İslamcı yazar Ali Bulaç, hükümete Mavi Marmara katliamından sonraki süreç, Uygur Türkleri ve Suriye politikası konularında ağır eleştiriler yöneltti. Bulaç, "hükümetin, Mavi Marmara katliamından sonra 4 İsrailli yetkiliyle ilgili 'kırmızı bülten' kararı alan mahkeme üyelerini dağıttığını, 'yakalama kararı'nı 15 aydır İnterpol'e göndermediğini ve olayla Suruç katliamı arasında benzerlik kurarak İHH'yi uluslararası ateşe attığını" yazdı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Çin'de Uygur Türkleri'ni “terörizm”le ilişkilendirince “Uygur Türklerine Türkiye'den başka sahip çıkan yok” diyenlerin bir anda sustuğunu belirten Bulaç, "Türk devletinin resmî görüşüne göre mi Türklerin zulüm görüp görmediklerine karar vereceğiz? Devlet İslamcıları maalesef tavırlarını buna göre belirliyorlar" dedi. Bulaç, "Adana'dan kalkan Amerikan uçakları Suriye'yi bombalarken devlet İslamcıları cuma gösterileri yapacak mı, yoksa yarın öbür gün Amerika ile aynı çizgide hareket eden Türkiye'ye eşlik edip Nusra'yı ve İhvan'ı da 'terorist' mi ilan edecekler" diye sordu. Ali Bulaç, bu görüşleri Zaman gazetesindeki köşesinde dile getirdi.
Bulaç'ın, "Devlet adına İslamcılık yapmak!" başlığıyla yayımlanan (8 Ağustos 2015) yazısı şöyle:
Yaşadığımız tecrübe İslamcı akımların devletle kurdukları ilişkileri sorgulamayı gerekli kılar. İslamcıların devletle kurdukları ilişkide rol oynayan birkaç faktör var: 1) Devletin öteden beri İslamî grup, akım ve cemaatlerde yerleştirdiği elemanların yeri gelince harekete geçmeleri; 2) Zaten himmeti dünya olan İslamcıların önlerine konulan nimetler karşısında devlete kolayca entegre olmaları. 3) Siyasî görüşü devlet merkezli olan İslamcıların iktidar fırsatını yakaladıklarında kolayca devletin politikalarını içselleştirmeleri. 4) Müslümanların devletle ilişki kurmanın kendilerine zaman içinde “kazanım” getireceğini düşünmeleri. Türkiye pratiğinde her dört faktör de rol oynamış bulunmaktadır. Biz son gruptakiler üzerinde duracağız. İyi niyetle devlete destek veren İslamcıların bazı kazanımlar elde ettikleri doğru. Mesela yerel ve merkezî yönetimlerde önleri açılır, ihaleler alırlar, vakıf binaları artar, okuttukları öğrencilere kolayca burs bulurlar, bürokrasiye adam yerleştirirler, faaliyetleri engellenmez, devlet nezdinde itibarları artar vs. Ama zaman içinde “sivil ve muhalif kimlikleri”ni kaybeder, dizginlerini devletin eline verirler. Bir bakmışsınız ki, devletin politikalarına göre din görüşü değiştirir hale gelmişlerdir. Elimizde üç çarpıcı örnek var: a) Gazze'ye insanî yardım götürmek üzere yola çıkan Mavi Marmara gemisi 70 mil açıkta İsrail askerleri tarafından saldırıya uğramış, 10 kişi şehit düşmüştü. IHH'nın avukatları suç duyurusunda bulunmuş, mahkeme 4 İsrailli yetkiliyle ilgili kırmızı bülten çıkarmıştı ki, görüldükleri yerde yakalanacaklardı. Ancak Türk makamları aradan 15 ay geçtiği halde yakalama emrini İnterpol'e göndermedi, kırmızı bülten kararını veren mahkeme üyelerini dağıttı, şimdi de mağdurları davadan vazgeçirmeye çalışıyorlar. Sebep basit: Devlet, İsrail'le anlaşmış bulunuyor. Dahası Bülent Arınç, Suruç katilamı ile Mavi Marmara arasında benzerlik kurup gemiyi yola çıkaranlarla ilgili şüpheler izhar ediyor. Oysa İHH hükümetin bilgisi dışında hareket etmemişti. Hükümetin değişen tutumu İHH'yı uluslar arası ateşe atıyor. b) Ramazan ayında Uygur Türkleri'nin maruz kaldıkları zulümler basında yer almıştı, hükümet yanlısı kalemler olayı manşetlere taşımış, bu arada “Uygur Türklerine Türkiye'den başka sahip çıkan yok” temasıyla Türklerin mağduriyetinden iktidar lehine pay çıkarmışlardı. Ne var ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan Çin'e gidip de Uygur Türkleri'ni “terörizm”le ilişkilendirince söylem tamamen değişti, heyecanlı yazılar yazanlar bir anda sustu. Dünya Uygur Kongresi Yönetim Kurulu üyeleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tavrını kınadı, hatta “Dünyada Türkiye'den başka bizi terörizmle ilişkilendiren olmadı.” dediler. Soru şu: Uygur Türkleri zulüm görüyor mu, görmüyor mu? Türkler yıllardan beri baskı altında, 1990'larda bu ayyuka çıkmıştı. Pekiyi, Türk devletinin resmî görüşüne göre mi Türklerin zulüm görüp görmediklerine karar vereceğiz? Devlet İslamcıları maalesef tavırlarını buna göre belirliyorlar. c) 2011'den beri Suriye'deki iç savaşta taraf olan, Esed'e karşı savaşan örgütlere kimi zaman destek, kimi zaman tolerans veya kolaylık gösteren devlet, Amerika'nın baskısı altında politika değiştirdi. İncirlik üssünü Amerikan uçaklarına açtı. Amerika sadece IŞİD'in değil, Nusra ve diğer örgütlerin de mevzilerini bombalıyor, bombalamaya devam edecek. Suudiler, Esed'le gizli görüşmelere başladı. Son karar değişikliğiyle Türkiye, Esed'le aynı çizgiye geldi, İran'ın inisiyatifini kabul etti. Şimdi devlete eklemlenen İslamcı örgütler, dernekler ne yapacak? Adana'dan kalkan Amerikan uçakları Suriye'yi bombalarken devlet İslamcıları cuma gösterileri yapacak mı, yoksa yarın öbürgün Amerika ile aynı çizgide hareket eden Türkiye'ye eşlik edip Nusra'yı ve İhvan'ı da “terorist” mi ilan edecekler? İslamcılar ve diğer bütün dinî gruplar, devlete hizmet servis etmeyi kabullenince, değişen politikalara göre “devletin yüksek çıkarları” onların ideallerini değersizleştirir. Dini-imanı olan gerçek şahıslar, dini-imanı olmayan tüzel kişiliğe kendilerini kaptırınca tüzel kişilik gerçek kişileri kullanır, işi bitince peçete gibi atar.