Fulya Canşen /Köln[email protected]Cumhurbaşkanının ucuz kredi almasına yönelik skandal Almanya’da siyaset ve medyayı karşı karşıya getirdi. Bu mücadeleden kim galip gelirse gelsin Alman demokrasisinin gerçek yüzü biraz daha aydınlanacak. Almanya’da siyaset de medya da ağırbaşlıdır. Her ikisi de yerini ve sınırlarını bilir. Political Correctness, yani siyasal doğruculuk her iki kurum için anahtar sözcüktür. Siyasetçiler birbirleriyle fazla ağız dalaşına girmezler. İktidarda olan partiler muhalefet tarafından eleştirileceğini bilir ve bunu hoş görür. Muhalefet eleştirirken özel hayata müdahale etmemeye özen gösterir. Medyanın eleştiri okları da muhalefetten çok iktidara yöneliktir. Eleştirinin sınırlarını belirleyen de yine kişinin özel hayatına duyulan saygıdır. Ve en önemlisi karar verici olan medya değil siyasettir. Bugünlerde Alman siyaseti ve medyası bu görünen ağırbaşlılığını yitirmişe benziyor. Alman medyası işveren bir dostunun eşinden aldığı yarım milyonluk borcu kamuoyu ile azar azar paylaştığı için “salam taktiği” uygulamakla suçladığı Cumhurbaşkanı Christian Wulff’u kelimenin tam anlamıyla lime lime ediyor.
Wulff medyayı etkilemeye kalktı Almanya’nın en çok satan bulvar gazetesi Bild’in, Wulff’un aldığı kredi ile ilgili haberi yayınladığı 13 Aralık’tan bu yana ülkenin neredeyse tek gündem maddesi cumhurbaşkanı. Kredi skandalının Almanların daha çok gündem sıkıntısını anlatmak için kullandıkları Sauregurkenzeit’a, yani kıtlık zamanına denk gelmesi elbette Wulff açısından talihsiz bir durum oldu. Ancak medyayı asıl ilgilendiren Wulff’un düşük faizli kredi alması ve bunu gizlemesi değil, bu haberin yayınlanmasını engellemek ya da ertelemek amacıyla Bild gazetesine telefon etmesi. Christian Wulff, kredi meselesinde açık davranmadığı, Bild’i etkilemeye çalıştığı için özür diledi, Alman ARD ve ZDF kanallarında yapılan ortak bir yayında bazı sorulara yanıt verdi, avukatı bazı belgeleri internette de yayınladı ama eleştirilerin ardı arkası kesilmiyor. Çünkü Alman medyası Wulff’ün açıklamalarından tatmin olmadı.
Medya sessiz kalan Wulff’e savaş açtı Medyanın bu tatminsizlik hali, seçildiğinde göklere çıkartılan, uluslar arası alanda Almanya’yı dışişleri bakanında çok daha iyi temsil ettiği kabul edilen Wulff’ün bütün kirli çamaşırlarının ortaya dökülmesine neden oldu. Wulff makamında kalmaya ve susmaya devam ettikçe, işveren dostları, nerelerde tatil yaptığı, balayını nasıl finanse ettiği ve Almanya’nın en güzel, en genç First Lady’si olduğu için yere göğe konulmayan eşinin kıyafetleri dahi cevaplanması gereken sorulara dönüştü. Başta Bild gazetesi olmak üzere pek çok gazete Cumhurbaşkanı Wulff’den TV röportajında söylediği gibi 400 soruya yanıt vermesini istiyor ve bu yanıtların hepsini yayınlama sözü veriyor. Wulff tepkisiz kaldıkça, medya hırçınlaşıyor ve haklı da olsa haksız konuma düşüp cumhurbaşkanının peşine düşüyor.
