MİT TIR'ları davasından yargılanan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül'ün duruşmasına katıldığı için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın ağır eleştirilerinin hedefinde olan Almanya Büyükelçisi Martin Erdmann, üstü kapalı olarak davayı izlemek için bakanlığa başvuru yaptıklarını söyledi. Erdman, "Bakanlığa başvurduğunuz doğru mu ve bir cevap aldınız mı" sorusuna "Yorum yok" diye yanıt verdi.
Cumhuriyet'ten Selin Ongun'un sorularını yanıtlayan (11 Nisan 2016) Almanya Büyükelçisi Erdmann'ın açıklamaları şöyle:
- Haber şöyleydi: “NDR televizyonunda Extra 3 adlı programda yayımlanan Erdoğan klibi nedeniyle Almanya Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı…” Bu davet sizin için sürprizmiydi?
Aslında hiç beklemiyordum. Kaldı ki dört hafta gibi kısa bir sürede Dışişleri Bakanlığı’na üç defa çağrılmış oldum. Bu, aslında iki müttefik ülke arasında çok nadir görülen ve alışık olmadığımız bir durum. Ama şunu söylemek gerekiyor ve özellikle altını çizmek istiyorum; Türk Dışişleri Bakanlığı bu anlamda meşru hakkını kullanıyor. Bunda bir tereddüt yok. Usule gayet uygun bir durum.
- Bakanlık gereğini yapmıştır, dediniz. Yanı sıra kısa süre içinde üç kez çağrılmanızı da not ettiniz.
Evet, Bakanlık beni gece-gündüz, istediği zaman çağırabilir. Bu konuda hiçbir sorun yok. Gece ikide çağırsınlar yine giderim.
- Siz Dışişleri’ne 1982 yılında girmişsiniz, mazinizde 34 yıl var. Geçen bir ayı, kariyerinizde nereye koydunuz?
Son derece enteresan ve heyecan verici tabii. Her gün yeni bir şeyler öğreniyorsunuz! Dünyanın ve elbette diplomasi dünyasının da çok renkli olduğunu tecrübe ediyorum.
- Bakanlığa giderken ne düşünmüştünüz, aklınızda neler vardı?
Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldığımda son konu, İstanbul’daki duruşmaya katılmamla ilgiliydi. Can Dündar ve Erdem Gül hakkındaki davaya gözlemci olarak katılmıştım. Dolayısıyla merak ettiğim kısım sadece şuydu: Acaba orada nasıl karşılanacağım, bana neler söylenecek?
- Bakanlığa üç kez çağrıldım, dediniz. Biz bildiklerimizi sayalım. 1) NDR’de yayımlanan Erdoğan klibi konulu görüşme için davet edildiniz. 2) Dündar-Gül duruşmasına katılmanızın ertesinde davet edildiniz. Ya diğeri?
Diğer mesele de öğretmenlere yönelik hazırlanan bir okul kitabıydı. Bu kitaba dair içerikte de “uluslararası soykırımla” ilgili bir konu geçiyordu. Bu sebeple çağrılmıştım.
- Extra 3'teki klip nedeni ile Bakanlığa çağrılmanız Almanya basınında da epey tartışıldı. Elbette bir diplomat olarak görüşmelerin perde arkasını anlatmanızı beklemiyoruz. Fakatmerak konusu: Bu görüşmeler nasıl geçer? Gözümüzde nasıl bir atmosfer canlanmalı?
Belki zamanı geldiğinde bununla ilgili ayrıntılı bilgi vermek isterim. Ama şu aşamada, olaylar henüz sıcakken yangına körükle gitmek istemiyorum açıkçası. Ve uluslararası teamüller gereği de diplomaside bu tür görüşmelerin içeriği hakkında dışarıya bilgi verilmemesi gerekir. Fakat şunu da söylemek gerekiyor tabii. Dışişleri Bakanlığı'na çağrılmam neticesinde kamuoyunda oluşan bu tablo ve tartışma bize gösterdi ki, mizah ve karikatür konusunda iki ülke arasında birbirinden çok farklı bir kültür ve algı biçimi var. Avrupa Birliği içerisindeki ülkelere baktığımızda bile ülkeler arasında bu anlamda yine farklılıklar olduğunu gözlemliyoruz. Mesela Paris’teki Charlie Hebdo krizi. Bu derginin yayınlarını, Almanya’da kendi mizah anlayışımıza göre değerlendirdiğimizde Charlie Hebdo’nun çıtası bize göre çok yüksek. Charlie Hebdo'nun çizgisi Almanya’daki mizah kültürüne göre çok daha sert ve yıpratıcı. Yine Almanya’dan devam etmek istiyorum. Almanya’da mizah, karikatür veya siyasi şaka/mizahtan bahsedecek olursak, bu Alman Anayasası'nın 5. Maddesi'nde düzenlenen bir mesele. Orada “Hiçbir hükümet fikir ve sanat alanında herhangi bir sınırlama/engelleme koyamaz” ibaresi var. Mizahi bir durum etik olarak herhangi bir sınırı aşıyor mu aşmıyor mu; Almanya'da hükümetler buna karışmaz. Bu konuda sadece mahkemeler bir duvar örebilir. Yine bununla ilgili olarak Alman ceza kanunlarında ilgili maddeler mevcuttur.
- Erdoğan klibinden sonra sular durulmadı, bir de “şiir” yayınlandı. Hakkında soruşturma başlatılan Jan Böhmermann’dan bahsediyoruz... Şansölye Merkel'in bu şiiri mizah kapsamında bulmadığı, basına yansıdı. Alman medyasında kocaman bir Erdoğan tartışması var. Bu şiir için, “Küfür-hakaret kara mizahın kapsamına girer” diyenler ve “Bu küfürlü şiir kesinlikle kabul edilemez” diyenler var. Bu tartışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu yayın 31 Mart Perşembe günü ZDF-Neo kanalında 22.30 sıralarında yayınlandı. Ertesi gün tabii medyada yoğun bir tartışma başladı. Ve ZDF kanalı doğrudan kendisi inisiyatif alarak, hemen aynı gün, Cuma günü öğle saatlerini biraz geçmişti, o videoyu hem kendi medyatekinden hem de genel internet ortamından kaldırdı.
- Videoyu kaldırmak kurumun sahiden kendi kararı mı yoksa Alman siyasi aktörlerinin bir dahili var mı?
Bu tamamıyla ZDF-Neo kanalının kendi kararı. Açıklamaları da şöyleydi: “Böyle bir yayın bizim yayın politikamıza ve kalite standartlarımıza aykırıdır.” O nedenle kendileri kaldırdılar. Bu tür yayınlarla ilgili son günlerde yaşadığımız tartışmalar aslında şunu gösteriyor. Genel anlamda halkın tepkisine baktığımızda, herkesin görüşünün ve etik anlayışının farklı olduğunu görüyoruz. Kimisi bu yayını kabul edilemez buluyor, kimi ise farklı düşünüyor.
- Peki, siz ne düşünüyorsunuz?
Ben şahsen böyle bir yayının gerçekleşmiş olmasından dolayı üzüntü duydum.
- