DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, ailesinin zoruyla kaldığı cemaat yurdunda gördüğü baskılar ve gelecek kaygısı nedeniyle tıp fakültesi öğrencisi Enes Kara'nın yaşamına son vermesine değinerek, "Umutsuzluğa kapılan gençlerin canına kıydığı günlerdeyiz. Ülkesinden umudunu kesenler, kendi hayatlarına son veriyor… Boğaziçi, İTÜ ve ODTÜ gibi üniversitelerimizin bilgisayar mühendisliği öğrencileriyle mülakatlar yapılmış. 165 öğrencinin 152’si Türkiye’den gitmek istiyor” dedi. Babacan, iktidarlarının ilk 90 dakikasında, ifade ve basın özgürlüğünün güvencesini vereceklerini, yargının talimatla işlemesini sona erdireceklerini söyledi.
Babacan, Ankara’da partisinin 9. İl Başkanları Toplantısı’nın açılışında konuştu. Babacan, ekonomik kriz ile ilgili, “Ülkemiz derin bir ekonomik krizin içinde debeleniyor. İktidar ortakları ise sözde bir ekonomik program aşağı, öbür ekonomik program yukarı, bomboş işlerle oyalanıyor. ‘Oyalanıyorlar’ diyorum, çünkü sorunu çözme kapasiteleri yok” dedi.
Babacan’ın konuşması ana hatlarıyla şöyle:
Partimizin kurulduğu 2020 yılında, pandemi şartlarına rağmen, yoğun bir çalışmayla 81 ilimize kurucu heyetler görevlendirdik. Hızlı bir şekilde 43 ilde örgütlendik, kongreler yaptık ve 2020 aralık ayında büyük kongremizi yaparak seçimlere girmeye hak kazanan bir siyasi parti olduk. Bunu rekor bir sürede gerçekleştirdik. 2021 yılında çok yoğun bir çalışma temposuyla tamamladık. Görevlendirdiğimiz ilçe başkanı sayısı 700’ü geçti. Türkiye’nin dört bir yanında mahalle temsilcileri atıyoruz. Sırada sandık seçim bölgesi temsilcileri var. Yıl sonu itibariyle üye sayımız 100 bin eşiğini geçti, hızla artmaya devam ediyor. Bir yandan da yoğun bir biçimde, eylem planlarımız üzerinde çalışmaya devam ediyoruz. Bugüne kadar 4 ayrı alanda eylem planı açıkladık.
Ülkemizde özgürlüğün ve refahın yükseldiği günlerde, başarılara katkı veren bir arkadaşınız olarak, bu duruma gerçekten çok üzülüyorum. İktidardaki bu otoriter ortaklık, ülkemizi maalesef çok ciddi bir gerileme sürecinin içine hapsetti. Yarın neyin ne olacağını kimse tahmin bile edemiyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü bu tip yönetimlerde öngörülebilirlik olmaz. Hukuk belirsiz. Yönetimdeki zihniyetin anlık keyfine bağlı. Dış ilişkiler belirsiz. Yönetimdeki zihniyetin anlık keyfine bağlı. Eğitim, yine öyle… Sağlık bile öyle. Bakın daha geçen gün uçaklarda PCR testi zorunluluğunu kaldırdılar, ertesi gün geri getirdiler. Nasıl bir keyfilik bu… Her alanda bu otoriter ortaklığın ve zihniyetinin sonuçlarını yaşıyoruz.
Dış politikada da durum aynı. Şu an mevcut iktidarın bir dış politikası falan yok. Diğer ülkelerle şahsileştirilmişmiş ilişkiler var sadece. Bir ilke yok, bir değer yok… Türkiye, dünyanın gözünde, imzaladığı uluslararası sözleşmelere uymayan, AİHM kararlarını uygulamayan, öngörülmez bir yönetim durumuna düştü. Dün ‘darbe destekçisi’ dediklerine bir bakıyoruz bugün resmi karşılama töreni yapıyorlar. Bir gün düşman diyor, ertesi gün sarmaş dolaş oluyor. Sağı solu belli olmayan bir ülke gözüyle bakılıyoruz artık. Koskoca Türkiye, artık dünyada iş birliği yapılacak bir aktör olarak görülmüyor. Ne olacağı belli olmayan, zararlarından sakınılması gerekilen bir ülke muamelesi yapılıyor Türkiye’ye. Benim Dışişleri Bakanlığı yaptığım dönemde olmadığımız masa yoktu. Şimdi ise dünyada, olduğumuz masa neredeyse kalmadı. Koskoca Türkiye’nin cumhurbaşkanı, körfez ülkelerinden swap anlaşmalarıyla borç döviz dileniyor. Şubat’ta bir başka körfez ülkesine daha gidecek. Sadece aralık ayında yaktıkları döviz 17 milyar dolar…
Sabah akşam “yerli ve milli” masalı anlatan iktidar, alacağı üç kuruş için, itibarımızı beş paralık ediyor. İnanın çok üzülüyorum. Biz bu hallere düşecek bir Türkiye bırakmamıştık. Yerli diye diye, en büyük zararı ülkenin yerlisine verdiler. Ülkenin vatandaşlarına yaşamı zindan ettiler. Milli diye diye, milli itibarımızı, milli değerlerimizi zedelediler.
