Kurucuları arasında yer aldığı AKP'den geçtiğimiz günlerde istifa eden eski Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, resmen kurulacağını duyurduğu yeni parti için tarih verdi. Babacan, 2020'den önce kurulacağını açıkladığı yeni partide 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün konumunun ne olacağına ilişkin soruya "Abdullah Bey Cumhurbaşkanlığı'ndan ayrıldıktan sonra aktif siyasette yer almayacağını kamuoyuna açıklamıştı. Tarafsız Cumhurbaşkanlığı konumundan sonra da bir siyasi parti çatısı altında olmayı doğru bulmuyor" yanıtını verdi. AKP'den aklen ve kalben bir kopuş yaşadığını ifade eden Babacan, yeni parti kararının kişisel kırgınlıklar nedeniyle alınmadığını vurgulayarak "Şahsi kırgınlıklar söz konusu olsaydı partiyi 2003'te bırakırdım" şeklinde konuştu. Babacan, açıklamalarında milyonlarca kişi tarafından izlenen 'Susamam' şarkısına atıfta bulunarak "Biz de susamadık, karar verdik, çalışıyoruz" sözlerini kaydetti.
Karar gazetesinden Ahmet Taşgetiren ve Yıldıray Oğur'a konuşan Ali Babacan, gündeme ve kuracakları yeni partiye ilişkin soruları yanıtladı. Babacan, kurucusu olduğu ve 14 yıl MKYK üyeliği yaptığı AKP'den istifası sonrası ilk defa açıklamalarda bulunurken, "Adaleti tesis etmek, işi ehline vermek, kararları istişareyle almak, kurumların itibarını korumak, şeffaf olmak ve en önemlisi önce insan diyebilmek. Bunlar çok önemli ilkelerdi. Türkiye niye bu durumda diye baktığımızda da bu ilkelerden ve değerlerden uygulamada uzaklaşılmış olması bu sorunların ana kaynağı maalesef" dedi.
Babacan, AKP'den ihracı istenen eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'yla birlikte hareket edip etmeyeceklerine ilişkin soruya, "Siyasetteki önceliklerimiz, izlediğimiz yöntem ve üslup oldukça farklı" yanıtını verirken, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle ilişkili düşüncelerini ise, "Referandum kampanyasında aktif görev almam istendi. Ben reddettim. Artısıyla eksisiyle değerlendirildiğinde, Türkiye için faydasından çok zararı olacağına inandım" şeklinde açıkladı.
Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik duruma da değinen Babacan, "Türkiye'nin aşamayacağı hiçbir sorun yok. Hele ekonomi en kolay kısmı. İki kere iki dörttür diyebildikten sonra, rasyonalite olduktan sonra çok kolay toparlanır. Ama diğer alanların üzerine çok yoğunlaşmamız gerekiyor. Toplumsal hasarı tamir etmemiz gerekiyor" ifadelerini kullandı.
Mardin, Van ve Diyarbakır büyükşehir belediyelerine kayyım atanmasını "Seçilmişleri sadece bağımsız yargı görevden alabilir" sözleriyle eleştirirken Kürt meselesinin çözümünü için "yeniden üretilmiş bir stratejiye ihtiyaç olduğu" yorumunda bulundu.
Ali Babacan'ın Yıldıray Oğur ve Ahmet Taşgetiren'in sorularına verdiği yanıtlardan öne çıkanlar şöyle:
Biliyorsunuz, 2001 yılında siyasete AK Parti'nin kurucu üyesi olarak girdim, partiyi kuranlardan birisi oldum. Uzun yıllar MKYK ve Bakanlar Kurulu üyeliği yaptım. O döneme şöyle bakacak olursak 2001 ekonomik krizi vardı. 28 Şubat'ın atmosferi hâlâ yoğun bir şekilde hissediliyordu. Türkiye 1990'lı yılların siyasi çalkantılarından çıkmaya çalışıyordu. AK Parti bir bakıma bütün bu sorunları aşmak için, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı bu derin sorunları aşmak için, önemli bir çıkış imkânıydı.
Ülkemize hizmet etmenin pek çok farklı yolu var ama içinde bulunulan şartlar kısa zamanda büyük değişiklikleri gerektiriyorsa, bunu yapmak ancak siyasetle mümkün. Üç nesil ticaretle uğraşan bir ailenin ferdi olarak siyasete girmemin en önemli sebeplerinden biri buydu.
Uzun yıllar güzel sonuçlar elde ettik. Önemli ilkeler ortaya koyduk. Adaleti tesis etmek, işi ehline vermek, kararları istişareyle almak, kurumların itibarını korumak, şeffaf olmak ve en önemlisi önce insan diyebilmek. Bunlar çok önemli ilkelerdi.
Evet. Kesinlikle. Aynı zamanda insan hakları, özgürlükler, çoğulcu demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi değerler de bizim hep savunduğumuz, inandığımız değerler. Bu ilke ve değerler bizim için dönemsel bir siyasi tercih değil. Ahlaki ve toplumsal hayat ideallerimiz bunlar. Bunların uygulandığı süre içerisinde Türkiye dünyada çok itibarlı bir ülke oldu. Ve halkımızın refah seviyesi de ciddi şekilde yükseldi. Bütün bu başarılardan sonra, Türkiye'nin şu anda içinde olduğu durum gerçekten bizi üzüyor. Niye bu durumda diye baktığımızda da bu ilkelerden ve değerlerden uygulamada uzaklaşılmış olması bu sorunların ana kaynağı maalesef.
Evet, evet, öyle. Belki aklen kısmı daha çok ilkelerle ilgili. Bu ilkelere uyulmadığı zaman hatalar, yanlışlar kaçınılmaz. Dolayısıyla burada ciddi bir sebep sonuç ilişkisi var. Kalben diye baktığımızda da aslında burada daha çok değerlerden bahsediyoruz. Bunlar bir ülkeyi yücelten, aynı zamanda o ülkenin insanlarını da daha onurlu kılan, daha başarılı kılan değerler.
Burada hiçbir şahsi mesele yok. Eğer şahsi kırgınlıklar söz konusu olsaydı benim 2003'te bırakmış olmam gerekiyordu, bırakın böyle 13 yıllık bakanlık dönemini. Hemen ilk birkaç olayda bırakmam gerekiyordu. Ülke meselelerinde kırılmak olmaz, gücenmek olmaz, küsmek olmaz. 82 milyondan bahsediyoruz. Şahsi duygularla hareket etmek mümkün değil. Ama insanın önemsediği değerler olur, o değerlerin örselenmesinden de rahatsız olur. Şeffaflığı çok önemsedik mesela. Kamuoyu yönetiminde ve siyasette etiği çok önemsedik. Bu konularda problemleri gördüğümüzde de çok geniş çalışmalar yaptık. Kanun tasarıları hazırladık, sunuşlar yaptık. Dünyadaki örnekleri inceledik. Ama bu çabamızda başarılı olamadığımızda da kalbimizde bir kırıklık oluştu doğrusu. Çünkü hayalimiz bu değildi. Çok daha farklı bir Türkiye istiyorduk. Çok daha farklı bir tutum, duruş hayal ettik doğrusu. Bu şahsi değil memleket adına bir hayal kırıklığı oldu.
