini 'muhafazakar demokrat' olarak tanımlayan bir iktidarın olması sanat dünyasına nasıl bir etki yapıyor? Mevcut iktidarın ve rejimin telkin ettiği bir yaşam tarzı var. Bu yaşam tarzı ona uygun olan bir estetiği, bir beğeniyi de örgütlüyor. Mesela Osmanlı'nın sanatsal alemine özenmek gibi. Ona vakıf olduğundan değil. Şarabını, erotizmini, kültürel kozmopolitliğini görmezden geliyor; Ortodoks yanlarını taklit etmeye çabalıyor. Bu yaklaşım da aslında modernliği reddeden bir tür post-modernizm. Ve başka post-modernist, çağdaş dönüşümlerle iç içe kendi estetiğini, tarihten derlediği kolajlarını yaratıyor. - Türkiye'de son günlerde çok konuştuğumuz bir konu da toplumdaki kamplaşma. Böyle bir durum sanat dünyasında da söz konusu mu? İster istemez içinde olduğumuz neo-liberalizm diye tanımlanan küresel rejimle gelen dönüşüm sanat üzerinde de egemenliğini kuruyor. Ama bu daha çok küresel kültür politikaları kapsamında ortaya çıkıyor. Bu rejime özgü, kültürelist (ya da kültürcü) politikalar.
Eseri yıktıracağım demek olmaz
- 'Liberaller' diye tabir edilen kesimle AKP arasında heykelle başlayan kırılmanın ardından, bugün gelinen noktayı nasıl görüyorsunuz? Bir yanıyla buna sanatın gücü diyebilirsiniz. Bir sanat eseri ile ilgili tartışma, sanki bir siyasal ayrışmanın, birtakım diplomasilerin sembolü haline geliyor. Ama kanımca burada sanatın hala iyi kötü koruduğu dokunulmazlığı kullanılıyor. Çünkü bir sanat eserine 'ucube' diyebilirsiniz ama 'onu yıktıracağım' diyememeniz gerekir.
Sanat eserlerine karşı şiddet arttı
İktidarların her zaman sanatı kontrol ederek egemenliklerini güçlendirmek istediklerini belirten Ali Artun, 'Bir sanat eserine 'ucube' denilebir ama gücünü kullanarak, yıkılmasını buyurması ve 'onu bir daha görmeyeyim' demesi vahim' diyor
- İnsanlık Anıtı'na Başbakan Erdoğan'ın ucube demesi ve heykelin kaldırılmasını istemesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Tabii ki hepimiz bir sanat eserini beğenip beğenmeme, onu güzel veya çirkin bulma özgürlüğüne sahip olmalıyız. Ama beğenmediğimiz sanat eserlerinin imha edilmesini, tahrip edilmesini düşünmek vahim. Bunu bir fanatiğin değil de bir yöneticinin düşünmesi ve yetkisini kullanarak parçalanmasını buyurması, 'bir daha geldiğimde görmeyeyim' filan demesi daha da vahim. Son yıllarda sanat eserlerine ve sanat olaylarına karşı şiddet bayağı arttı. Örneğin Ankara'da birçok kamusal heykel yok edildi. Geçenlerde Rize'de Hz. Süleyman'ın mührüne ait bir rölyef bile tahrip edilmiş. Tabii bunların birtakım marazi bir tepkiler değil de Ankara'daki gibi yönetimin, yerel yönetimin bir politikası olduğu görülürse, işte o zaman konu bir iktidar meselesi haline gelmiş demektir.
Kadın düşmanlığı da var
İnsanlığın doğduğu zamanlarda, tapınma ritüelleriyle, sanat ve cinsellik iç içe aslında. Ancak çok tanrılı dinlerin ertesinde, putperestliğe karşı tepki olarak bir ikonoklazm, put-kırıcılık gelişiyor. Bu hareket ilk müze olarak kabul edilen, Akdeniz uygarlığının beşiği, efsanevi İskenderiye Müzesi'nin MS. 400'lerde yakılıp yıkılmasına kadar varıyor. İşte bu zamanlarda dinle sanatın ve erotizmin ilişkisi de radikal olarak dönüşüyor. Ve bakıyoruz nerede sanat düşmanlığı görülüyorsa, orada bir tür kadın düşmanlığı da gelişiyor. Bir anlamda ikisi de baştan çıkarıyor, ikisi de hayal dünyasını kışkırtıyor ve iktidarların gerçeklik üzerinde kurmak istedikleri egemenliği tehdit ediyor. Hayal gücü devletler için tehlikeli. Dolayısıyla bu bağlamda değerlendirilecek olursa, bence, Tophane'deki galeri saldırılarında da, Kars hadisesinde de tarihin başından beri sanat neden tepki uyandırıyorsa, özünde şimdi de o nedenle tepki çekiyor.
'Che' bile tüketim ikonu oldu
SanatçIlar özgür olduklarını, hatta avangard bir protest tutumu sürdürdüklerini sanabilirler. Ama sansür, kültürel hegemonya kapsamında, yani bir rıza kültürü bünyesinde işlemeyi sürdürür. İçinde olduğumuz küresel rejim sanatta muhalefeti de kendi gösteri kültürüne mal etme, kendi iletişim sistemine uyarlama gücünü ve teknolojilerini gittikçe geliştiriyor. Çarpıcı bir örnek, 1960'larda başlayan gerilla hareketlerinin lideri Che Guevara'nın markalaştırılması. Che'nin elde silah yıkmak için savaştığı rejim şimdi onu bir tüketim ikonu haline getirdi. Che markasını taşıyan birçok içki, giysi, hatta prezervatif üretiliyor. Şimdi bizde futbol taraftarları da takımlarını Che ile sembolleştiriyorlar, örneğin FenerbahCHE.
Yasaklar ve fanatizm her yerde
Heykellerle ilgili tartışmalar, her tarihte ve coğrafyada oluyor. Örneğin 1980'lerde, ABD'nin belki de en gözde heykeltıraşı Richard Serra'ya New York'un bir meydanına konulmak üzere sipariş edilen dev heykel sonradan meydanın kullanılış biçimini değiştirdiği için yönetim tarafından yerinden sökülüyor. Sökülme sürecinde elbette kimse 'ben heykel düşmanıyım' demiyor, ama 'heykel insanları suça teşvik ediyor' gibi ezeli bahanelerle ve bütün, sanat dünyasının ayağa kalkmasına rağmen otoriteler arzularını gerçekleştiriyor. Sonunda çok kalın saçtan yapılmış olan heykel hurdaya çıkıyor. Tıpkı, Ankara'daki müthiş Kuzgun Acar heykeli gibi. Daha vahşisi muhakkak ki savaşlar sırasında verilen zararlar. Irak Savaşı sırasında eşsiz Bağdat Müzesi ve Irak'taki Mezopotamya uygarlıkları mirası yağmalandı ve birçok sanat eseri tahrip edildi. Yasaklar ve fanatizm her kültürde var.