Bir ülkenin dış politikasının başarısı itibardan geçer. Uluslararası ilişkilerde en büyük güç, itibarlı olmanın, güvenilir olmanın verdiği güçtür. İtibarın gücü; bazen askeri güçten de ekonomik güçten de üstündür. İtibar ise, uluslararası hukuka saygılı olmakla kazanılır. İtibar, doğruyu konuşmakla, güvenle sağlanır. İtibar, ülke içinde vatandaşlarınıza hukuka uygun davranmakla tescillenir. İtibar, vatandaşının hakkını yemeyen yönetimle olur. İtibar, hukuk devleti olmakla sağlanır. İtibar, iyi bir diplomasi ve iyi bir uluslararası siyasi diyalogla gerçekleşir.
Bizim yönetimde olduğumuz, yani ortak akıl ve istişare ile kararların alındığı dönemde, pasaportumuzun değeri vardı. İnsanlar Türkiye Cumhuriyeti pasaportu almak için can atıyordu. Çünkü iddialı ve itibarlı bir ülkeydik. Bugün Türkiye’nin ne iddiası kaldı ne itibarı. Umutsuz olmak için hiçbir sebep yok. Biz; ülkemizdeki tüm sorunların çözümünün, daha çok adaletten ve daha çok özgürlükten geçtiğine inanıyoruz. İşte bu nedenle, Türkiye’yi dünyadaki demokratik ülkeler ligine yükseltmekte kararlıyız. İşte bu nedenle; gelir dağılımında adaletin tesis edildiği, hak ve özgürlüklerin doyasıya yaşandığı bir ülkenin anahtarını cebimizde taşıyoruz. Ve seçim günü geldiğinde, bu anahtar tam demokratik Türkiye’nin kapısını açacak arkadaşlar. Sizler de hep beraber tam demokratik Türkiye’nin mimarları olacaksınız.
Umutsuzluğa kapılan gençlerin canına kıydığı günlerdeyiz. Ülkesinden umudunu kesenler, kendi hayatlarına son veriyor. Gerçekten içimiz parçalanıyor. Türkiye, gençlerin kalmak değil, kaçmak istediği bir ülkeye dönüştü. Yetişmiş insan gücümüz, ülkesini terk etmek istiyor. Çünkü gençler günbegün umutlarını yitiriyor. İmkânı olanın, çareyi yurt dışında aradığı bir noktadayız. Bakin, yakın zamanda yapılan bir araştırmanın yakıcı sonuçlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Boğaziçi, İTÜ ve ODTÜ gibi üniversitelerimizin bilgisayar mühendisliği öğrencileriyle mülakatlar yapılmış. Sonuç kahredici… 165 öğrencinin 152’si Türkiye’den gitmek istiyor. Daha da enteresanı; içlerinden 130’u ise dönmeyi hiç düşünmüyor. ‘Yerli, milli’ diye diye bunu yaptılar. ‘Yerli ve milli’ diye diye ülkemizde ‘yerli ve milli’ krizler çıkardılar.
İşte tüm bu anlattıklarım, Türkiye’deki ekonomik bunalımın en temel sebepleridir. Ekonomideki sorunlar sadece yanlış ekonomi politikalarının sonucu değildir. Hukuk gelip ekonomiyi vuruyor. Dış ilişkilerdeki itibarsızlık gelip ekonomiyi vuruyor. Eğitimdeki eksilik geliyor ekonomiyi vuruyor. Bu ülkenin en başarılı insanlarının bu ülkeden kaçıyor olması, geliyor ekonomiyi vuruyor. Kapsayıcı bir çözüm gerekiyor. Siz, bu ülkenin kadim sorunlarını çözmezseniz, Kürt meselesini diriltirseniz, Alevi meselesine kulak kabartmazsanız ekonomi falan düzelmez, hayal görürsünüz hayal… Çünkü bu meseleler, özünde bir demokrasi meselesidir. Demokrasi olmadan da ekonomi düzelmez. Güçlü ekonominin yolu; hukuktan, adaletten, demokrasiden, özgürlükten, eğitimden ve itibardan geçer. İşte bu nedenle; emaneti teslim aldığımızda, önce hukuku ve kurumları ayağa kaldıracağız.
İktidarımızın ilk 90 dakikasında, ifade ve basın özgürlüğünün güvencesini vereceğiz. Yargının talimatla işlemesini sona erdireceğiz. İlk 80 gün demiyorum, ilk 90 dakikada yapılacak işler bunlar… Kuvvetler ayrılığına dayanan yepyeni bir sistemle ülkemizi huzura kavuşturacağız. Ülkeyi yöneten zihniyet değiştiği anda bu ülke toparlanmaya başlar. Herkese karşı adil olacağız. Mahalle ayrımlarına son vereceğiz. Gücü eline geçirenin ötekine saldırdığı nöbetleşe zorbalık sarmalına nokta koyacağız. Kaynakların dağılımında da, adalet ilkemizden şaşmayacağız. Gelir dağılımındaki adaletsizliği hızla gidereceğiz. Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için gece gündüz çalışacağız. Liyakat ilkesinden taviz vermeyeceğiz. Hiçbir gencin emeğine yazık ettirmeyeceğiz. Ve elbette uluslararası alanda saygınlığımızı geri kazanacağız. Dış politikada düşmanlarımızı azaltıp, dostlarımızı çoğaltacağız. Ülkemizi kendine güvenen, uluslararası alanda söz sahibi ve itibarlı bir ülke yapacağız.” (ANKA)