Yani böyle tek bir kırılma noktası yok. Aslında bir süreç bu.
Ben Sayın Cumhurbaşkanımıza gelecekle ilgili yeni çalışmaların yapılması gerektiğini ifade ettim. Her alanda yeni stratejiler, yeni programlar, yeni planlar yapılması gerekiyor. Yeni bir gelecek vizyonu gerekiyor Türkiye için. Ama bu çalışmaları mevcut bir siyasi partinin içinde yapmak çok zor. Çünkü parti disiplini diye bir gerçek var. Söylenmiş pek çok söz var. Takınılmış tutumlar var. Pek çok konuda görüş ayrılıkları da var. Bunlar çalışma alanını çok çok daraltıyor. Bu çalışmaların gerçekten tüm Türkiye'ye hitap edebilmesi için, bu çalışmaların gerçekten bugünün Türkiye'sinin sorunlarına cevap olabilmesi için bağımsız, özgür bir çalışma olması gerekiyor ve sıfırdan başlamak gerekiyor. Beyaz sayfalarla çalışmaya başlamak gerekiyor.
AK Parti'nin kuruluş döneminin şartları ile bugünün şartları çok farklı. O dönem toplumun bazı kesimlerinin özgürlük alanının oldukça daraldığı, temel haklar konusunda ciddi sıkıntılar yaşadığı bir dönemdi. Toplumun bazı kesimlerinin baskı altında olduğu, ötelendiği bir ortamda AK Parti ortaya çıktı. Şimdi durum çok farklı. Yine belki bir özgürlük sorunu var Türkiye'nin. Yine bir temel haklar sorunu var. Daha farklı kesimleri de ilgilendiren sorunlar haline geldi bunlar. Ayrıca, Türkiye'nin bir adalet sorunu var. Bir ekonomi sorunu var. Şu anda toplumun tümünün ortak dertleri var. Başlattığımız çalışma bütün toplum kesimlerini dikkate alan ve ortak sorunlara çözüm üretmek içindir.
Bizimle çalışmak isteyen insanlara bakınca şu çok güzel. Kendiliğinden bize gelen insanlar toplumun her kesiminden. Bu doğal bir şekilde böyle gelişiyor. Adalet ve ekonomide bizim samimi bir şekilde çalışacağımıza insanlar inanıyor. Toplumsal araştırmalarda ekonomi daha ön planda bir sorun. Ekonomi iner çıkar ama, özgürlük ve adalet çok yakıcı sorunlar.
Ekonomide biz defalarca kriz yönettik. Türkiye'yi çok zor bir dönemde devraldık. Düşünün, 34 yıl çift haneli, üç haneli enflasyon olmuş bu ülkede. 2 yılda tek haneye indirdik, paradan 6 sıfırı attık. İki yılda yaptık bunları. Ekonomide rasyonalite olunca çabuk toparlanıyor işler.
Niyet ve kapasite. Önce niyetiniz var mı, sonra kapasiteniz var mı? Geçmişe doğru bakın, Türkiye'nin başarılı olduğu dönemleri düşünün. Ekonomide, dış politikada, Avrupa Birliği reformlarında başarılı olduğu dönemleri. O dönemlerin arkasındaki, mutfağındaki ekibin tamamı bizim arkadaşımız şu anda. Bu çok büyük bir avantaj. Uygulama tecrübesi olan isimler bunlar.
Yok, bu aşamada isim telaffuz etmeyeceğim. İnşallah kadromuzu topluca, hep beraber günü geldiğinde açıklayacağız. Bu konuda benden duymadıkça, hiçbir söylentiye inanmayın.
Müsaade ederseniz şunu tamamlayayım... Arkadaşlarımızın kimisi dışarıdan bize destek veriyor, verecek. Kimisi zaten çalışma ekibimize girmiş durumda. Bu çalışma ekibinin kapasitesi konusunda iddialı konuşmaktan çekinmiyorum.
Bir de şu var, içi yanan çok insan var, çok dertli ve birikimli insan var. Durum bu kadar kötüyken, Türkiye'nin geleceğiyle alakalı böyle iyi niyetli bir çalışma başlamışken, ben bu çalışmaya katkı vermeliyim diye ahlaki sorumluluk hissedip gelen çok sayıda insan var. Samimiyetle söyleyeyim, bu kadar beklemiyordum.
Onu yeterince ilan ettiğimizi zannediyorum.
Bu bir düşünce kuruluşu, düşünce kulübü değil. Uygulanacak, uygulamaya dönük politikalar üzerinde çalışıyoruz ve bunu uygulayacak ekipleri oluşturuyoruz şu anda.
Çok sayıda insanla görüşüyoruz, değerlendiriyoruz. Bu biraz vakit alacak. Ama çok ucu açık bir süreçten bahsetmiyoruz. Bu geniş ekiple politika çerçevelerini çalışacağız. Bu ekibin ortak vizyonunu kurgulayacağız. Bunları dikkate aldığımızda gönlümüzden geçen takvimler 2020'yi göstermeden tüzel kişiliği kurmak.
İlginçtir, bu ifadeler aslında AK Parti kurulurken de çok sarf edildi. AK Parti kurulurken önde gelen isimlerle ilgili bu ifadeler çok kullanıldı. Hatta bugünkü ifadelerden daha ağır ifadeler kullanıldı. O dönemi bir hatırlamak lazım.
Evet. Bu işin tabiatında var demek ki biraz. Böyle bir şey olduğunda rutinleşmiş bazı ifadeler var demek ki. Biz ilkelere ve değerlere sonuna kadar sadığız. Baştan da söyledim bu bir siyasi tercih değil. Bu bizim hayat idealimiz. 20 sene önce böyleydi, 20 sene sonra farklı olacak değil. Bölme ifadesi kullanıldığı için bunu özellikle ifade ediyorum. Devlet öncelikle her bir vatandaşına aynı yakınlıkta olacak. Devletin varoluş sebebi adalettir. Tek bir varoluş sebebi varsa adalettir o.
