59. Hükümet'te Sanayi ve Ticaret Bakanlığı yapan eski AKP milletvekili Ali Coşkun, Fethullah Gülen cemaati bünyesinde görüldüğü için "devlet eliyle banka batırma" tartışmalarına yol açan Bank Asya krizine ilişkin olarak, "Siyasi bakımdan BDDK’yı yönlendirmek, bankalara şu veya bu şekilde baskı yapılması, sadece bir bankanın ve mudilerinin zarar görmesiyle bitmez. Uluslararası kredi notunuz düşer ki iki uluslararası kredi kuruluşu bu konuda açıklamada bulundu güven sarsılır" dedi.
Bugün gazetesinden Fatih Vural'a konuşan Ali Coşkun, AKP'nin ekonomi çalışmalarını, Bank Asya tartışmalarını anlattı. Vural'ın "Ali Coşkun: Bankalara baskı güveni sarsar" başlığıyla yayımlanan (21 Eylül 2014) röportajı şöyle:
TOBB Başkanlığı’nın yanı sıra, 59. Hükümet’te Sanayi ve Ticaret Bakanlığı yaptınız. 17 Aralık’tan bu yana üzerinde ciddi bir devlet baskısı bulunan, 51 banka içinde en büyük 13. banka olan, sermaye rasyosu en yüksek üç bankadan birisi olan Bank Asya için Cumhurbaşkanı Erdoğan “BDDK gereğini yerine getirmeli” ifadesini kullandı. Bu tartışmaya, İhlas Finans deneyimini yakından yaşayan birisi olarak nasıl bakıyorsunuz?
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Mustafa Kemal, Cumhuriyetin demokrasi ile taçlanmasını hedef göstermiştir. Ancak o yıllarda yaşanan şartların da etkisiyle ne yazık ki Türkiye, demokratik cumhuriyete ulaşamamış, bürokratik cumhuriyet ortaya çıkmıştır. Özellikle tek parti döneminde, her şeyin devlet kanalıyla yapıldığını, komünist ülkelerde olan devletçi bir zihniyetin yerleştiğini görüyoruz. Bu yapı giderek bütçe açıklarını büyütmüş; devlet, hantal bir yapıya bürünmüş, iflasın eşiğine gelmişti. Bütçe açığını kapatabilmek için seçilen iki yanlış yol, Türkiye’yi ekonomik krize sürüklemiştir.
Neydi o yollar?
Bunlardan bir tanesi, karşılıksız para basmak. İkincisi de karşılıksız borçlanmak. Bu olayların etkisiyle demokratik kurallar da gelişmediği için ihtilaller, askeri müdahaleler olmuştur. Neticede rahmetli Turgut Özal’ın, Türk ekonomisini dünyaya açmak, dünya ekonomisi ile entegrasyonu sağlamak yönünde aldığı kararlarla, Türkiye bu krizlerden çıkma şansına sahip oldu.
Biz AK Parti olarak iktidara geldiğimizde ekonomi iflas etmiş durumdaydı. Uluslararası kriterlere göre, bir ülkenin kamu borçlarının, gayrisafi hasılaya oranı yüzde 70’in üzerindeyse, o ülkeye müflis (iflas etmiş) gözüyle bakılıyor, bütün kredi kanalları kapanıyor. Çünkü her şeye devlet karar veriyor.
Biz iktidar olduğumuzda faizler yüzde 70, enflasyon yüzde 40 civarındaydı. Ekonomi, faiz-döviz-borsa üçgeni içinde çırpınıyordu. Yatırım ve üretim yapılmıyordu, ihracat yeterli değildi. Yabancı yatırımcının güveni yoktu.
Bu olumsuzluğu nasıl düzelttiniz?
Ekonomik istikrarın sağlanabilmesi ve sürdürülebilir kalkınmanın devamı için birinci şart, o ülkede siyasi istikrarın sağlanması. AK Parti’nin iktidar olmasıyla siyasi iktidar sağlandı. Siyasi iktidar sağlanınca, bunalmış olan toplum kesimler, sosyal barışta birleşti. Faiz-döviz-borsa zincirini kırdık, yatırım-üretim-ihracat seferberliğine döndürdük. Kemal Derviş Bey’in programına ilave olarak, para politikalarını mali politikalarla destekledik ve üretimle bütünleştirdik.
