Hürriyet yazarı ve spor yorumcusu Ali Ece, Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök’ün 26 Ekim 2017’de “Basın tribününde kaç Boğaziçi’li, kaç ODTÜ’lü var?” başlıklı eleştirel yazısına “Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi’nden mezunum. Aynı üniversitenin Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisans yaptım” diyerek cevap verdi.
124 sayfalık Fransızca master tezini Rus dış politikası üzerine yazdığını söyleyen Ece, YKY’deki müdürü Enis Batur’un kendisine “Boş ver akademiyi, sen fazla tutkulu, heyecanlısın. Kendini en sevdiğin şeylere futbola ve müziğe ada, mutlu ol” şeklinde yaptığı öneriyi dinlediğini kaydetti.
Ali Ece’nin 28 Ekim 2017’de Hürriyet’te “Ertuğrul Özkök’e cevabımdır...” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Sayın Özkök, 1 yıldır sizle aynı gazetede yazıyorum.
Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi’nden mezunum. Aynı üniversitenin Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisans yaptım. 124 sayfalık Fransızca master tezim Rus dış politikası üzerineydi. Hatta asistanlık sınavını da kazanmama rağmen nedense o sınav iptal edildi. Sanırım sizin de zamanında inandığınız Fukuyama’nın “Tarihin sonu geldi artık hiç savaş olmayacak, dünya sonsuza kadar neo-liberalizmle yönetilecek” tezine karşı olduğum içindi!
Eski arkadaşınız, benim YKY’deki müdürüm Enis Batur “Boş ver akademiyi, sen fazla tutkulu, heyecanlısın. Kendini en sevdiğin şeylere futbola ve müziğe ada, mutlu ol!” dedi. Zaten kitap yayıncılığı maalesef ülkemizde futbol medyacılığından da az para eden bir sektör. Futbolu manyak gibi sevdiğim için Enis hocayı dinleyip bizim sektörün bulanık sularına balıklama daldım. Çok yerden kovuldum ama sürekli kendimi geliştirmeye çalıştım.
- Lakin bizim sektörde uzun süre okul eğitimi, iş hayatımızı neredeyse hep negatif etkiledi. Sizin çok sevdiğiniz popüler kültür bakış açısıyla siz ve sizin nüfuzunuzdaki medyaya yön verenler uzun süre eğitim düzeyi yüksekler yerine“Reyting olsun torba dolsun”fast-food spor yayıncılığını tercih ettiler, öne çıkardılar. Gayet iyi eğitim almış, pratikte mesleki çıtayı yükselten birçok editör, muhabir, habercilere yeterince yer açmadılar.
2005’te Ronaldinho dünyanın en iyi futbolcusuyken “Sambacı Türkiye’ye X takıma göz kırptı” yazmadık diye dönemin yayın yönetmeninden bolca laf yemiştik. O dönemde hangi Boğaziçi mezunu SSK’sı bile yokken o kadar düşük para ve o “Ronaldinho konjonktürü”nde bu işi yapardı ki? Ben mesela arada bırakıp müzik stüdyosu açtım, su basınca mecburen spor medyasına geri döndüm!
- Ben pek öyle düşünmüyorum ama birçok kişi benim en iyi futbol yorumcularından birisi olduğumu iddia ediyor. Eğer zamanınız olur da İK’na uğrayıp maaşlara bakarsanız neden o kadar yüksek kalite okul mezunları bizim sektörde istese de kalıcı olamazlar, daha net anlarsınız! Aslında benim en büyük şansım sektördeki “ödeme güçlüğü” oldu. 2008’de Skytürk maaşları ödemekte güçlük çektiği için birilerinin bedava program yapması gerekiyordu.
Ben ve dört arkadaşım o şartlarda “Total Futbol”u yaptık. İnsanlar izleyip sevince gerisi geldi. Birilerinin adamı olmadığımız için yine bir yerlerden kovulduk başka yerlere gittik falan vs. Lakin birçok meslektaşım kimsenin adamı olmadıkları için çok daha fazla mağdur edildiler. Bu işi benim kadar yapabilecek en az 1000 kişi daha vardı, “bedava şans” bana güldü!