Herkesi olduğu gibi kabul etmek lazım. Farklı kimliklere saygı göstermek lazım. Türkiye'nin gerçek gücü böyle ortaya çıkacak. Büyük sorunlarla karşı karşıyayız. Halkın omuz omuza vermesiyle aşılacak bu sorunlar. Buradan baktığımızda biz bölen olmayacağız asla. Tam tersine birleştiren ve buluşturan olmak için yola çıkmış durumdayız. Dürüst, akılcı, serinkanlı, sakin ve incelikli bir dil kullanacağız. Türkiye gerginlik politikalarından yorgun düştü artık.
Ama biz şu anda ekibimizi açıklamış durumda değiliz ki. Şu anda biz kimlerle çalışacağız, ekibimiz kim, kompozisyonu belli değil. Tamam istifa ettik, ekip oluşturmak için yola çıktık. Ama nihai ekibin nasıl olacağını henüz kimse görmedi. Tabii ki toplumun muhafazakar kesimi çok çok önemli ama şu anda Türkiye'nin ihtiyacı olan siyasi hareket toplumun tek bir kesimini hedefleyen bir siyasi hareket değil. Onu yapan çok. Herkesin kendi nişi var, hitap ettiği kitle var. Biz böyle olmak istemiyoruz. Biz toplumun bütün kesimlerini ilgilendiren, toplumun bütün kesimlerini yatay kesen sorunlardan ve o sorunlar için üreteceğimiz çözümlerden bahsedeceğiz.
Bunun en önemli güvencesi bizim oluşturacağımız çok sesli ve farklı kesimlerden gelen insanlardan oluşan ekibimiz olacak. Dolayısıyla bu dar bir kesimin içinden çıkan bir hareket değil. Türkiye'nin geniş kesimlerini temsil eden bir çalışma. Biz insan kaynağı ile ilgili iki kriter koyduk. Bir; iyi insan olsun istiyoruz, iki; işinde iyi olsun istiyoruz. Başka da hiçbir kriterimiz yok. İyi insan derken sözünde duran, konuşunca doğruyu söyleyen, bir şeyi rahatça emanet edebileceğiniz, evrensel ve ahlaki normlar içerisinde iyi insanlardan bahsediyoruz. İşinde iyi derken de yani hangi işi yapıyorsa o işte başarılı olsun iyi yapsın. Onun haricinde de başka hiçbir kriterimiz yok. Ülkenin hangi coğrafyasında geldiğine bakmıyoruz insanların. İnsanların kendi yaşam tarzları, kendi seçenekleri farklı olabilir. Etnik, mezhepsel farklılıklar olabilir. Ama eğer Türkiye toplumu bütün bu farklı kesimlerden oluşan bir toplumsa ve şu andaki ihtiyaç bütün kesimlerin sorunlarını çözmek için başlatılması gereken bir çalışmaysa, o zaman biz bu çalışma ekibinde adeta Türkiye nüfusunun özeti diyebileceğimiz bir kompozisyon istiyoruz.
İstiyoruz ki ekibimizdeki her bir arkadaşımız oluşturacağımız politikaların sahibi olsun. Herkes desin ki, "İlk tuğlaları koyanlardan birisi de benim. Kuruluştaki temel harcında benim de emeğim var".
AK Parti'nin en önemli ilkelerinden biri de 3 dönem kuralıydı. Bu basit bir kural değil. Günlerce haftalarca tartışmalardan sonra o kural yazıldı. Ve ilk kuruluşta üç dönem kuralı "üç dönem nokta" şeklindeydi. Üç dönemden sonra ciddi bir insan kaynağı değişikliğini öngören bir kuraldı o. Sonra o kural kademe kademe gevşetildi. En sonunda da MKYK'nın inisiyatifine bırakılan ve istisnalar uygulanabilen bir hale geldi. Ömrü uzun olan kurumlarda ilkeler ve kurallar baki, ama insanlar fani. Dolayısıyla insan kaynağı yapısının belli bir zaman içerisinde yavaş yavaş tazelenmesi gerekiyor ki kurallar kalıcı olsun. Aksi halde kişisel inisiyatifler, görüşler, dürtüler ağır basmaya başlayabiliyor. O zaman kurallara kimse bakmamaya başlıyor. Bu bir tuzak ve tehlike. Bu yüzden bu ilkelerin sadece lafta kalmaması lazım.
Şu açıdan doğru. Rahmetli Özal o günün şartlarında gerçekten güzel bir perspektif ortaya koymuş 1980 ihtilalinden sonra. O zaman anarşi diye bir gerçek vardı, sağ sol bölünmesi vardı. Farklı eğilimler vardı toplumda, dört eğilim o. Ama bugünkü duruma baktığınızda çok daha farklı bir toplumsal yapıyla karşı karşıyayız. Eski klasik terminoloji, sağ, sol, muhafazakâr, liberal terminolojisi bile özellikle gençler için önemli ölçüde anlamını kaybetti. Bu terminoloji gençlerde bir karşılık bulmuyor artık. Biz gelecekten bahsedeceğiz, çözümlerden bahsedeceğiz. Geçmişin klasik terminolojiyle, geçmişin parametreleriyle hareket etmeyeceğiz. Geleceğin bakış açısını yakalamaya çalışacağız.
Bugün gençlerimizin haklı kaygıları var. Aynı zamanda bambaşka hayalleri var. Dünyayı biliyorlar, tanıyorlar. Söyleyecek çok sözleri var. Sorunların çözümü ve geleceğin tasarlanmasında sorumluluk üstlenmeye hazırlar. Müthiş bir potansiyel var. Türkiye'nin gerçek gücü de burada aslında.
Kuşkusuz gençlerle grup grup oturuyoruz ve onların görüşlerini dinliyoruz. Gençler Türkiye'nin en iyi dönemlerini yaşadılar. 2001 öncesini bilmiyorlar. Bir de ülkenin bugün içinde bulunduğu durumu idrak ediyorlar. Dolayısıyla daha iyisini gördükleri için şu andaki durumdan çok şikayetçiler.
Geçenlerde üniversite sınavlarında yüksek başarı elde etmiş bir grup gençle uzun bir sohbet yaptık. En büyük şikayetleri de kendilerini ifade edememeleri. Özgür bir tartışma ortamı olmaması Türkiye'de. Tweet atmaktan korkar hale gelmişler. Fırsat eşitliğinin olmamasından da şikayet ediyorlar. Gençlerde adalet hissi çok yüksek.