Üretimin olmadığı yerde ekonomiyi sağlıklı bir yapıya kavuşturmak mümkün değil. Benim TOBB Başkanlığı yaptığım dönem, rahmetli Turgut Özal’ın reformlar getirdiği dönemdi. Marmara Bölgesi’nde yoğunlaşmış sanayinin Anadolu’ya yayılma mecburiyeti vardı. O zaman TOBB bünyesinde OKİK’i (Orta ve Küçük İşletmeler Kurulu) kurdum. Bu kurulda neler yapılması gerektiğini, Anadolu’nun her bölgesinden temsilcilerin katıldığı toplantılarda tartışmaya başladık. Özal’a teşvikler için brifing verdiğimizde çok hoşuna gitti. “Bunu müesseseleştirelim” dedi ve KOSGEB kuruldu. KOSGEB öncülüğünde KOBİ’lerin desteklenmesi sağlandı.
O zaman gördük ki Türkiye’nin gelişmesinde en büyük engellerden birisi, bürokrasi. Başbakanlığa, özel sektörün önünün açılması için ihracat kurullarında yer almak istediğimizi söyledik. Bu kez devletle, sanayi iç içe çalışmaya başladı. O zaman, TOBB bünyesinde Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nu (DEİK) kurdum. Başbakan Özal, “DEİK’i kurarken, diğer sivil toplum kuruluşlarını da buna kat. Çünkü heyetler geldiğinde değişik kanallardan, değişik sesler çıkıyor” dedi. İşadamlarının bu konseylerde yer almasını teşvik etti. Sayın Abdullah Gül, “Biz dış politikayı bile DEİK toplantılarında geliştiriyoruz” dedi ve o ‘monşer’ denilen büyükelçi modeli, bu toplantılarda işadamıyla kaynaştı. Devlet, mutlak surette asli görevlerine dönmeli…
Yani?
Ekonomiye müdahale etmemesi lazım. Devletin asli görevi, güvenliktir, adalettir, eğitimdir, sağlıktır. Maalesef, kendimin de görev yaptığı AK Parti Hükümeti son günlerde devletçi bir zihniyete kayar gibi görüntü sergiliyor. Torba Yasa’ya bir gecede, kimsenin görüşünü almadan, binlerce işadamıyla ihracatı 150 milyar dolarların üzerine çıkaran bir hareketi, yabancı yatırımları 10 milyarların üzerine çıkan bir hareketi, DEİK’i devletleştirdi. Gerekçe de sağlıklı değil.
Gerekçe neydi?
Şu ana kadar bilemiyoruz. 2 Ekim’de Olağanüstü Genel Kurulumuz var. Orada açığa çıkacak. Eğer bugünlere geldiysek, IMF’ye borcumuzu ödediysek, Türk ekonomisi sürdürülebilir bir kalkınma modeline geçmişse, her şeyden önce özel sektörün önündeki engelleri kaldırmamızla olmuştur. Bu arada, Merkez Bankası da yıllar önce bağımsız hale gelmiştir. Muhakkak ki hükümet programını dikkate alması gerekir; ama Merkez Bankası’na para ve faiz politikaları açısından baskı yapılmaması lazım. İkinci dikkatimi çeken, o.
Aynı baskı BDDK’ya da yapılıyor.
Oraya geleceğim... Üçüncü olarak da, ekonominin altyapısını oluşturan bankalar fevkalade önemlidir. Güven unsurunun uluslararası düzeyde olmasında, bankaların durumu fevkalade önemlidir. Dolayısıyla bankalarımızın güçlendirilmesi lazım. Nitekim 28 Şubat’tan sonra devlet, bankalara müdahale ettiği için, krediler siyasi tercihler yönünde kullanıldığı için 22 banka battı. Aynı hataya düşmememiz lazım. BDDK da bu sebeple kurulmuştur. Siyasi baskı yapılmaması için, BDDK, bankalar üzerindeki tek değerlendirme kurumudur.
Siyasi bakımdan BDDK’yı yönlendirmek, bankalara şu veya bu şekilde baskı yapılması, sadece bir bankanın ve mudilerinin zarar görmesiyle bitmez. Uluslararası kredi notunuz düşer -ki iki uluslararası kredi kuruluşu bu konuda açıklamada bulundu, güven sarsılır. Hâlbuki sermaye yetersizliği nedeniyle, kalkınabilmek için ekonominin itici gücü olan sanayimize yeni teknoloji, yeni know-how, yeni pazar getirecek, doğrudan yatırımlara ihtiyacımız var. Bu bakımdan yabancı sermayeyi ve yerli sermayeyi ürkütmemek lazım.
AK Parti’nin ekonomi politikasının devletçiliğe kayışı ne zaman başladı?