Alman medyası güç istiyor Wulff olayı, Almanya gibi demokrasisi kurumsal olarak iyi işleyen bir ülkede ister istemez medyaya yönelik bazı soruları gündeme getiriyor. Alman medyasının Wulff’a karşı bu denli kenetlenmesinin ardında acaba bugüne kadar iyi işleyen oto sansür sisteminin çatlamış olması mı yatıyor? Çünkü her ne kadar kendini bağımsız sansa da Alman medyası, sağlam bir editoryal sistemin üzerinde kurulmuş, kendi kendini denetleyen, köşeli bir yapıya sahip. Medya kuruluşlarının siyasi çizgisi bellidir ve bu çizgiye uygun olarak partiler, sivil toplum örgütleri, sendikalar ve işverenlerin görünmez elleri tarafından yönetilirler. Genel olarak TAZ da çalışan gazetecilerin çoğu çevreci, die Zeit için yazanlar liberal, die Welt elemanları ise muhafazakardır. Deutsche Welle gerçek anlamda Almanya’nın sesidir, ARD ve ZDF ise genellikle hükümetin rüzgarından etkilenir. Gazetecilerin starlaşmasına hatta kanaat önderi olmasına bile izin vermeyen Alman medya sisteminde denetim editörler üzerinden yapılır ve bu denetim görünenden daha sıkı kurallarla hayata geçer. Cumhurbaşkanının kredi skandalı ile başlayan kavgada artık Alman medyasının denetilmek değil, daha fazla güç, etki ve siyasetçileri sorgulama hakkı istediği kesin. İlginçtir bu süreçte bildiğim kadarıyla hiçbir gazeteci işinden olmadı.
Medyanın gücü tek elde mi? Konuya başka açıdan bakarsak daha olumsuz bir tablo ile karşı karşıya kalabiliriz. Cumhurbaşkanı Christian Wulff’ü köşeye sıkıştıran Bild gazetesinin sahibi Axel Springer Yayınevi’nin mali gücü burada önemli bir rol oynuyor. Altmış yıllık yayınevi Springer başta Bild ve Welt grubu olmak üzere 240 ulusal, yerel hatta uluslar arası gazete ve dergi ile 140 internet portalına sahip. Macaristan’dan Estonya’ya, Fransa’dan İsviçre’ye, Rusya’dan Hindistan’a kadar tam 35 ülkede aktif olan yayınevi Türkiye’deki Doğan grubunun da %19,9’una sahip. On iki bine yakın kişi çalıştıran Springer’in 2010 yılındaki cirosu 3 milyon Euro’yu buluyor. Die Welt’i daha ağırbaşlı bir çizgide yöneten Axel Springer, Bild gazetesinde ise sansasyonel gazeteciliği tercih ediyor. Wulff skandalında Springer’in diğer gazetelere haber ve bilgi servis ettiğini ve bu işi prestije dönüştürdüğünü dikkate alırsak Almanya’da artık sermayenin medya üzerinden iktidarını sergilemekten çekinmediğini söyleyebiliriz. Bu kulağa ne kadar olumsuz gelirse gelsin Alman medyasının daha şeffaf olma isteğinin ya da mecburiyetinin ifadesidir.
Halkın medyaya inancı azalıyor Açıkçası bu skandalın nasıl sonuçlanacağı, Alman medyasının gücünü de belirleyecek. Şu anda medyadaki kadar iktidardaki siyasetçiler de birbirine kenetlenmiş durumda. Christian Wulff, işi avukatının kurnazlığına havale etti görevine devam ediyor. İşin ilginç tarafı her ne kadar kamuoyu yoklamaları cumhurbaşkanının güvenirliliğini ve sempatisini kaybettiğini ortaya koysa da, önemli sayıda bir grup vatandaş Alman medyasından artık cumhurbaşkanını rahat bırakmasını istiyor. Bunlar arasında medyanın devletleşmesinden korkanlar da var. Christian Wulff susmaya ve görevde kalmaya, Alman medyası saldırmaya devam ederse halkın büyük bir kısmı siyaset ve medyayı aynı kefeye koymaya başlayacak. Bu da medyanın halkın gözünde önemli bir işlevini, yani siyaseti sorgulama ve denetleme görevini kaybetmesi anlamına gelecek ki, işte o zaman Almanya’da demokrasi bir adım daha gerilemiş olacak. Ya da zaten geri olduğu ortaya çıkacak. Medya ve siyaset ilişkileri açısından Almanya’daki gelişmeler Türkiye için izlenmesi gereken bir durum.