Ali Bulaç: Milli olan, dini olanla karşıt kutupta yer alır, doğası gereği laiktir

Ali Bulaç: Milli olan, dini olanla karşıt kutupta yer alır, doğası gereği laiktir

Yarına Bakış yazarı Ali Bulaç, "devletin kendine ait olan iç ve dış düşmana korumak üzere başında 'milli' kelimesini kullandığı iki bakanlık ihdas ettiğini" belirterek, "Milli olan dini olanla karşıt kutupta yer alır. “Milliyetçi ideoloji, doktrin ve siyaset” ile “milli/ulusal kültür” doğası gereği laiktir, pozitivizmden beslenir, monolitik kimliği öngörür ve çoğulculuğa kapalıdır. Egemenlik kayıtsız şartsız milletin ise -ki bu orduların kurucu aktör olduğu devletlerin ortaya çıkardığı millettir- veya iktidar aygıtının nihai sınırlarını -demokratik yollarla da olsa- halk tayin ediyorsa, öğreti egemenliği ve değerlerin kaynağını ilahi olana refere eden dine karşıt bir konumda olmak durumundadır" dedi. Ali Bulaç'ın "Milli ve yerlinin imanı ve sevgisi" başlığıyla yayımlanan yazısı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın sık sık kullandığı 'yerli ve milli' tanımlamasını akıllara getirdi.

Ali Bulaç'ın "Milli ve yerlinin imanı ve sevgisi" başlığıyla yayımlanan (11 Temmuz 2016) yazısı şöyle:

Kelimeler keskin bir aletin bedende yara açması gibi zihinde iz bırakır. “Kelime”nin kök anlamı da budur zaten. Kavramların her biri düşünce dünyamızın birer kodu hükmündedir. Kendi semantiğinden koparılmış bir kelimenin, hakikat temelinden tecrid edilmiş düşünce hükmünde olduğundan, bizi yanlış menzillere götürmesi mukadderdir.

Millet, İbrahim aleyhisselamın şahsında bir peygambere nisbet edilen din ve şeriat (hukuk) demektir, sayısal manada insan topluluğu ifade etmez; ne ulus manasında kullanılabilir, ne kavim! (Bkz. Ali Bulaç, Modern Ulus Devlet, 4. Bsm, s. 129-147.) Ulus, orduların güç kullanarak ele geçirdikleri devletler tarafından icad ve inşa edilen sanal topluluktur. Ulusun ne ontolojik, ne tarihsel ve ne de bir hakikat değeri var. Ulus karşılığı “millet” de sadece “hayali/sanal bir topluluğun inşası” işleminde kullanılan ve fakat dini sahih değeri suistimale uğratılmış bir kelime olarak iş ve işlev görür. Bu çerçevede ulusun ihtiva ettiği şeylerin tedarikinde istihdam edilen “millet” devletin inşaatı demektir ve sağcı milliyetçiler ne derse desinler, milli olan devlete ait olandır. Öyle ki devlet kendine ait olan iç ve dış düşmana korumak üzere başında “milli” kelimesini kullandığı iki bakanlık ihdas etmiştir: Milli Savunma ve Milli Eğitim Bakanlığı.

Milli olan dini olanla karşıt kutupta yer alır. “Milliyetçi ideoloji, doktrin ve siyaset” ile “milli/ulusal kültür” doğası gereği laiktir, pozitivizmden beslenir, monolitik kimliği öngörür ve çoğulculuğa kapalıdır. Egemenlik kayıtsız şartsız milletin ise -ki bu orduların kurucu aktör olduğu devletlerin ortaya çıkardığı millettir- veya iktidar aygıtının nihai sınırlarını -demokratik yollarla da olsa- halk tayin ediyorsa, öğreti egemenliği ve değerlerin kaynağını ilahi olana refere eden dine karşıt bir konumda olmak durumundadır. Yasamanın nihai manada Meclis’in uhdesinde olması, seçilmişlerin şu veya bu etken altında yasa yapma yetkisinin ellerinde olması manasına gelir. Meclis prensip itibarıyla dinin helal kıldığını haram -mesela İslam’ın sivil/medeni hukukunu ve teamüllerini yasaklar- haram kıldığını serbest bırakır; kumar, içki ve faiz gibi.

Milli olan teritoryaldir, egemenliği bir toprak parçası üzerindeki bağımsızlığa bağlar. Böyle olunca üzerinde egemenlik kurulan toprak sekülerleşir. Avrupa’da milli sınır çizen prensler ve krallar kilisenin kontrolündeki toprağı sekülerleştirebildikleri oranda “vatan” sahibi oldular. Milliyetçi ve milli ideolojiye göre vatan, ilahi hükümlerin uygulandığı ve Allah’ın herkese açık olan arzı olmaktan çıkmış, devletin belirlediği profildeki vatandaşların mülkü haline gelmiştir. Bu vatana sizin şu veya bu ismi koymanız, toprağın milli karakterini değiştirmez. Sağcı-muhafazakâr zihin devletle dini uzlaştıracak çareler ararken bazen “vatan sevgisi imandır” diye hadis uydurur, bazen de “Türkiye sevgisini imandan” sayar. “Vatan sevgisi imandır” sözü ne kadar uydurma ise, “Türkiye sevgisi imandandır” sözü de öylesine pagandır; sahih tevhid akidesine, İslam’ın iman umdelerine sorumsuzca, cahilce ve fütursuzca ilavede bulunmaktır. Milli karakterde örgütlenmiş ne Pakistan, ne Arabistan, ne İran, ne Türkiye süblimasyonunun dini bir değeri vardır.

Milli olan herkese tek resmi kimlik, tek elbise biçip dikerken; Müslümanlık dolayısıyla kardeşleri, örfi olarak biri diğerinin benzeri toplulukları, bölgesel olarak biri diğerinin yanında yaşadığı komşuları farklılaştırır; sonra ayrıştırır, kutuplaştırıp çatıştırır. Çünkü milli doktrine göre tarih milletlerin birbiriyle kavgasından ibarettir ve her millet diğerlerine üstünlük kazanma hakkına sahiptir. Milli devletler maddi, ekonomik ve askeri olarak güç yarışına girdiklerinden ne din kardeşliğini tanır, ne komşuluk hakkına veya insani yüksek ahlaki erdemlere saygı duyar. Milli politika ve strateji milli devletin başkalarının aleyhinde güçlenmesi fikri üzerinde yükselir. Doğası gereği yönelimi askeri-politik tahakküm ve kültürel hegemonyadır.

Hiç kuşkusuz en tehlikeli milliyetçilik, din sosu kullanandır. Sırtını dine dayadığı zaman tahakkümcü ve hegemonik politika; ilahi, kutsal ve manevi olanı suistimal ve istismar eder. Milli olanın ihtiyacı asabiyettir. Efendimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Asabiyet zulümde kavmine yardım etmektir.” (Ebu Davud, Edeb, 121.)