Yarına Bakış yazarı Ali Bulaç, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak " Sünni öğretinin ne kadar makul ve doğru olduğunu 15 Temmuz kalkışmasından anlıyoruz. 2011 Suriye’de başlayan silahlı ayaklanmaya karşı çıktığım gerekçem ne idiyse, bugün de 15 darbe teşebbüsüne karşı çıktığım gerekçe aynıdır. İnşallah suçlular cezalandırılır, ülkede sükun sağlanır, hukuk tesis edilir; siyasi birliğimiz ve sosyal barışımız zarar görmez. Ne kadar gayrımemnun olursak olalım, bugün sivil siyasetin, seçilmiş hükümetin yanında yer almaktan başka yol yoktur" dedi.
Ali Bulaç'ın, "Fitne zamanı ne yapmalı?" başlığıyla yayımlanan (18 Temmuz 2016) yazısı şöyle:
15 Temmuz darbe teşebbüsü İslami literatürdeki tarife göre “fitne ateşinin tutuşturulması”dır. Haricilerin ve Zeydilerin her ne olursa olsun zalim addettikleri yönetime karşı silahlı ayaklanmayı öngören görüşlerine karşılık Sünni müçtehitler, silahlı ayaklanmanın toplumu derin bir iç kargaşaya düşürecek, kanların akmasına sebebiyet verecek bir “fitne” olduğunu söylemiş, sabırla toplumsal değişimi, doğru siyasi bilinçlenmeyi, kısaca sabrı ve temkini öngörmüşlerdir. Sünni öğretinin ne kadar makul ve doğru olduğunu 15 Temmuz kalkışmasından anlıyoruz. 2011 Suriye’de başlayan silahlı ayaklanmaya karşı çıktığım gerekçem ne idiyse, bugün de 15 darbe teşebbüsüne karşı çıktığım gerekçe aynıdır. İnşallah suçlular cezalandırılır, ülkede sükun sağlanır, hukuk tesis edilir; siyasi birliğimiz ve sosyal barışımız zarar görmez. Ne kadar gayrımemnun olursak olalım, bugün sivil siyasetin, seçilmiş hükümetin yanında yer almaktan başka yol yoktur.
15 Temmuz olayı birçok şeyi gözden geçirmemiz gerektiğini bize bir kere daha gösteriyor. Birincisi tarihten gerekli dersleri yeterince çıkarmadığımız anlaşılıyor. Doğu-İslam tarihinin bu açıdan yeni bir kritiğe tabi tutulması lazım. Bunu biz Türkiyeli müslümanlar hiç yapmadık. Araplarda az da olsa tarihi kritik eden entelektüeller var, biz de neredeyse yok. Ya tarihi yerin dibine geçiriyoruz ya da bir Asr-ı Saadet tablosu içine yerleştirip yüceltiyoruz. İkincisi Batı’nın siyasi ve sosyal tarihinde yaşanan tecrübe önemlidir, Batı 850 yıllık bir mücadeleden, takdire şayan fikri bir gayretten sonra bu noktaya gelmiş bulunuyor. Fikir adamları ve ahlakçıların bunda önemli payı var. Batı siyaseti “din”le yüzleşerek, kilise ile kavga ederek yol aldı. Bizde aktüel siyaseti belirleyen önemli faktörlerden biri “din” iken, aydınlarımız dine bir kıymet-i harbiye biçmiyorlar. Dine sırtını dayayanlar da Kur’an merkezli bir akılla ne tarihsel tecrübemizi kritik ediyorlar, ne de bugüne sadra şifa olacak bir şey söyleyebiliyorlar. Şu hakikati teslim edelim: Bugün biz müslümanlar, elimizdeki mevcut siyasi malzeme, telakki ve takip ettiğimiz yöntemlerle içine düştüğümüz bu utanç verici durumdan çıkabilecek, dünyaya güzel şeyler söylebilecek durumda değiliz. Herkesin fazlasıyla politize olduğu bir ortamda ne yazarsan yaz, ya birinin lehine ya birinin aleyhine bir argüman olarak kullanılıyor. Özellikle nerede isen, senin hakkında verilen hükmü yerin tayin eder. Kimse ne söylendiğine bakmıyor, hangi takımda veya taraftasın ona bakıyor.
Çıkış için iki yol ve iki tür cehd ve mücahede türü şart görünüyor: Biri “sahih Sünnet”i ihmal etmeden Kur’an merkezli yeni bir siyaset ve toplum tasavvurunun inşaı; diğeri kendini bu işe vakfetmiş fikir adamlarının günün siyasetinin biraz üstüne çıkıp olayları anlamak üzere daha derin okumalar yapması. Yetkin alimler ve fikir adamları doğru yol gösterip halkın meşru iradesi siyaseti belirlediğinde fitneye düşmeden doğru siyaset yapmış olacağız. Kurtarıcı siyaset Allah’ın muradına ve halkın iradesine dayalı olandır.
Karar vereceğiz: Ya bu Kitap bize uymamız gereken bir anlam ve yol haritası olarak indidirilip Son Peygamber tarafından bize tebliğ edilmiştir veya nefsimizin zebunu olmuş kimseler olarak istek ve tutkularımız doğrultusunda çatışacağız, birbirimizi yemeye devam edeceğiz. Efendimiz (s.a.) fitne zamanında ne yapmamız gerektiğini söylüyor. Mesela elinde kılıç olan kılıcını kınına soksun, mesela yürüyen otursun! Hiç hayatımda elime kılıç almadım, siyasi iktidar hırsıyla eline kılıç alanlardan da uzak durmaya çalıştım. Ama İslam’den öğrendiklerim doğrultusunda yürüyordum. Belki şimdi oturmak gerekir. Oturup Kur’an merkezli düşünmek, olup bitenlerin muhasebesini yapmak, mücrimleri ve masumları yutan bu akıntıya karşı ne yapmalı diye daha derinlikli, uzun vaadeli, ihatalı tahliller yapmak, fikir yürütmek gerekir. “Li külli makal makam: Her sözün bir makamı vardır” denmiştir. İslam dünyasının birbirini yediği bu zaman diliminde ve 15 Temmuz’un dehşet verici atmosferinde “sözün makamı” aşınıyor. Her türlü grup, parti, mezhep, etnik kimlik ve cemaat asabiyeti dışına çıkıp yeniden söze itibarını kazandırmaktan, barış ve adalet içinde yaşayabileceğimiz bir zemini inşa etmekten başka yol yoktur.