Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, "İktidar İslamcıların çoğunu devşirdi, strateji memuru olarak istihdam etti" dedi.
Bulaç, sözlerine "Türkiye İslamcılığı 2002'de tarihsel olarak durduruldu, şu anda yürümüyor. Durduranlar küresel güçlerin vaatlerine ve adaletsiz güç temerküzü olan iktidarın nimetlerine kapılan İslamcılardır. Artık bunlara ben 'eski İslamcılar' derim, 'üçüncü nesil İslamcı' olmayı başaramadılar" şeklinde devam etti.
İslamcıların ve hükümetin "Osmanlıcılık" yönündeki görüşlerini eleştiren Bulaç, "Türkiye İslamcılığı Osmanlı'nın hayaletini üzerinden atamıyor, hâlâ imparatorluk döneminde yaşadığını düşleyerek bölge üzerinde askerî ve politik hakimiyet kurma peşinde koşuyor" şeklide ifade etti.
Ali Bulaç'ın "İki İslamcı model" başlığıyla yayımlanan (29 Haziran 2015) yazısı şöyle:
Türkiye İslamcılığı ile Mısır merkezli Arap-İhvan İslamcılığı arasındaki mukayesenin üçüncü ve son yazısına gelmiş bulunuyoruz. İslam dünyasının beş büyük havzasındaki İslami akımların göstereceği performans bu dünyanın geleceğini tayin edecektir. Bunlar da Türkiye, Arap, İran, Hind yarımkıtası-Asya ve Endonezya-Malezya havzalarıdır. Altıncı (Batı: Avrupa-ABD) ve yedinci (Afrika) İslam havzalarının da teşekkül etmekte olduğunu söyleyebiliriz.
Bölgenin geleceğini tayin edecek olan Türkiye, İran ve Mısır İslamcı akımlarıdır. Nasıl AB'nin üç çekirdek ülkesi Almanya, Fransa ve İngiltere ise, bu üç İslam ülkesi de İttihad-ı Anasır-ı İslam'ın üç çekirdek ve sürükleyici gücüdürler. Her üç ülkenin yakın modern tarihi birbirine çok benzer süreçleri takip etmektedir. Konumuz Türkiye-Mısır İhvan mukayesesi olduğundan şimdilik İran'ı dışarıda tutuyoruz.
Mısır İhvanı'nın üç büyük avantajı söz konusudur: Biri İhvan, Kur'an ve Sünnet'ten beslenmektedir; ikincisi sosyal, siyasi ve fikri İslamcı üç versiyonu bünyesinde toplayabilmektedir; üçüncüsü Mısır Arap âlemini ve Orta Afrika'ya kadarki kuşağı mobilize edebilmektedir.
Mısır İhvanı diğer ülke İhvan hareketlerini derinden etkilemiştir; Suriye İhvanının da ilham kaynağı Mısır'dır, ancak Suriye İhvanı –Mustafa es Sibai gibi seçkin zatları ve bu çizgidekileri istisna edecek olursak- bir miktar Arap milliyetçiliğine eğilimlidirler; Şii-Aleviliğe karşı aşırı tepkilidirler. Suriye-Lübnan yakın tarihte Arap milliyetçiliğinin neşvünema bulduğu yerdir. Zaman zaman Suriye İhvanı kendilerini Şii-Alevi karşıtlığı üzerinden tanımlamaktadırlar; bunun tipik örneği, iş Şiiliğe gelince zihni tutarlılığını kaybeden Said Havva'dır. Bu onları bir miktar çatışmacı kılmaktadır, bu yüzden 2011'de kolayca İslamcı kisvesine giren Türk ittihatçılarının telkinlerine kapılıp 1982 Hama olaylarından sonra ikinci defa ayaklanmışlardır.
Türkiye İslamcılığı 2002'de tarihsel olarak durduruldu, şu anda yürümüyor. Durduranlar küresel güçlerin vaatlerine ve adaletsiz güç temerküzü olan iktidarın nimetlerine kapılan İslamcılardır. Artık bunlara ben “eski İslamcılar” derim, “üçüncü nesil İslamcı” olmayı başaramadılar. Başlattığı yeni tartışmada Mümtaz'er Türköne'nin bu noktayı göz önünde bulunduracağını umarım.
Türkiye İslamcılığının derin zaafları vardır, yaşadığımız acılı tecrübe bunu açığa vurdu. Söz konusu zaafları şöyle sıralayabilirim:
1) Türkiye İslamcıları “sosyal (cemaat ve tarikatlar)”, “siyasî” ve “fikrî İslam” olmak üzere üç gruba ayrılmışlardır ki, her üç grup birbirlerine karşı sadece özerk değil, rakiptirler, aralarında anlaşamıyorlar, bazen gafilce aradaki içtihat, meşrep ve hizmet metodu farkını doku uyuşmazlığına dönüştürüyorlar. Bu da onları küresel güçlerin ve derin devletin manipüle etmesini kolaylaştırır. 10 sene işbirliği yaparak götürdükleri -ancak bizi ne kadar özgür, ahlaklı ve adil kılacağını sorgulamadıkları- iktidarı anlaşmazlığa düşerek tekrar derin yapılara, İttihatçılara, darbeci cuntacılara teslim ettiler. İhvan ise her üç İslamcı versiyonu bünyesinde toplayabilmektedir. Bu bazen dezavantaj gibi görünse de doğru kullanıldığında avantajdır.
2) Her üç grubun İslamî ilimler, tarihsel miras ve fikrî temelleri hayli zayıftır. Özellikle siyasi İslamcılık tarihe dönüktür, kendini geçmişe hapsetmiştir, hem İslami hem modern arkaplanı yok gibidir; sloganiktir, şairler, meczup ideologlar ve aktivist dernekler tarafından proveke edilmektedir. Cemaat ve tarikatlar ise aksiyon ve retorikle varlıklarını sürdürebilmektedirler. İhvan ise büyük alimler ve fikir adamları yetiştirmiştir.
3) Türkiye İslamcılığı Osmanlı'nın hayaletini üzerinden atamıyor, hâlâ imparatorluk döneminde yaşadığını düşleyerek bölge üzerinde askerî ve politik hakimiyet kurma peşinde koşuyor. Bölge konusunda ortaokul seviyesinde bilgilere sahip değil. Bu özünde Osmanlıcı-milliyetçi anakronizmin bugün Suriye ve Mısır'a felaket getirdiğini görüyoruz. Arap milliyetçiliği Mısır İhvanı'nı da boş bırakmıyor.
4) Türkiye'nin fikrî İslamcıları bir umuttu, İslamcı beş havzayı tercümeler yoluyla takip ediyorlardı; Osmanlıca gibi Arapça, Farsça ve diğer dillerden beslenen bir zenginliğe sahip olabilirlerdi. İktidar onların kahir ekseriyetini devşirdi, polemikçi siyasetçi ve strateji memuru olarak istihdam etti.