Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Martin Erdmann, Türkiye'nin AB ile Gümrük Birliği'ni yenilemek istemesine ilişkin Alman hükümetinin de aynı görüşte olduğunu, Gümrük Birliği Anlaşması’nın “modernleşmesi” için Avrupa Birliği’nin artık çalışmaların başlatılmasına dair “görev” vermesinin beklendiğini belirtti. Büyükelçi, Alman yatırımcılar için en büyük sorunun belirsizlik ve hukuki güven olduğunu savundu.
Prof. Dr. Erol Ulusoy'un Milliyet gazetesinin bugünkü (6 Mayıs 2017) nüshasında yayımlanan "Almanya ile Türkiye ‘yenilmez’ olabilir" başlıklı yazısı şöyle:
Türkiye’deki doğrudan yabancı yatırımlar arasında Alman sermayeli olanlar başı çekiyor. Ülkemizde 6.700 Alman sermayeli şirket var. Bunların çoğu ihracaatçı. Bu şirketler Türkiye’nin cari açığının kapatılmasında önemli role sahip. Türkler de Almanya’da irili ufaklı 90 bin işletme ile yıllık 50 Milyar Euro ciro yapıyor, 500 Bin kişi istihdam ediyor.
Geçen hafta Alman-Türk Sanayi ve Ticaret Odası "Referandumdan Sonra Türkiye Ekonomik Perspektif" konulu bir etkinliğe imza attı. Toplantıya büyük küçük bir çok Alman -Türk sermayeli şirket yöneticisi ve ortakları katıldı.
Toplantıya katılan Almanya Büyükelçisi Martin Erdmann, 5 yıl Alman Dışişleri Bakanlığı Sözcülüğü, 5 yıl da Brüksel’de Almanya’nın NATO Büyükelçiliği görevlerinde bulunduktan sonra 2015 yılında Ankara Büyükelçiliği'ne atanmış. Türkiye’nin NATO ve Avrupa Birliği’ndeki önemini ve işbirliğini çok yakından biliyor.
Türkiye ve Avrupa Birliği'nin (AB) gündemde olduğu bir dönemde konuştuğumuz Erdmann, AB ve NATO sınırlarının Van Gölü’nden başladığını belirtiyor ve istikrarlı bir “Ankara”nın sadece Türkiye’nin güvenliği ve refahı için değil, tüm bölge ve Avrupa’nın güvenliği ve refahı için şart olduğu görüşünde. Bu görüşün sadece kendi şahsi görüşü değil, Alman Hükümeti’nin de görüşü olduğunu vurguluyor.
Peki yüzde 1’lik artışla 2016’da 37.3 milyar Euro’luk hacme ulaşmış olan Türk-Alman Ekonomisi, son zamanlardaki olumsuz politik gelişmelerden etkilenir mi?
Büyükelçi Erdmann, ticaretin etkilenmemesi için politikanın ekonomi ve iş dünyasıyla ayrı ayrı yolculuk etmesinden yana. Politik gelişmelerin sonucu olmadığını düşünse de, rüzgar enerji sektöründe yapılacak büyük bir Alman sermayeli yatırımla ilgili tüm görüşmelerin, sözleşmelerin, altyapı çalışmalarının tamamlanıp yatırım safhasına hazırlanılırken son anda Türkiye’den bu yatırma izin çıkmamasının Alman iş dünyasında olumsuz karşılandığını belirtiyor.
Halen Almanya’da 3 milyondan fazla Türk kökenli Alman ve Türk vatandaşının, Türkiye’de ise önceden Almanya’da yaşamış, eğitim görmüş, çalışmış, kısaca Almaya ile bir şekilde teması olmuş 4 milyona yakın kişinin yaşadığı düşünülürse iki ülke arasındaki ilişkilerin ne düzeyde olması gerektiği açık.
Büyükelçi Erdmann 80 milyonluk Türkiye ile 82 milyonluk Almanya’nın ekonomik alanda işbirliğini güçlendirmeleri halinde “yenilmez” ve “geçilmez” olacağını iddia ediyor.
Her iki ülkenin sahip olduğu karşılıklı avantajları birleştirilince ortaya çıkacak ekonomik dinamizm ve güç, her iki ülke vatandaşlarının refahını artırmaya yarayacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın başbakanlığı döneminde eğitimde, yüksek öğrenimde yapılan ataklar, fiziki ve elektronik altyapıdaki gelişmeler Türk ekonomisi için büyük avantajlardı.