Bilgiye artık çabuk ulaşıyorlar. Matbaanın icadı tarihte nasıl bir dönüm noktasıysa, bu akıllı telefonlar da bir o kadar bir dönüm noktası tarihte. Herkesin cebinde dünyaya açılan bir pencere var. Artık çocuklar anne babalarını her şeyi bilen olarak görmüyorlar, ellerinin altında telefonlardan açıp bakıyorlar, bak böyleymiş diyorlar. Dünyayla daha entegreler. İyiyi görüyorlar. İyiyi gördükleri zaman daha azıyla tatmin olmuyorlar. Çok doğal. Bir ülkeyi kapattığınızda, kapalı bir ülkede eğer o ortamdan başkasını insanlar görmüyorsa, o hayat onlara doğal gelebilir. Bütün dünyayı öyle zannedebilirler. Dolayısıyla daha iyiyi gören daha iyiyi idrak eden insanların daha azıyla yetinmesi mümkün değil. O yüzden onların beklentilerine, hayallerine cevap verecek, bunun için de samimi bir şekilde çalışacak siyasi bir yapıya ihtiyaç var.
Evet izledim. Çok güzel hazırlanmış. Sorunlar ve kaygılar gayet güzel işleniyor. Harekete geçilmezse, bir şey yapılmazsa, susulursa olacaklardan herkesin sorumlu olduğu vurgulanıyor. Etkilendim doğrusu. Biz de susmadık. Susamadık. Karar verdik ve çalışıyoruz
1990'lı yıllarda tanıştık Abdullah Bey'le. Kendisini biz ailece severiz, takdir ederiz, saygı duyarız. 2001 yılında beni siyasete davet eden kendisi oldu. Dürüst bir siyasetçi ve değerli bir devlet adamı. Abdullah Bey bizim çalışma şeklimizin ve ilişkimizin yanlış anlaşılmasını istemiyor. Kaygılarımız aynı. Bizim çalışmalarımıza tam destek veriyor. Ayda bir veya iki defa görüşüyoruz. Bilgi ve tecrübelerinden istifade ediyoruz. Öte yandan Abdullah Bey Cumhurbaşkanlığı'ndan ayrıldıktan sonra aktif siyasette yer almayacağını kamuoyuna açıklamıştı. Tarafsız Cumhurbaşkanlığı konumundan sonra da bir siyasi parti çatısı altında olmayı doğru bulmuyor.
Bizim çalışmalarımızla önemli bir ilkemiz var. Hukuki ve siyasi sorumluluk kimin üzerindeyse ya da kimlerin üzerindeyse, nihai yetkinin de o insanların üzerinde olması gerekiyor. Yani milletimize karşı bizim net, açık ve şeffaf bir yapı kurmamız lazım. Başkası beklenemez.
Biz Ahmet Bey'le 2003 yılında tanıştık. AK Parti kuruldu, daha sonra hükümet kuruldu, daha sonra tanıştık. Yakın dost olduk. İlmine saygı duyduğumuz bir insan. Ailecek yakın olduğumuz ve sevdiğimiz biri kendisi. Ancak siyasetteki önceliklerimiz, izlediğimiz yöntem ve üslup oldukça farklı. Şu anda bizim geleceğe bakmamız gerekiyor ve tam anlamıyla bir ekip çalışması yapmamız gerekiyor.
Uluslararası ilişkilerde ve dış politikada bir ülkenin itibarı ve güvenilirliği en önemli gücü. Buna bir bakıma sözün gücü de diyebiliriz. Eğer itibarlıysanız ve güvenilir bir ülkeyseniz sözünüz çok güçlü oluyor. Bu sözün gücü askeri güçten veya ekonomik güçten çok daha yüksek olabiliyor. Biz bunu yıllarca yaşadık. İtibarlı ve güvenilir bir ülke olarak uluslararası çıkarlarımızı nasıl koruyabildiğimizi gördük. Dünya barışına ve insanlığa büyük katkılar verdik o dönemde. BM Güvenlik Konseyi'ne seçildiğimiz 2008 yılında 192 ülkeden 151'i Türkiye için oy kullandı. Bu bir rekordu. Pek çok ülke için ilham kaynağı olduk. Son yıllarda durum değişti. En haklı olduğumuz konularda yalnız kalıyoruz. En yakın coğrafyamızda söz tükeniyor. Artık askeri güç kullanma mecburiyeti oluşuyor. Türkiye'nin uluslararası çıkarlarını korumak, kendi iç demokrasimizle de çok alakalı. Eğer içerde demokrasi iyi işliyorsa o zaman dış tehditlere ve şantajlara karşı daha korunaklı bir yapınız oluyor.
Bir başka önemli konu da şu: Türkiye'nin halihazırda kurucusu ve üyesi olduğu uluslararası kurumlar var, parçası olduğu ittifak sistemleri var, tarafı olduğu anlaşmalar var. Bunlar birçok acı tecrübeden sonra devlet politikası olarak benimsenmiş, yıllarca süren müzakereler sonucunda elde edilmiş kazanımlar. Üstelik bunlar Türkiye'yi daha öngörülebilir bir ülke haline getiren unsurlar. Son dönemde ülkemizin bu kazanımlarının da risk altına girdiğini görüyoruz ve bu bizi tedirgin ediyor.
Suriyeli göçmenler öncelikle bir insanlık sorunu. Bizim açımızdan ayrıca bir sosyal sorun, bir ekonomik sorun. İlk yıllarda Suriye'deki tablo geçici bir durum olarak değerlendirildi. Savaştan ve ölümden kaçıp Türkiye'ye sığınan Suriyelilere göçmen denilmedi, misafir denildi. Onların Türkiye'deki varlığı da geçici bir durum olarak değerlendirildi. Bugün geldiğimiz noktada ise hem Suriye'deki durumun hem de Türkiye'deki Suriyelilerin durumunun kapsamlı ve gerçekçi bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Konunun siyasi, ekonomik ve toplumsal boyutlarının tüm yönleriyle analiz edilmesi ve yeni bir strateji geliştirilmesi gerekiyor. Bunu yaparken ilgili tüm ülkelerle de istişare içinde olunması gerekiyor.
İlke ve değerlerden uzaklaşılması temel bir sorun. Ekonomide yaşanan sıkıntıların arkasında da aynı sorun var. 2011 seçimlerinden sonra başlayan, özellikle de 2013 sonrasında hızlanan bir sapmadan bahsediyorum. Ekonomide "güven" kavramı başarının en önemli faktörü. Devletin ekonomik aktörlere sürekli olarak güvenilir bir gelecek perspektifi vermesi gerekir. İtibar gören planlar, programlar, yol haritaları hazırlayacaksınız. Söz verince yerine getireceksiniz. Program açıkladığınızda, tavizsiz bir şekilde hayata geçireceksiniz. Politika belgelerinde ilan ettiğiniz tüm ilkeleri sonuna kadar savunacaksınız, uygulayacaksınız. Şeffaf olacaksınız. Tutarlı olacaksınız. Öngörülebilir olacaksınız. Kurumların itibarını koruyacaksınız. Kurallara uyacaksınız. Piyasa ekonomisinin ruhu ile ters düşen müdahale ve uygulamalardan uzak duracaksınız. Bunlara dikkat etmediğinizde güven oluşturmak mümkün değil. Politika uygulamalarında tutarlılık, öngörülebilirlik, kök nedenlere odaklanmak ve bütüncül bir yaklaşım ortaya koymak, ekonomik sorunlarla etkili mücadele etmenin olmazsa olmaz koşulları.