Bazı hareketler var, tümüne yaymamak lazım. Ama siyasi otoritenin ekonomiye müdahalesi yönünde bir eğilim görülüyor. Bu fevkalade tehlikelidir.
İhlas Finans deneyimini yakından yaşamış biri olarak, Bank Asya üzerindeki siyasi manipülasyon denemesini nasıl karşıladınız?
Bu konuyu sadece bir banka ismine getirmeyi ben yanlış bulurum.
On bankadan bahsediliyor; ama sadece bir banka üzerine siyasi söylem geliştiriliyor…
Hangi banka olursa olsun, siyasi otoritenin bankalar üzerine baskı yapmasını ve BDDK üzerine baskı yapmasını fevkalade sakıncalı görüyorum. Nitekim bunun acılarını biz İhlas Finans’ta yaşadık.
Nasıl yaşadınız?
220 bin tasarruf sahibi mağdur oldu. İhlas Finans’ın başından ayrılalı altı sene geçmişti. Ama kuruluşunda bulundum. O zaman Zekeriya Temizel, Maliye Bakanı’ydı. Maalesef BDDK’ya baskı yapılarak İhlas Finans’ın yetkileri iptal edilmiştir. Yetkileri iptal edilince, o gün içinde finans kurumları anonim şirket statüsünde çalıştığı için, tasfiyesini de kendi ortakları arasından seçilmiş kurul yapabiliyordu. Onlar da yeterince etkili olamadı.
O sırada BDDK var mıydı?
Vardı.
Baskıyı kim yaptı?
Maliye Bakanlığı. O kötü bir örnektir. Acısını ekonomimiz, vatandaşımız çekmiştir. Ben bakan olunca, ticari işlem, anonim şirket statüsü üzerinden bakanlığımıza bağlı olduğu için, müfettişler her ay denetleyip rapor vermişlerdir. Hatta mevzuatı değişikliğiyle, kanunda bir değişiklik yaparak, Maliye Bakanlığı’ndan, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’ndan, Adalet Bakanlığı’ndan ve kurumdan katılacak kişilerle yeni bir Tasfiye Kurulu kurulması önergesi verilmiştir, CHP tarafından. Fakat o günkü havada AK Partililer tarafından reddedilmiştir ve İhlas Finans kendi kaderine bırakılmıştır! Bundan da örnek almak lazım.
Başbakan olur olmaz Tayyip Erdoğan size, “Ali Bey, İhlas Finans olayını siz biliyorsunuz. Sizden sonra bu kurum battı. Büyük mağduriyetler ve feryatlar var. Kolları sıvayalım ve bu işi temizleyelim” diyor. Siz hazırlıklara başlıyorsunuz. Tam düğmeye basacak iken Tayyip Bey size ‘Dur’ dedi…
Hayır, bana demedi. Söylendiğine göre, o gün tespitlerimize göre Bütçe Komisyonu Başkanı’na söylemiş ve önerge reddedildi.
Tayyip Bey’in, “Dışarıdan baskı altındayım” dediği doğru mu?
Bilemiyorum; tabii çeşitli sebepler olabilir.
O zaman Sanayi ve Ticaret Bakanı’ydınız. Sizce sebep neydi?
Bilemiyorum. Bu olaydan Abdullah Bey’in (Gül) de haberi vardı. Fakat Bütçe Komisyonu’na önergeyi belki de CHP verdiği için reddedildi.
AK Parti yeni bir önerge verebilirdi ama…
Verebilirdi, vermedi! Biz bakanlık olarak görevimiz yaptık. Müfettişler her ay raporlarını yazdı. Biz hukuken yapabileceğimizi yaptık ve mahkemeye sevk ettik.
Ve İhlas Finans’ın tasfiyesi 2016 yılına uzatıldı.
Resmi kanaldan yapılacak her şey yapılmıştır.
Siz de İhlaszedelerden birisiniz ve binlerce insan mağdur oldu. Bu olay, Tayyip Bey’e karşı yaşadığınız ilk hayal kırıklığı mıydı?
Ben hayatım boyunca olayları kişisel olarak değerlendirmedim. Hizmette de ülke menfaatini, toplum menfaatini önde tutmuşumdur. Onun için İhlas Finans’ta param batmış önemli değil.
Ya diğer mudiler?
Tayyip Bey’le bundan dolayı bir çekişmemiz falan olmadı.
O gün Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’in BDDK’ya yaptığı baskıyla, bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bank Asya için BDDK’ya yaptığı baskı arasında bir paralellik kuruyor musunuz?
Öyle bir paralellik kurma durumunda değilim. Dediğim gibi aktif siyasetten çıktım. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan beylerin beyanatları var. “Yetki tamamen BDDK’dadır. Dışarıdan herhangi bir müdahale olamaz” diyorlar.
Hürriyet gazetesinden Erdal Sağlam da, BDDK Başkanı’nın, Bank Asya’nın 70. Madde kapsamına alınmasını istediğini; ancak yönetim kurulu üyelerinin buna karşı çıktığını yazdı.
Bu, yazan kişinin kendi istihbaratı. Ben bu konuda yorum yapmam. Söyleyeceğimi söyledim.
Bir bankaya el konulmasının, ülke ekonomisine ne gibi zararları olur?
22 bankaya el konulduğunda, Türkiye’nin nerelere geldiğini, uluslararası düzeyde müflis duruma düştüğünü gördük. Aynı hatayı, aynı yanlışı yapmanın bir mantığı yok. Bankacılık, ekonominin altyapısını oluşturan mali bir güçtür.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bank Asya için kurduğu “Taşıma suyla değirmen dönmez” ifadesi ne kadar doğru?
Bilemem, bana bunları sormayın lütfen. Birisinin sözlerini yorumlamak durumunda değilim. Dediğim gibi aktif siyasetin içinde değilim. Ben teknik ve ekonomik yönden yaklaşırım. Beni siyasetin içine çekersiniz darılırım.
Estağfirullah… 2007 Seçimleri’nde, AK Parti’de liste dışı kalarak siyaseti bıraktınız…
Ben listeye girmek istemedim.
Bir kırgınlık oluştu mu?
Hayır, hiçbir kırgınlığım yok. AK Parti’yi kurarken, çizdiğimiz kırmızı çizgilerden bir tanesi, istişareydi. Erken seçim kararı alınınca, Sayın Erdoğan listeleri kendisinin yapacağını, istediği arkadaşı istediği ile koyacağını söyledi. Nitekim 2007 yılına bakarsanız, bütün bakan arkadaşların yeri değişmiştir. Ben, kendisine, benimle mutabık kalmadan sıramı ve ilimi değiştiremeyeceğini söyledim. Orada anlaşamadık. Beni Malatya, Balıkesir veya Çanakkale’den bir yere koymak istedi, ben istemedim. Yerimde, İstanbul’da kalmak istedim. Daha ötesi, tayin edilen adam olmak istemedim. Çünkü 12 Eylül’den sonra yapılan Anayasa, Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Kanunu öyle bir sistem getirmiş ki lideri tek adam yapıyor. Ben bu tek adamlığa karşı çıktım.
Bugün için de AK Parti’de tek adamlığın semptomlarını görüyor musunuz?
Bütün partilerde! Neden dersen, milletvekilinin liyakati ne olursa olsun, kazanacağı ile ve sıraya konduğu zaman seçiliyor. Seçildikten sonra milletvekili biliyor ki, “Beni liderim listeye koyduğu sürece seçilirim.” O zaman milletin vekili olmaktan çıkıyor, liderin vekili oluyor. Dolayısıyla bakanlık yapmış insanı bile, tayin eder gibi “Sizi de şuraya koydum” düşüncesi, demokratik sistemin yerleşmesi bakımından fevkalade yanlıştır.
Ama AK Parti’nin kuruluş programında, onun tam aksine çok sesli, çoğulculuğa ve istişareye dayalı bir sistem öngörülmüştü?
Demokraside çoğulculuk esastır; ama çoğulculuk sadece o partiye oy verenlerden ibaret değildir. Toplumun çoğulculuğu ve uzlaşı…
Parti içi demokrasiye dair de vurgular var, parti programında…
Kurulların, bölümlerin isminin olması, o kuruluşta demokrasinin yerleştiğini göstermediği gibi, ülkelerde de demokrasinin olduğunu göstermez.
O zaman, bu bir takiyye anlamına gelmez mi?
Bir ülkenin isminde veya kuruluşunda yer alması olması, onu demokratik yapmaz. O bakımdan tek adamlık sistemi kendiliğinden ortaya çıkıyor. Milletvekillerini lider seçtirmiş oluyor. Halk gidip o listeye oy atıyor. Tercih yapamıyor. Ön seçim yok. Türkiye’nin bir sıkıntısı da budur. Bu yüzden de demokrasi ve ekonomi, mutlak surette birbiriyle ilişkilidir. Demokrasinin yerleştiği ülkelerde ekonomi daha sağlıklı gelişiyor.
