Başbakan Binali Yıldırım'ın Oberhausen'da düzenlediği mitingi ile Almanya’da referandum kampanyası da başlatılmış oldu. Çok sayıda Alman siyasetçi referandum kampanyasının Almanya'ya taşınmasından rahatsız. Stuttgarter Zeitung'da konuyla ilgili şu satırları okuyoruz:
"Kendi ülkesinde düşünce ve medya özgürlüğünü çiğneyen, demokrasinin mezarını kazmakta olan ve siyasi muhalefeti baskı altına alan bir politikacıya burada siyaset yapması için platform sunmak güç tahammül edilecek bir durum. Bu nedenle Başbakan Binali Yıldırım'ın Oberhausen'da bağırıp çağırarak yaptığı konuşmaya tepki gösterilmesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da Almanya'yı ziyaret edecek olmasının eleştirilmesi doğru ve yerinde. Erdoğan, Türkiye'de kendisini eleştirenlere konuşma yasağı getirebilir, Almanya'da getiremez. O yüzden muhalefete yardım ve destek bir zaruret. Ve burada yaşayan Türklerin Türkiye'deki duruma ilişkin bildiklerini memleketlerine taşımaları da bir yükümlülüktür.”
Frankfurter Allgemeine Zeitung ise Başbakan Yıldırım'ın miting düzenlemesinin bazı şartları olduğuna dikkat çekiyor:
"Avrupa'nın değerler temeli arasında herkesin istediği anayasa reformunu talep etme hakkı var. Ama özellikle devletin uyguladığı şiddete karşı herkesin yargı önünde hakkını arama özgürlüğü olduğu yönündeki eleştirilerin de kabul görmesi gerekir. Buradan yola çıkıldığında Türkiye Başbakanı Almanya'da konuşabilir, ama bunu yaparken buradaki ve memleketindeki düşünce ve basın özgürlüğüne de saygılı olmak zorundadır. Burada yaşayan memleketlilerinden nasıl bir ülke ile gurur duymalarını talep ediyor acaba? Halkın gerçek iradesini yerine getirdiklerini ileri süren kimi demagogların gözlerini bağımsız yargıya ve özgür basına dikmiş olmaları bir rastlantı değil. Bu yeni liderlik anlayışı Beyaz Saray'a kadar ayak basabildi. Başka halklara karşı değil, ama bu tarz gelişmelere karşı ayağa kalkma zamanı!”
"Binali Yıldırım'ın etkinlikte boy göstermesi şok edici” diyen Magdeburg merkezli Volksstimme gazetesi, şu satırlarla devam ediyor:
"Herhalde İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Almanya topraklarında bir diktatör için düzenlenen en büyük reklam kampanyasıydı bu. Korkunç olan şey Almanya'daki Türk azınlık içinde demokrasiye karşı olanların büyük çoğunluğu oluşturması. Türkiye'de eğitim görmüş seçkinlere ve özgür basına karşı gelişigüzel kampanyalar düzenlenirken, Türkiye kökenli Almanlar ve yıllardır Almanya'da yaşayan Türkler bu yeni baskı rejiminin temsilcisine alkış tutuyor. Buradan şu sonuç çıkarılabilir: Liberal bir toplumda iyi bir yaşam sürdürüyor olmak otomatikman demokratik görüşlere sahip olmayı beraberinde getirmiyor. Başka ülkelerde de görüldüğü üzere göçmenler çoğu kez ülkelerindeki sorunların bir parçası haline geliyorlar. "
Mainz kentinde yayımlanan Allgemeine Zeitung gazetesinin yorumu ise şöyle:
"Hedefte önceleri ülkenin seçkinleri varken, şimdilerde ülkede ‘huzursuzluk yaratan' herkes nasibini alıyor. Diktatörlüklerde tanınan bir şeydir bu. Türkiye'de medyaya yönelik baskılar gittikçe artmakta. Nitekim Die Welt gazetesinin muhabiri Deniz Yücel bunu bizzat yaşıyor. Türk pasaportunun yanı sıra Alman pasaportunun da olması kimseyi ilgilendirmiyor. Erdoğan'ın planlarında medyanın tümünün onun istediği hizaya getirilmesi önem taşıyor. Türkiye'nin dönüştürülmesi doğrultusunda öngörülen referandumun onun istediği gibi sonuçlanması için halkın, Cumhurbaşkanı'nın ‘gerçeklerini' içselleştirmesi gerekiyor. Bunu yaparken de diğer ülkelerdeki özgürlükler istedikleri gibi kullanılıyor. Nitekim Yıldırım da Almanya'nın toplanma özgürlüğü hakkını kullanarak düzenlenen bir etkinlikte kendi ülkesinde demokrasinin ortadan kaldırılması için reklam yapıyor. Ama basın özgürlüklerine hiç aldırılmıyor, eleştirel gazeteciler hapsediliyor. Gerçek bir demokrasinin bu tür sınırı aşma girişimlerine pabuç bırakmaması gerekir.”
Frankenpost gazetesi ise konuyu farklı bir açıdan irdeliyor:
"Türk demokrasisinin başarısızlığa uğraması tüm Türkleri ilgilendiriyor. Bu durum dindarlar için de geçerli. Erdoğan'ın ülkeyi bir otokratik devlete dönüştürme planı bu kesime de zarar verecektir. Anayasa reformu ile Türkiye Kemalist mirastan vazgeçmiş olacak. Devleti kuran Mustafa Kemal Atatürk modern Türkiye'yi lâik bir ülke olarak biçimlemişti. İslam'ın politikada işi olmayacaktı. Erdoğan işte bu anlayışı çoktan terk etti. Erdoğan Sünni devletler arasında bölgesel liderliğe oynuyor ve politikalarını sürekli dinî argümanlara dayandırıyor. Türkiye'de demokrasi fiilen ortadan kaldırıldığında bu, Müslüman bir ülkede demokrasiyi yerleştirme doğrultusundaki modelin de başarısız kaldığını göstermiş olacak.”
©Deutsche Welle Türkçe
Derleyen: Çelik Akpınar