- Halen gazeteye kızan taraftar, kameraman, foto muhabiri arkadaşlarımızdan acısını çıkartıyor. Hele şu ara muhabirlik cidden çok zor. Kimse anasının karnından amigo doğmadı ya da Marmara İletişim’de amigoluk dersi almadı. Yıllarca bizden önceki dönemin “Ne olursa olsun reyting olsun” günü kurtarmacılığı muhabirliğin geleceğini ipotek ettirdi.
O kızdığınız muhabirlerin çoğu, L’Equipe, Guardian vs için çalışıp en az Sorbonne veya Oxford mezunları kadar kaliteli iş çıkarabilecek kapasitedeler. Önce ülkemizi “Tek derdimiz reyting”popüler kültür sultasından kurtarıp kaliteli işlere değer vermemiz gerekiyor.
Sayın Özkök, ben “Bizim spor basını mükemmel, sizinki çöp” demiyorum. Gazetenin önü de arkası da aynı matbaada basılıyor! Türkiye’de başka mesleklerde ne kadar kalite varsa bizimkinde de en fazla veya en az o kadar kalite var.
Ertuğrul Özkök’ün 26 Ekim 2017’de Hürriyet’te “Basın tribününde kaç Boğaziçi’li, kaç ODTÜ’lü var?” başlıklı yazısı:
Yeni tribün sosyolojisi, yeni bir içerik talebi yaratmış, yeni içerik de spor yazarı profilini değiştirmiştir. İngiltere’de futbol yazarları artık Oxford ve Cambridge’den mezun olmaktadır. Türkiye’de şu soru er veya geç sorulacaktır: Şu an basın tribününde kaç Boğaziçili, kaç ODTÜ, Koç, Sabancı mezunu var?
Geçen hafta Türkiye Spor Yazarları Derneği’nin Levent Caddesi 51 numaradaki merkezinin önünden geçiyordum.
Biraz durup içeri baktım.
Başka ülkelerdekini bilmiyorum, ama Türk spor gazeteciliği içini iftihar edilecek bir bina ve tesis.
Derneğin internet sitesine girdiğimde okuyucu yorumlarına baktım. Beş yıldız üzerinden 4.5 yıldız almış.
Geniş avluya açılan kapıdan içerisini seyrederken, rahmetli Yavuz Gökmen aklıma geldi.
Onu spor yazarı yaptığımda, öteki spor yazarlarından ve derneğinden aldığım tepkileri hatırladım.
Bir türlü içlerine sindirememişler, o nedenle sıkı bir lonca direnci ile onu basın tribününe kabul etmemişlerdi.
İstanbul’da oynanan Galatasaray maçlarına gelir, ucuz bir otelde kalır, sonra aldığı biletle açık tribüne oturur, maçı izler ve oradan yazardı.
Çok az insan bilir, ama Türk basınına spor istatistiği tutma kavramını getiren kişidir.
Oğluna yazdırdığı basit bir izleme cetveli ile isabetli şut, isabetli pas, asist gibi hareketleri sayar, sonra da yazardı.
Geçen hafta Türkiye’de spor yazarlığı açısından çok önemli 3 kitap yayınlandı.
Kitapların yazarı, Guardian gazetesinin de yazarı olan Jonathan Wilson’dı.
Hürriyet Pazar’da, onunla yapılan güzel bir mülakatı okuduğumda, 20 yıl gazete yöneticiliği yapmış bir insan olarak tekrar Levent Caddesi 51 numaraya gittim.
... İngiltere’de spor yazarlığının evrimini anlatıyor...
Diyor ki, İngiltere’de spor yazarlığının son miladı Hillsborough faciasıdır...
Çünkü bu olay, İngiltere’de “holigan seyirciliğinin” sonudur. O tarihten itibaren, statlarda tribünün sosyolojisi köklü biçimde değişmiştir. Seyircinin eğitim düzeyi, toplumsal konumu yükselmiş, spor entellektüelliği dönemi açılmıştır. Bu da spor yazarlığını köklü biçimde değiştirmiştir.