Mehmet Şimşek, 2015’in zor bir yıl olacağını söylüyor. Ali Babacan, inşaat sektöründeki rant mekanizmasını eleştirip, bu konuda uyarılarda bulunuyor. İşsizlik ve cari açık büyüyor. Ekonomik büyüme hızı yavaşlıyor. Bütün bu göstergeler, yaşadığımız demokratik problemlerle de alakalı mı?
Tabii, 2015 yılında seçimlerin olması, demokrasilerde vazgeçilmez unsur olan siyasi partilerin programlarını istese de istemese de etkileyecektir. Dolayısıyla ekonomi de etkilenmektedir. Ayrıca Türk ekonomisinin yumuşak karnı olmaya devam eden sorunları var. Bunlardan bir tanesi, bütçe açığıdır. Bütçe açığı nedeniyle, yatırımlar yavaşladı, üretim yavaşladı.
Kamu maliyesinde biraz fazla yatırıma gidildi. Bütün bakanlıklar, lüks binalara taşındı. İnşaat yatırımlarıyla ilgili Ali Babacan, biraz geç de olsa, haklı bir noktaya değindi; ama önce kamudaki lüks inşaatları frenlemeleri lazım! Bu, vilayetlere, valiliklere kadar intikal etti.
İkincisi, cari açık. Cari açıkta, en büyük ölçü ihracatta. Üretim olmazsa, ihracat nasıl olacak? İhracatın önünü kapatacak hiçbir girişimi yapmamak lazım. Üçüncüsü, kamunun dış borçlarıyla özel sektörün dış borçları toplamı, oldukça yüksek seviyelere ulaştı. Bir diğer konu da, sıcak para. Biz sıcak paranın doğrudan yatırıma yönlendirilmesini çok arzu ettik, program olarak; ama şu anda sıcak para, ekonomide panik yaratacak seviyelerde. Onun sonucu olarak dövizde dalgalanmalar başladı. Bunlara dikkat etmek, rehavete kapılmamak lazım.
Siz Bank Asya’nın ismini vermekten kaçınıyorsunuz; ama batırılmak istenen o bankanın yüzde 54’ü borsada ve bunun yarısı yabancıların elinde. Böyle bir ortamda yabancı yatırımcı Türkiye’ye gelmekten korkmaz mı?
Sermaye ürkektir. Hem yerli sermaye, hem yabancı sermayeyi ürkütmemek gerektiğini başta da söyledim. Tekrar edeyim… Sağlıklı bir sürdürülebilir büyüme için ilk şart, siyasi istikrar. İkincisi, sosyal barış. Üçüncüsü de özel sektörün önündeki bürokratik engellerin kaldırılması. Bunun başında da Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ve bankalara müdahale edilmemesi.
Türkiye’de, Gezi Olayları’yla başlayan ve 17 Aralık süreciyle yayılan bir toplumsal kutuplaşma var. “Sosyal barış” dediğiniz yönüyle, bu gerilimin ekonomiye nasıl bir etkisi var?
Söyledim işte! Sosyal barış dedim ya! Sen işi çeviriyorsun, getiriyorsun, bir yere sürüklemek istiyorsun. Yapma bunu bana! Yoksa benim içim de yanıyor, bazı olaylarda! Kalkıp da o konularda doğrudan bir taraf gibi konuşmanın faydası yok.
Neden yok?
Sen beni kullanmak istiyorsun… Ama yanlış bu.
Estağfirullah. Sadece fikirlerinizi merak ediyorum.
Fikrimi söyledim. Kesimler arasında ‘sosyal barış’. Daha ne diyeyim? Sen nokta tayini istiyorsun, benim şu anki durumum yanlış değerlendirilir. Olayı Cumhurbaşkanı’nın sözlerine ya da Asya Finans’a getiriyorsun. Yüreğim yanıyor; ama Asya Finans’ı şu anda tartışmam yersiz olur. Bunu BDDK Başkanı, Bank Asya Yönetim Kurulu Başkanı, mevduat sahipleri, bankacılar, özel sektör kurumları tartışır.
Çocukluğunuzdaki en büyük hayaliniz bir mavi-kırmızı kaleminizin olması. Etibank’ta çalışan babanızın masasında o kalemi bulup kullanıyorsunuz ve babanızdan, devlet malını izinsiz kullandığınız için azar işitiyorsunuz. Bunun ardından “Hayatta ilk imtihan böyle verildi. Devlet malına bir daha dokunamadım” diyorsunuz. O çocuğa, 17 Aralık’ı sorsam?
Hiç sorma! Tamam bitti! Sen beni siyasete çekmek istiyorsun. Kendimi öne çıkarıp methetmiş duruma düşerim, o konuya girmem. Beni tanıyan herkes biliyor.