2002 yılında ilk hükümet kurulduğunda yukarıda saydıklarımın hepsini tek tek gerçekleştirmeye başladık. Olağanüstü başarılara imza attık. Bunlardan sapmalar meydana geldiğinde de sıkıntılarla karşı karşıya kaldık. Doğrular için içeride büyük bir mücadele verdim. Bakanlık dönemimin son yıllarında bu konulardaki görüş farklılıklarının bir kısmı kamuoyuna da yansıdı. Bir süre sonra da durum sürdürülemez bir hal aldı.
Şimdi sonuçlara bakalım. Bizim görevde olduğumuz dönemde, benim bakanlıktan ayrıldığım dönemde Hazine yaklaşık yüzde 10 faizle borçlanıyordu. Enflasyon yüzde 7 idi. Bugünkü rakamları takip ediyorsunuz. Artık biz yokuz, bambaşka bir ekip görevli. Şu anda iktidarın yapmak isteyip de yapamayacağı hiçbir şey yok.
Merkez Bankası politika faizinin ne olacağı tamamen otoritelerin elinde. Ben görevden ayrılalı 4 yıldan fazla oldu. Bu süre içerisinde her türlü politika revizyonu olabilirdi. Bugün hâlâ yapılabilir. Ama işin bir de gerçeği var. Ekonominin kendine has kuralları var.
Biz iki yıldır üzerinde çalıştığımız raporla bütün dünya genelinde borçluluğun bir sorun olduğunu, özellikle faizli muamelelerin rakam olarak hane halkı için de şirketler için de bankalar, devletler için de çok büyüdüğünü, bunun da dünya finansal riskleri açısından zarar vereceğini açıkladık. 100 sayfalık raporla pek çok öneri de sunduk. 16 kişilik uluslararası bir heyet olarak sunduk bu önerileri. Ve o önerilerimizin içinde özellikle borç-alacak ilişkisine dayanmayan, yani faize dayanmayan finansal metotların tüm dünyada daha çok uygulanmasının gerektiğini de bir tespit olarak ortaya koyduk. Bunu G20'ye önerdik. Ki onlar istemişti bizden bu çalışmayı. 16 kişilik uluslararası heyetin ortak kanaati olarak koyduk. Alternatif metotlar tabi ki var ve daha da yaygınlaştırılmalı.
Dışa açık bir ekonomi olarak ve dışarıdan finansman ihtiyacı olan bir ekonomi olarak devletin farklı alternatifteki finansman imkanlarına da açık olması gerekiyor. Farklı metotları da ön plana çıkarabilirsiniz. Ama bu geçiş esnasında uluslararası kabul edilmiş temel iktisat normları önemli. Bunların dışında hareket edildiğinde bırakın faizlerin düşmesini, olması gerekenin çok daha üstüne çıkabiliyor. Bugün Avrupa Merkez Bankası eksi faiz uyguluyor. Bugün Almanya borçlanırken eksi faiz var. Bugün Bulgaristan hükümeti eksi faizle borçlanıyor. Türkiye'nin borçlanma rakamlarına bakıyorsunuz, çok daha yüksek faizler ödeniyor. Ben buna da üzülüyorum açıkcası.
Her neyse, bu tartışmalar artık geride kaldı. Artık biz geçmişle uğraşmak istemiyoruz açıkcası. Zaten onun için geleceğe yöneldik.
AK Parti kurulduğunda partinin önde gelen isimleriyle ilgili de aynı iddialar gündeme getiriliyor, burada ifade edemeyeceğim daha ağır sözler sarf ediliyordu. Bunlar hep unutuldu.
Türkiye dışa açık bir ülke, dışa açık bir ekonomi olmak zorunda. Türkiye içine kapandığı zaman fakirleşir, demokrasisi zayıflar. Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur. Biz yıllarca ülkemizin uluslararası yatırımlardan aldığı payı artırmak için çalıştık. Yatırım, üretim ve istihdam için büyük bir çaba ortaya koyduk.
Dünyanın en büyük yatırımcılarını Türkiye'ye yatırım yapmaları için ikna ettik. Bu süreçte tabi ki çok geniş bir çevremiz oluştu. Dünyanın dört bir yanında tanıdığımız, ülkemize faydalı olsun diye görüştüğümüz insanlar oldu. Dünyayla olan siyasi ve ekonomik ilişkilerimizi geliştirmek için pek çok uluslararası toplantıya katıldım. Bu programların hepsi hükümet kararıyla ve yerime vekil bakan görevlendirilerek yapıldı. Hepsi Resmi Gazete arşivinde, hepsi şeffaf.
Özellikle ilk yıllarda partinin ve hükümetin siyasi kimliğini anlatabilmek için özel bir çaba gerekiyordu. Dünyada önyargılar vardı, kaygılar vardı. Bunları aşmak için özellikle de bize çok uzak duran kurumlarla görüştüm, toplantılarına katıldım. Kim olduğumuzu, neyi hedeflediğimizi ilk ağızdan muhataplarımıza anlattım.
Şu anda ekonomimizin en önemli sorunu öngörülebilirlik sorunu. Yazılı politika dökümanlarının gelecek perspektifi vermesi gerekiyor. Başta bağımsız kurumlar olmak üzere kurumların itibar ve güvenilirliğini artırmak gerekiyor. Para politikasının, maliye politikasının ve makro ihtiyati tedbirlerin birbiriyle uyumlu olması gerekiyor ve öngörülebilir olması gerekiyor. Yapısal reformların yeniden canlandırılması gerekiyor. Türkiye son dönemde, 90'lı yılları andıran yüksek enflasyon - düşük büyüme - yüksek işsizlik sarmalına girdi. Gelir dağılımı bozuluyor. Büyük çabalar ve fedakarlıklarla elde ettiğimiz ülkemizin 'yatırım yapılabilir' kredi notu kaybedildi. "Orta Gelir Grubu"ndan "Yüksek Gelir Grubu"na geçme aşamasına gelmiş olan ekonomimiz "Orta Gelir Grubu"nda tıkandı. Hatta bu gruptaki sıralaması dahi kötüleşmeye başladı. Milli gelirimiz düştü, fakirleştik.