Yeni tribün sosyolojisi, yeni bir içerik talebi yaratmış, yeni içerik de spor yazarı profilini değiştirerek, “Sporda yeni yazma biçimlerini” yaratmıştır. O değişirken, gazete, televizyon, internet yapılanması içinde sporun önemi artmış, yazar yorumcusu da spor yazarlığına terfi etmiştir.
Peki nedir yeni spor yazarı profili?
Bu konuda 3 kitap yazan Oxford Üniversitesi mezunu.
“İngiltere’de futbol yazarları artık Oxford ve Cambridge’den mezun olmaktadır.”
Tekrar Levent caddesi 51 numaraya dönüyorum... Türkiye Spor Yazarları Derneği’nin üyelik koşullarını belirleyen koşullar, dernek tüzüğünün ikinci bölümünün 5’inci maddesinde yazılı.
Üyelik için aranan şart “Spor gazeteciliğini meslek edinmiş olmak ve Türkiye’de faaliyette bulunan basın ve yayın organlarında sözleşmeli olarak çalışıyor olmaktır.”
Yani bir eğitim şartı yoktur ve bence de normaldir. Çünkü meslekteki profil değişimini, eğitim zorunluğu ile değil, bu mesleğe gönüllü olarak gelen insan profilinin eğitiminin üyeliği ile sağlamak doğrudur.
G.saray-Fenerbahçe derbisinden sonra yazılan yazılara işte bu yeni tribün sosyolojisi ve onun talep ettiği yeni yazar profile açısından baktım. Televizyon yorumcularının bazıları, bundan 5 yıl önce zirvesine çıkan “Holigan yorumculuk”dönemini kapatmamış.
Reytingi, aşırı şahsileşmiş, baharatını sadece hakaret ve küçültücü, aşağılayıcı lakaplar takmaktan alan tarz devam ediyor.
Bazı kanallar ise yeni bir yorumcu profiline doğru ilerlemeye başlamış.
Hürriyet Spor son yıllarda bu yeni profil konusunda büyük aşama kaydetti. Eleştirilerim de vardı. Maç ertesi yazılarla ilgili olarak adil olmalıyım.
Bu yazılar zaman sınırlaması nedeniyle çok hızlı yazılıyor ve o nedenle, tahmin ediyorum yeni tribün sosyolojisinin beklentisine cevap verecek yazılar değil. O nedenle Hürriyet’te dört arkadaşımızın yaptığı haftalık değerlendirme beni çok daha fazla tatmin ediyor.
İngiltere’de tribünün yeni sosyolojisi, spor yazarı profilini değiştirdi.
Peki Türkiye’de ne olacak?
Geçen derbi, tribünde holiganizmin izlerinin hala tam olarak silinmediğini gösterdi.
Spor yorumculuğunda da holiganizm hala prim yapıyor ve müşterisi var. Benim tahminim, iki taraf ta karşılıklı olarak sporun yeni sosyolojisini yaratmaya başlamalı. Ama şimdilik daha ileri gibi görünen ihtimal, en azından kombine seyircisinin Levent 51’i değişime zorlamasıdır. Bence Levent 51’in, Jonathan Wilson’un üç kitabını, kendi kütüphanesine bir an önce dahil etmesinde yarar var. Çünkü er veya geç şu soru sorulacak:
Şu an basın tribününde kaç Boğaziçili, kaç ODTÜ, Koç, Bilkent, Sabancı mezunu var?
- “Futbol Taktikleri Tarihi” 1-2-7’den Tiki Taka ve Ötesine.
- “Liverpool FC: 10 Maçta Efsanenin Anatomisi.
- “Kirli Yüzlü Melekler: Arjantin Futbol Tarihi.”
Üç kitap da, Kadir Has Üniversitesi ve İthaki yayınları işbirliği ile yayınlandı.