Ali Bulaç: Türkiye İhvan üyelerini Mısır yönetimine teslim edebilir

Ali Bulaç: Türkiye İhvan üyelerini Mısır yönetimine teslim edebilir

Yarına Bakış yazarı Ali Bulaç, 3 Temmuz 2013'te Mısır'daki askeri darbenin ardından Türkiye'ye iltica eden Müslüman Kardeşler üyelerinin bir kısmının Sudan'a gitmesine ilişkin olarak, "Türkiye tavır değişikliğine doğru gidiyor. Müslüman Kardeşler’in ülkemizi terkedip Sudan’a gitmelerinin sebebi, sadece Sisi yönetiminin baskısı değil, Suudi Arabistan ve BAE ile girilen işbirliğinin ve belki de önümüzdeki dönemde Türkiye’nin İhvan üyelerini Mısır yönetimine teslim edebileceği ihtimalinin yol açtığı kaygıdır" dedi. Bulaç, "Yarın öbür gün Suriye’de büyük güçler anlaşmaya varır, Mısır’la yeniden ilişkiler kurulur ve İsrail’le süren güçlü bağlar aşikâr olursa, devlet mobilize ettiği İslami grupları 'terör örgütlerine destek veriyorlar' diye takibata uğratır, yine âli menfaatleri için tepelerine biner" görüşünü dile getirdi.

 

Bulaç'ın Yarına Bakış'ta "Devletin âli menfaatleri" başlığıyla yayımlanan (7 Mayıs 2016) yazısı şöyle: 

AK Parti hükümetine yakın bir gazetenin verdiği habere göre, 3 Temmuz 2013 darbesinden sonra Türkiye’ye iltica eden Müslüman Kardeşlerin üyeleri ülkemizi süratle terkedip Sudan’a gidiyorlar. Sebep, Sisi liderliğindeki Mısır yönetiminin Türkiye’ye yaptığı baskılar. Askeri darbeye açıktan ve şiddetle karşı çıkan Türkiye, kaçan İhvan üyelerine kapılarını açmıştı, “Rabia mitingleri” düzenleniyordu. Türkiye’nin darbeye karşı çıkması ve yakalandıklarında kaç sene hapis yatacakları bilinmeyen İhvan mensuplarına kapılarını açması tabii ki doğruydu.

Ancak şimdi Türkiye tavır değişikliğine doğru gidiyor. Müslüman Kardeşler’in ülkemizi terkedip Sudan’a gitmelerinin sebebi, sadece Sisi yönetiminin baskısı değil, Suudi Arabistan ve BAE ile girilen işbirliğinin ve belki de önümüzdeki dönemde Türkiye’nin İhvan üyelerini Mısır yönetimine teslim edebileceği ihtimalinin yol açtığı kaygıdır. Bu ilk defa vuku bulacak bir şey de değil. Daha önce de Hafız Esad zamanında birkaç Dev-Sol militanı karşılığında Türkiye’de bulunan İhvan’ın bazı mensupları Suriye’ye verilmişti.

Yetkililere sorarsanız, verecekleri cevap şudur: “Devletin âli menfaatleri bunu gerektiriyor!” Zorunlu haller için “Umumun menfaati için ferdin menfaati feda edilir” kaidesini mutlaklaştırdığınızda, bütün menfaatlerin üstünde sadece devletin menfaati kalır. Bu devlet yücelttiği menfaatleri için öylesine hak ve hukuk ihlallerinde bulunmuş ki bu, bizim siyasi tarihimizin karakteristik vasfı olmuştur. İddiayı afaki olmaktan çıkarmak için tarihi bir kenara bırakıp yakın geçmişime bakalım.

Devletin “irtica” gerekçesiyle İslami gruplara, “bölücülük yapıyorlar” diye Kürt siyasetçilerine, komünistlere, işçi haklarını savunanlara, marjinal gruplara, Alevilere, gayrımüslimlere baskıcı davranması bir ölçüde anlaşılabilir. Çünkü kuruluşunda devlet bu grupları tehdit olarak kodlamıştır, ama Türkçüleri, Türk milliyetçilerini de benzer şekilde baskı altında tutması, tabutluk adı verilen beton hücrelerde onlara işkence etmesi, devletin hakikatte kendinden başka kimseye güvenmediğinin göstergesidir.

Türkçüler, üç defa ağır baskılara uğradılar: 1930, 1940’larda ve 12 Eylül 1980’de. Türkçüler, 1930’larda tekparti yönetimine ters düştüklerinden takibata uğradılar; Serbest Fırka’yla beraber Türk Ocağı da kapatıldı. Almanlar İkinci Dünya Savaşı başlatıp 1939’da üstünlük sağlamaya başlayınca, bu sefer hem milliyetçi hem komünizm ve Sovyet düşmanı olmaları dolayısıyla el üstünde tutuldular. Ne zamanki Almanlar kaybedip Sovyetler savaştan galip çıkınca devlet bu sefer Türkçüleri en büyük tehdit ilan etti, TKP’nin yalanlarla dolu bir propaganda broşürünü yargılamada delil gösterdi. 3 Mayıs 1944’de yapılan büyük protesto mitingi üzerine seri tutuklamalar yapıldı; tabutluklara yatırılan 23 ünlü Türk milliyetçisi “ırkçı, Turancı” ilan edildi; Nihal Atsız’dan R. Oğuz Arıkan’a, Orhon Seyfi Orhon’dan Rıza Tevfik’e kadar belli başlı isimler takibata uğradı; dış güçlerin hizmetinde ve devlete karşı faaliyet gösteren örgüt mensubu diye yargılandı; onlarla bir şekilde ilgili olduğu düşünülen herkes devlet memurluklarından atıldı. 12 Eylül’de Türkeş ve arkadaşlarının başına gelenler malum!

İslami grupların neredeyse tamamı, diğer sağ ve sol yelpazedeki aydınlar gibi, mücadelelerini devleti sahiplenme hedefine teksif ettiklerinden hiçbir zaman devletin ruhunun ne olduğunu anlamadılar. Bu devlet, modern karakteri icabı yeni bir insan-yeni bir toplum inşa etme misyonu; Osmanlı-geleneksel mirası dolayısıyla örfi zulümlerle beslendiğinden sadece kendini merkeze alır; onu sahiplenenin içine kaçıp ruhunu ejdarhalaştırır.

Yarın öbür gün Suriye’de büyük güçler anlaşmaya varır, Mısır’la yeniden ilişkiler kurulur ve İsrail’le süren güçlü bağlar aşikâr olursa, devlet mobilize ettiği İslami grupları “terör örgütlerine destek veriyorlar” diye takibata uğratır, yine âli menfaatleri için tepelerine biner. Devlet sorunlar çözülemeyince sadrazamın kellesini kızgın isyancıların önüne atan; kundaktaki bebeği boğduran padişahın gayrı şahsi aygıt olarak cisimleşmiş halidir.

Mesele şu ki, neden devletin mağduru olan grupların tümü, asıl ve hakiki çıkış yolunun bir hukuk devleti inşa etme çabasında yattığını bir türlü anlamıyorlar?