Ülkemizin sadece güncel büyüme ve kalkınma göstergeleri gerilemekle kalmadı, aynı zamanda uzun dönemli büyüme potansiyeli de ciddi bir tehditle karşı karşıya. Gerekenler yapılmazsa Türkiye'nin bu sarmaldan çıkması mümkün olamaz.
Bugün dünyada "eksi" faizler dönemi yaşanıyor. Likiditenin çok bol ve ucuz olduğu bir süreçten geçiyoruz. Böyle bir dönemde Türkiye'de devletin ve özel sektörün bu kadar yüksek faiz ödemek zorunda kalması gerçekten çok üzücü. Türkiye'nin risk priminin acilen düşürülmesi gerekiyor.
Ekonomideki sorunların sebebi sadece ekonomi politikasıyla ilgili de değil. Ülkemizdeki hukuk güvenliği sorunu yatırımcıyı ürkütüyor. Dış politikada dönem dönem ekonomiyi olumsuz etkileyecek gelişmeler yaşanıyor. Güvenlikle ilgili problemlerin ekonomik sonuçları oluyor. Topyekün bir siyasi revizyona ihtiyaç var.
Esasen böylesine önemli sistem değişikliklerini 2017'de olduğu gibi olağanüstü şartlarda yapmamak lazım. Yani daha makul, toplumun daha rahat tartışabildiği, insanların rahatça görüşlerini ifade edebildiği bir ortamda bu sistem tartışmalarını yapmak lazım ki doğruyu bulabilelim. Süreç hızlı gelişti. Dar bir ekip çalıştı. İki parti mutabakatı sonunda yeterince tartışılamadı. Parti içi demokrasi çalıştırılmadı. Referandum kampanyasında aktif görev almam istendi. Ben reddettim. Artısıyla eksisiyle değerlendirildiğinde, Türkiye için faydasından çok zararı olacağına inandım. Bana soranlara da bunu böyle aktardım.
O günkü kampanyadaki en önemli argümanlardan bir tanesi koalisyon döneminin biteceğiydi. Bunları belki çabuk unutuyoruz ama bugün baktığınızda bırakın koalisyonu, baştan ittifaklar oluşmadan seçime gidilmiyor Türkiye'de.
Burada ilkeler çok önemli. İlkeler dediğimizde, hangi sistem olursa olsun, öncelikle güçler ayrımı yani yürütme, yasama ve yargı arasındaki iyi belirlenmiş çizgiler işin temeli.
Kuşkusuz benim şahsi bir kanaatim var. Arkadaşlarımızın çoğunun da kanaati aynı yönde. Ancak, bunu bu aşamada açıklarsam doğru olmaz. Geniş bir ekip kuruyoruz ve herkesin düşüncesini dinleyeceğiz. Bu ortak bir kararı olmalı.
15 Temmuz'da ben ailemle beraber tatildeydim, yurt dışındaydım. Ve darbe girişiminden hemen sonra mümkün olan ilk uçuşla Türkiye'ye döndüm. Meclis hedef alınmıştı, F-16 uçaklarıyla bombalanmıştı. Meclis'teki oturumlar oldu biliyorsunuz. Bunlara katıldım. Ankara ve İstanbul'da demokrasi nöbetleri oldu her gece, onlara katıldım. Her iki şehirde farklı meydanlarda konuşmalar yaptım. 15 Temmuz sonrası çok sayıda ülkede FETÖ'nün gerçek yüzünü anlatmak için konuşmalar yaptım. Biliyorsunuz olanlar önceleri dünyada tam anlaşılamadı. Bir sürü farklı teoriler ortaya atıldı. Ve bizden FETÖ'nün gerçek yüzünü dinlemeleri önemliydi.
Bunların karanlık yüzü hem Türkiye'de hem de dünyada artık daha iyi anlaşılmış durumda. Şeffaf olmayan ve takiyye yapan bir örgüt. Türkiye'ye de çok büyük bir zarar verdi. Bu örgütle mücadelenin sonuna kadar da devam etmesi gerekiyor. En küçük bir taviz bile asla söz konusu olmamalı. Bir ülkenin demokrasisini, parlamentosunu, bir ülkenin devlet başkanını hedefleyen bir terör örgütüne mutlaka hak ettiği en ağır ceza uygulanmalı.
Evet. Öte yandan sürece bakıyoruz, özellikle yargı süreçlerinde benzer durumda olan insanlarla ilgili farklı mahkemelerde farklı kararlar çıkıyor. Uygulamalarda sıkıntılar var ve kurunun yanında yaşın da yandığına şahit oluyoruz. Bu konudaki sorunların çözülmesi için de gayret gerekiyor. Orada adalet mutlaka tesis edilmeli.
Tabii çok fazla. Her siyasetçiye geliyor. Burada en önemlisi tutarlılık sorunu. Adaleti mutlaka tesis etmek gerekiyor. Bunun için de özel bir çaba ortaya koymak gerekiyor. Hiç kimse haketmediği bir ceza veya sonuçla karşı karşıya kalmamalı.
Öncelikle devletin tüm vatandaşlarına aynı yakınlıkta olması temel bir ilke. Bunu ne kadar vurgulasak az. Her kimlik bu ülkenin asli unsurudur. Aksi halde aidiyet hissi oluşturamazsınız. Devlet tüm kimliklere saygı göstermek zorundadır. Her bir vatandaşımız, zaten doğal hakkı olan özgürlüklerini doyasıya yaşamalı. Haklar ve özgürlükler devletin vereceği alacağı bir konu olmamalı. Hakları ve özgürlükleri oylatamazsınız. Bu konularda ciddi sorunlar var.
Türkiye'nin bir hak ve özgürlük sorunu var, bunu öncelikle kabul etmek gerekiyor. Aynı zamanda Türkiye'de bölgeler arası gelişmişlik farkı var. Toplum kesimleri arasında sosyoekonomik farklar büyük. Toplumsal hafızada derin yaralar var. Duygusal kopuşlar var. Sertlik politikalarıyla bunların çözülmesi mümkün değil. Vicdanlı olmak lazım.
Öte yandan, ülkemizin büyük bir terör sorunu var. Terör sorununun çözümü için güvenlik tedbirleri şart. Burada taviz asla söz konusu olamaz. Karşınızda silahlı bir örgüt varsa, devletin de güvenlik enstrümanları vardır. Ancak sadece güvenlik tedbirleriyle terör sorununun çözülemeyeceğini bilmemiz lazım. Hem bizim yakın geçmişimiz hem de dünya örnekleri bize bunu söylüyor.