Erdmann, o dönemki ekonomik işbirliği ve gelişmelerin bir başarı hikayesi olduğunu ve buna son verilmemesi, bilakis daha da geliştirilmesi gerektiğini, siyasi görüş aykırılıklarına kurban edilmemesini düşünüyor.
Sohbetimizde Alman yatırımcılar için en büyük sorunun belirsizlik ve hukuki güven olduğu gündeme geldi. Hukuki güvenlik elbette tüm yerli ve yabancı yatırımcılar için önemli. Bildiğim öyle mahkeme kararları var ki, yabancıların yatırımlarını çekmelerine neden oluyorlar. Öyle ya, kim çalışıp çabaladığı, emek sarfettiği yatırımından elde edeceği geliri, kendi hukuk anlayışına göre “adaletsiz” bir mahkeme kararı ile kaybetmek ister.
Mahkemenin hukuki yorumu ile tarafların hukuki yorumu farklı olabilir. Maddi hakikat ise bir tanedir ve kişiye göre değişmez. En acısı, mahkemenin maddi hakikati tespit edemeden karar vermesidir. Davayı kabul veya reddetmek için usul hukuku hatasını yakalayıp hemen karara gerekçe yapılması da toplumun adalet duygusunu rencide eder. “Usul esastan önce gelir” ilkesi şekilciliğin ifadesidir. Ülkemizin en büyük sorunlarından bir tanesi de şekilciliğe verilen önem değil midir?
Büyükelçi Erdmann, Alman turist sayısındaki düşüşü ise hükümetler arasındaki görüş farklılıklarına değil, terör ve güvenlik sorununa bağlıyor. Datça’yı çok seviyor ve bölgede iki kere tatil yaptığını, Türk mutfağında özellikle mezeleri çok beğendiğini söylüyor.
Bize de Büyükelçi’nin güven içinde, huzurlu Datça tatil fotoğraflarını Almanya yayınlarına ulaştırmak, bu yolla "güvensiz turizm ilkesi" imajını yıkmak kalıyor. Bir turizm ülkesi olarak Türkiye hepimiz için ne kadar güvenli ise, Rus ve Alman turistler için de o kadar güvenlidir. Uçakla iki-üç saatlik mesafe, fiyat avantajı, otel, tesis ve hizmet kalitesine bir de lezzetli “meze”ler eklenince “gel keyfim gel”!
Türkiye’de son zamanlarda Gümrük Birliği Anlaşması’nın yeniden gözden geçirilmesi gerektiği daha sık gündeme gelmeye başladı. Büyükelçi Erdmann, Alman Hükümeti’nin de aynı görüşte olduğunu, Gümrük Birliği Anlaşması’nın “modernleşmesi” için Avrupa Birliği’nin artık çalışmaların başlatılması için “görev” vermesinin beklendiğini belirtti.
Elbette Gümrük Birliği Anlaşması hem Türkiye’nin hem de Avrupa Birliği’nin “kazan-kazan” prensibi çerçevesinde kabul edilip yürürlüğe girdi. Şimdi sonuçlarının gözden geçirilerek, “kazan-kazan” dengesi bozulmuş, “kazan-daha çok kazan” sonucu doğmuş ise, yeniden dengenin sağlanması için çalışma yapılması elzemdir. Fakat anladığım kadarıyla Alman Hükümeti Gümrük Birliği Anlaşması’nın “modernleşmesi gereği”nden, özellikle tarım ve hizmet sektörü ile ilgili alanların yeniden düzenlenmesi ve kapsamlarının genişletilmesini kastediyor. Fakat bence en hararetli alan, Türkiye’nin karar mekanizmasında yer almadığı Gümrük Birliği Sistemi’ne harfiyen uymak zorunda olması, üçüncü ülkelerle tek başına serbest ticaret anlaşması yapamaması. Bu konu da, “kazan-kazan” ilkesi, “kararın alınmasına katıl-karara uy” ilkesine dönüşebilir. Bence Türkiye tam üyelik müzakerelerinden bağımsız, Avrupa Birliği nezdinde insiyatifi alan taraf olmalı ve çalışmaları başlatmalıdır.
İlk söz son söz olsun
Kanunlar adaleti tesis etmek için değil, düzen ve güven için yazılır, adalet her zaman vicdanlardır!