Ali Bayramoğlu: Bu model cunta anayasasından bile geri bir nokta; Türkiye’yi tek adam rejimine taşıyacak

Ali Bayramoğlu: Bu model cunta anayasasından bile geri bir nokta; Türkiye’yi tek adam rejimine taşıyacak

Ali Bayramoğlu*

Anayasa taslağı parlamentoda AKP ile fiili ortağı MHP’nin oylarıyla yüzde 60 barajını (330 milletvekili) geçerek referanduma sunulma imkanına kavuştu. Anayasa, Cumhurbaşkanı’nın onayı sonrası en geç iki ay içinde referanduma gidilmesini öngörüyor. Bu da en geç nisanın üçüncü haftasında Türkiye seçmenin sandık başına gidecek olması demek.

Anayasa taslağı temel olarak bir sistem değişikliğini, parlamenter yapıdan başkanlık düzenine geçişi öngörüyor. Ancak yakından bakıldığı zaman, önerilenin bundan daha fazlası olduğu ortada. Tasarı Türkiye’yi kuvvetler ayrılığı, güçler arası denge ve fren mekanizmaları gibi çoğulcu demokratik hukuk devleti ilkelerinden uzaklaştıran, çoğunlukçu otoriter bir yapıya doğru sürükleyen bir geçişin tüm unsurlarını içeriyor.

Bu anayasa önerisi sadece içeriğiyle değil, hazırlanma biçimiyle de demokratik gerekler açısından ciddi sıkıntılar taşıyordu. Öneri iktidar partisi tarafından Cumhurbaşkanı danışmalarının denetiminde, toplumsal ve siyasal tartışmaya kapalı olarak hazırlandı. AKP ve MHP arasındaki kapalı görüşmelerde son şeklini aldı. İki partinin oluşturduğu parlamento çoğunluğu vasıtasıyla yine tartışılmadan, mecliste itiş kakış içinde yapılan, kural ihlalleri içeren oturumlarda onaylandı.

Erdoğan’ın eğilimleri doğrultusunda hazırlanan, gücü tek kişinin elinde toplayan, iktidar partisi ve devlet gücünü iç içe sokan, en nihayet “evet ya da hayır” şıklarına sıkışan bir plebisitle kabul ettirilmeye çalışılacak olan bu model, bu şekliyle diğer Türk anayasalarından, askeri cuntanın 1982 Anayasası’ndan bile geri bir noktada bulunuyor.

Bu mercekten bakıldığında ülkenin, 94 yıllık cumhuriyetin, demokrasi ve anayasa tarihinin en keskin virajlarından birisine yaklaştığını söylemek abartılı olmaz.

Nitekim referandumdan çıkacak sonuç ne olursa olsun Türkiye’nin önünde yeni bir siyasi sayfa açılacaktır.

Başkanlık sisteminin onaylanması halinde aralanacak olan, sadece itaatkâr toplum-otoriter siyaset düzeni kapısı değildir. Aynı zamanda muhafazakâr kimlik değerlerine dayalı yeni bir kurumsal yapılanmanın da önü açılmış olacaktır. Onay ayrıca, 14 yıldır Türkiye’yi yöneten Erdoğan’a bugünden itibaren 12 yıl daha (2019 itibarıyla beş yıl üzerinden iki kez daha seçilme şansı vererek) 2029’a kadar ülke siyasetine hâkim olma ve bu kurumlaşmayı tamamlama imkanını sunmaktadır. Böyle bir ihtimalin Türkiye’yi tek adam rejimine taşıyacağına şüphe yoktur.

Referandumda “hayır” denmesi halinde ise 2002’den bu yana girdiği tüm siyasi mücadelelerden galip çıkan Erdoğan ilk büyük yenilgisini almış olacaktır. Bu ihtimalin Erdoğan’ın siyasi öyküsü açısından bir inişin, siyasi gidiş açısından ise bir itirazın başlangıcını ifade edeceği söylenebilir. Bu durumda ülkedeki, özellikle AKP içindeki siyasi dengeler ve iklimin derinden etkilenmesi beklenir. Anayasa değişikliğinin reddi halinde, muhalefetin kendisine alan açması, meşruiyet bulması kaçınılmaz olur. Bu açıdan “hayır” kampanyası sadece otoriter nitelikli başkanlık sistemine itirazı değil demokratik düzene geri dönüş arayışını da temsil edecektir.

O zaman karşımızdaki ilk kritik soru şudur: Türkiye toplumu otoriter düzene geçişe, yeni devlet krizleri evresine gidişe “dur” diyebilecek midir?

Ortada at başı giden ve gidecek kritik bir yarış bulunuyor.

İki ciddi araştırma kuruluşundan A&G şirketinin açıkladığı aralık ayı bulgularına göre “evet” oyları yüzde 52’ye yüzde 48’lik bir oranla önde gidiyor. Buna karşın Metropoll grubunun son araştırmasında “hayır” eğilimi yüzde 51’e yüzde 49 ile önde

Siyasi parti seçmenlerine bakmak, daha derin tahminler yapılmasına imkân verebilir.