Biz yıllarca şunu yaptık. "Türkiye'de hem özgürlükleri ilerletiyoruz, hem de Türkiye'nin güvenlik konumunu güçlendiriyoruz ve bunu eşzamanlı yapıyoruz. Özgürlüklerle güvenlik arasında bir denge kurmak zorunda değiliz" dedik. Ve bununla yıllarca iftihar ettik. Her iki alanda birden ilerledik Türkiye'de. Sorunların daha fazla demokrasiyle çözüleceğine inandık ve bunu da gerçekleştirdik. Yapmamız gereken o ruhu yeniden yakalamak. Bu konuda da yeniden düşünülmüş stratejilere ihtiyaç var. Burada iyi bir strateji çalışmasına ihtiyaç var. Kürt sorunu şu anda bizim en önemli çalışma alanlarımızdan biri.
Öncelikle Türkiye'de büyük bir terör sorunu olduğunu, bir özgürlük sorunu olduğunu, bir hukuk sorunu olduğunu, bir demokrasi sorunu olduğunu, bir ekonomi sorunu olduğunu kabul etmemiz lazım. Sorunları çözmek için önce o sorunların varlığını kabul etmek lazım. Sorunları inkar ettiğinizde çözüme nereden başlayabilirsiniz ki? Bizim Kürt vatandaşlarımızın da, Alevi vatandaşlarımızın da, başka farklı grupların da sorunları var. Bunlardan kaçamayız. Samimi bir çabayla bu sorunların üzerine gitmemiz gerekiyor.
Daha önce de söyledim. Her konuda yeniden üretilmiş stratejilere ihtiyaç var. Her konuda sıfırdan çalışmalar yapmak gerekiyor. Bu sorunun bütün boyutuyla açık yüreklilikle ortaya konulması gerekiyor. Siyasi boyutuyla, güvenlik boyutuyla, sosyal boyutuyla, ekonomik boyutuyla, uluslararası boyutuyla.
Bu konuda eğer sadece yazılı kanun metinlerine bakarsanız farklı bir değerlendirme yapabilirsiniz ama bir de çok önemli demokratik prensipler var: Seçilmiş bir insanı görevinden alabilecek bir gücün sadece ve sadece hukuktan güç alan bağımsız yargıda olması lazım. Çünkü halkın iradesi demokrasilerdeki en önemli güç. Seçilmiş bir insandan bahsediyorsunuz. Seçilmiş bir insan orada sadece bir fert değil. Onun arkasında ona oy veren bazen on binler, bazen yüzbinler bazen milyonlar var. Seçmenin iradesine saygı göstermek gerekiyor. Aksi takdirde demokrasinin tam da özüne zarar vermiş oluyorsunuz. Halkın iradesini dengeleyebilecek güç ancak bağımsız yargı olabilir. Yoksa vicdanlarda derin yaralar açılır. Bir de burada tabi güvenilir ve bağımsız bir yargı gerekiyor. Demokrasi önemli ama hukuk da çok önemli. Demokrasilerde hukuku göz ardı ederseniz, demokrasi bir süre sonra otokrasiye dönüşebilir.
Ekonomik krizin en derin döneminde oldu 31 Mart seçimleri, normal bir dönemde değildik. Tam seçimler bitti derken, bir üç ay daha Türkiye bununla meşgul oldu. Aylarca ülke bu işe kitlendi, bunun ekonomiye maliyeti oldu. Demokrasi adına en çok üzüldüğüm nokta şu; Türkiye'de ilk defa bir seçim sonucu bu kadar tartışmalı hale geldi. Sistemi zorlamanın kamu vicdanında nasıl yaralar açabileceğine şahit olduk. Devletin bağımsız kurumlarının, başta yargı olmak üzere, itibarı çok önemli. O kurumlar hep lazım. Çünkü en kritik dönemlerde hukukun sigortası bağımsız kurumlar. Siyasette rüzgarlar sert esebilir. O günü kurtaracak bazı dürtüler olabilir. Başta yargı olmak üzere bağımsız kurumların zaten varlık sebebi bu. Yüksek Seçim Kurulu'nun itibarını korumak çok önemli. O kurumun itibarı demokrasinin de sigortası.
Hayır. Tam tarih söyleyeyim, biz 19 Şubat'ta bu çalışmayı başlatma kararı aldık. Bu yılın başında. Tabii ondan önce de çok geniş çevrelerle istişare ettik. Toplumsal trendlere baktık. Sorunları insanlar görüyor ama yeni bir siyasi partiye ihtiyaç var mı Türkiye'de, o da önemliydi. Farklı kesimlerle yaptığımız istişarelerde de bu ihtiyacın artık geniş kesimler tarafından açıkça hissedildiğini gördük. İnsanlarda oy verirken en önemli faktör şu anda korku. Elindekini kaybetmekten korktuğu için insanlar gidiyorlar bir partiye oy veriyorlar. Ya da bir partiye ya da o partinin liderine çok kızdıkları için gidip başka partiye oy veriyorlar. Kimisi de kimlik meselesi yapıyor bunu. Gelecek ümidiyle oy vermek, yani 'ben bu partiye o vereyim Türkiye'yi daha güzel bir geleceğe götürelim' duygusu halkımızda azaldı maalesef. Bu çok önemli bir problem. Ümit siyaseti artık yapılmıyor Türkiye'de. Türkiye'de korku siyaseti yapılıyor. Epeyce de kimlik siyaseti yapılıyor. Türkiye'nin ihtiyacı bu değil. Türkiye buradan düzlüğe çıkamaz. Türkiye'nin geleceği için yeniden samimi bir şekilde çalışmaya ihtiyaç var. İnsanların geleceğe ümitle bakabilmesi lazım. Biz ümit siyaseti yapacağız, korku siyaseti yapmayacağız. FETÖ'yle sonuna kadar mücadele şart.
Açıkçası ne kadar insanlar başka ülkelere gitse, ne kadar da belki geçici bir nefes alma ihtiyacı da hissetse şu var, herkesin gönlü burada. Onları anlıyoruz çünkü münferiden bir şey yapamıyorsa hiç olmazsa bir süre şöyle bir nefes alma ihtiyacı oluyor. Bunu da çok yadırgamamak lazım. Bizim gideceğimiz bir yer yok. Biz buradayız. Çünkü üzerimizde farklı bir sorumluluk var. Türkiye'nin aşamayacağı hiçbir sorun yok. İyi dönemleri yaşadık. Türkiye Cumhuriyeti pasaportunu taşımak bir itibardı. Almanya'da gençler ay yıldızlı kırmızı tişörtlerle sokaklarda dolaşıyordu. Dolayısıyla çabuk toparlanır. Hele ekonomi en kolay kısmı. İki kere iki dörttür diyebildikten sonra, rasyonalite olduktan sonra çok kolay toparlanır. Ama diğer alanların üzerine çok yoğunlaşmamız gerekiyor. Toplumsal hasarı tamir etmemiz gerekiyor. Popülizmin etkilediği kitleler var.