Ana muhalefet partisi CHP’nin sosyal demokrat seçmeninin ezici bir çoğunluğu ile Kürt partisi HDP’nin blok seçmeninin referandumda “hayır” oyu kullanması bekleniyor. Bu iki partinin son seçimlerdeki toplam oy oranı yüzde 36’ydı.

AKP’nin anayasa paketi konusundaki fiili ortağı ve destekçisi milliyetçi MHP’nin durumu ise oldukça karışık. Bu siyasi parti uzun süre Erdoğan’a ve başkanlık sistemine karşıydı. Politika değişikliği parti yönetimi ile seçmen kitlesi arasında bir ayrışmaya yol açtı. Araştırmalar bugün MHP seçmeninin en az yarısının başkanlık sistemine ve anayasal pakete karşı olduğunu gösteriyor. MHP’nin son seçimlerdeki oy oranı 12.

Bunlara diğer partilerin yüzde 2.5’lik seçmeni eklense bile oranlar referandumda “hayır” çıkması için yeterli değil.

Bu durumda iş geliyor son seçimlerde yüzde 50’lik bir kitleyi temsil eden AKP seçmenine dayanıyor. Sonucu onların belirleyeceği açık. Araştırmalar bu kitlenin, bugün yüzde 20’sinin anayasa paketine en azından mesafeli durduğunu gösteriyor.

Bu mesafenin nedenleri arasında 15 Temmuz sonrası baskıcı politikaların verdiği rahatsızlık, kimi muhafazakârlarda Erdoğan’ın keyfi ve kişilik siyaset tarzına duyulan tepki ile anayasa teklifinin bu açıdan kırmızı çizgiyi ifade etmesi var.

İkinci kritik soru da bu noktada karşımıza çıkıyor: Mesafeli kesim sandık başında nasıl davranacak? Aynı soru şu şekilde de sorulabilir: Muhafazakâr seçmen neyi oylayacak?

Seçmen davranışını belirleyecek iki unsurdan söz edilebilir. İlki, şüphe yok ki muhafazakârların anayasa paketinin siyasi hayata getirecekleriyle ilgili kanaatleridir. Başkanlık sistemini ve patriarkal düzen önerisini toplumsal idealleriyle uyumlu görenler ile bu durumu siyasi liderin toplumsal hareket üzerindeki hükümranlığı olarak reddedenler arasında açık bir şekilde bir ayrışma bulunuyor. Ancak bu ayrışmanın sandığa yansıyıp yansımayacağı ya da nasıl yansıyacağı henüz tam olarak belli değil.

İkincisi, Gülencilerden IŞİD’e ve PKK’ya sistematik terör eylemlerinin arkasında ülkeyi bölmeyi planlayan dış güçlerin olduğu, Türkiye’nin bu açıdan varoluş savaşı verdiğine dair söyleminin seçmendeki etkileri olacaktır. Gitgide yaygınlık kazanan, ulusalcı kesimleri de içine alan bu söylem, istikrar beklentisini asli ve yegâne öne çıkarmakta, dahası istikrar ile Erdoğan’ın varlığını özdeş kılmaktadır. Bu açıdan referandum sonuçlarına ciddi olarak yansıması şaşırtıcı olmaz.

Hangi muhafazakâr seçmen sandık önünde hangi unsura göre ya da hangi duyguyla davranacak bunu kestirmek mümkün değil. Ancak referandum kampanyasının bu iki unsur üzerine oturacağı muhakkaktır.

Kitleler önüne çıkacak, devletin tüm olanaklarını kullanacak, keskin bir etki ve seferberlik gücüne sahip, tehlike ve istikrar temalarını işleyecek Erdoğan’ın “evet” oylarını artırıcı bir faktör olması beklenir.

Ayrıca kampanyanın özgür bir ortamda yaşanmayacağı da açıktır.

Örneğin, etkili bir hatip olan, genel siyasi iklimi etkileyebilecek bir enerji taşıyan HDP lideri Selahattin Demirtaş hapiste ve kampanyaya katılamayacak.

Türk basınının çoğunluğunu siyasi iktidara biat eden ya da iktidardan çekinen gazete ve televizyonlar oluşturuyor. Pek çok etkili muhalif yazar ve gazeteci ya hapiste ya tasfiye edilmiş ya da sudan nedenlerle kriminalize edilme baskısı altında.

Kaldı ki, referanduma doğru Türkiye’nin Suriye ya da Irak’taki Kürt bölgelerine yapabileceği muhtemel askeri harekâtların ya da muhtemel terör olaylarının milliyetçi, devletçi duyguları tahrik ederek referandum sonuçları üzerine etki yapması hafife alınmaması gereken bir varsayımdır.

Referandum öncesi pek çok açıdan koşulların yumuşak ve silahların eşit olmadığı söylenebilir. Bununla birlikte, sandık kapalı ve büyülü bir kutudur. Türk siyasi tarihinde kritik zamanlarda beklenmedik ve çarpıcı sonuçlar vermiştir.

Bu yazı ilk olarak Al- Monitor’da yayımlanmıştır.