Biliyoruz ki, sadece eleştirel yazdıkları için işini kaybeden çok sayıda gazeteci var maalesef. Çok üzücü bir durum. Bu ülkeye yazık. Öte yandan, sivil toplum temsilcilerinin, aydınların, akademisyenlerin, gazetecilerin ve siyasetçilerin sadece düşündüklerini ifade ettikleri için özgürlüklerinin kısıtlanması kabul edilebilir bir şey değil. Gerektiğinde, tutuksuz yargılanma diye bir yöntem de vardır. Bu konular ülkenin itibarına büyük zarar veriyor. Ülke için bir yüktür, demokrasi için bir yaradır. Basın özgürlüğünün, düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede sorunlar açıkça konuşulamaz. Konuşulamayan sorunlar da çözülemez. Ekonomi de bu ortamdan olumsuz etkilenir. Bu konularda kıstas bellidir. AİHM kararları ve içtihatlarıdır.
AK Parti kurulurken de yakın ve uzak çevremizden çok uyarı aldım. Bana 'sen ne yapıyorsun, işin var gücün var' dediler. 28 Şubat'ın iklimi vardı. 'Nasıl göze aldın' diyorlardı. O günleri unutuyoruz bugün. Biz o zaman her şeyi göze aldık açıkçası. Memleket için doğru mu doğru. Herşey güllük gülistanlık değildi o zaman, biliyorsunuz, unutuluyor o dönem. Tamam işimiz gücümüz var ama memleketin durumu kötüydü. Davet vardı, öyle bir karar aldık. Aslında o günleri bugünlere çok benzetiyorum. Bugün yine belki riskler var. Baskıların niteliği değişti. O gün de özgürlük sorunları vardı. Bugün de var ama farklı kesimler üzerinde ve farklı nitelikte özgürlük sorunları var. Çok da birbirinden farklı ortamlar değil doğrusu.
Burada önemli olan iyi niyet ve kararlılık. İnanıyoruz ki Allah doğrunun yardımcısıdır. Arkadaşlarımızla beraber bu kararı aldık. Bir kere karar aldıktan sonra bu yoldan geri dönüş yok artık.
2001 bir ilkti. Ailede daha önce yapan hiç olmadığı için siyaseti zor ve karmaşık görüyorduk. Hâlâ da öyle. Ben siyasete başladıktan sonra ailemizde heveslenip de siyasete giren kimse olmadı. Ama bizim üzerimizdeki sorumluluk biraz farklı. Başkalarının üzerinde benzer bir sorumluluk yok. Biz Türkiye'nin sorunlarını iş dünyasının, STK'ların çözmesini bekleyemeyiz. Medyanın görevi de bu ülkenin sorununu çözmek değil. Türkiye'nin sorunları çözülecekse yine siyasetle çözülecek. Demokrasilerde meşru çözüm yolu siyaset. Başka çözüm yolları, Allah korusun, düşünülemez. Yaptığımız işin siyasi ve vicdani meşruiyeti konusunda en ufak bir kaygım yok. Hukuki meşruiyet zaten sapasağlam. Türkiye'de anayasa geçerliyse, yasalar geçerliyse biz çok meşru bir zeminde yürüyoruz. Açık yürüyoruz, şeffaf yürüyoruz.
Bu çalışmayı başlatmamız bizim için ahlaki bir sorumluluk, toplumsal bir sorumluluk. Bu çalışmayı başlatmamış olsak, bu kadar sıkıntı varken ülkede hiçbir şey yapmamış olmanın, hiçbir şey yapamıyor olmanın vicdan azabını çekerdik açıkçası. Herkeste böyle bir sorumluluk olmayabilir ama zamanında bütün bu çalışmaların tam merkezinde olan kişi olarak, pek çok başarıya katkı vermiş birisi olarak bugün geldiğimiz noktada hiçbir şey yapmamak, sadece izlemek açıkçası büyük bir vebal hissi oluşturacaktı. O sorumluğu üzerimizde hissettik. Bu bir ahlaki ve toplumsal sorumluluktu. Bu sorumluluğun gereği olarak başlattık bu süreci.
Bu tabi Türkiye açısından önemli bir özgürlük sorunuydu. İnsanların dini inancı sebebiyle ya da kişisel tercihleri sebebiyle dışlanması ötelenmesi, ona yasaklar konması kabul edilebilir bir durum değil. Siyasi bir mücadele değildi o. Bir hak ve özgürlük mücadelesiydi. Benim diğer halalarım da aynı problemi yaşadı. ODTÜ'de okuyan kız kardeşlerimden de aynı problemleri yaşayanlar oldu. Halam Hatice Babacan o dönem İlahiyat Fakültesi'nden ihraç edildi daha sonra Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ne girdi. Bir sonraki halam, enteresandır, herhalde o dönem şartlar değişti, başörtülü olarak İlahiyat Fakültesi'ni bitirdi. En küçük halam eczacı oldu, ama mesleğini geçici diplomayla yaptı, başörtülü fotoğrafı olan diplomasını geçtiğimiz yıllarda alabildi. Kendisi 1955 doğumlu. Bugüne geldiğimizde benzer problemler var ama problemlerin etkilediği kitleler değişti. Roller değişti. Biz hep şunu diyorduk, dünyanın her yerinde anlatıyorduk. AK Parti kurulu düzene karşı bir isyan olarak ortaya çıktı, bir hak ve özgürlük mücadelesi olarak AK Parti ortaya çıktı. Bugün bakıyorsunuz kurulu düzen ne, nasıl tanımlanıyor? Hak ve özgürlük sorunları nerede, hangi kesimlerde? Tabi baktığımızda benzerlik çok aslında, ama roller değişti, şapkalar değişti.
Yeni bir çıkış gerekiyor artık. AK Parti içinde çok mücadele ettik, çok uğraştık. Yapamadık, gerçekleştiremedik. Bizim gibi düşünen arkadaşlarımız da teker teker sistem dışında kaldılar.
Biz bugün bu çıkışı yapmazsak gelecek nesiller bizden hesap soracak. Bir şey yapma imkanınız vardı ama yapmadınız diyecekler. Türkiye'deki bu sıkıntıların büyümesine sadece seyirci kaldınız diyecekler. Hesap soracak olan sadece gelecek nesiller değil. Bir de büyük hesap günü gelecek. Önemli olan o günde o hesabı alnımızın akıyla verebilmek. İşte o konuda çok rahatız. Yaptığımız işin meşruiyeti konusunda çok rahatız.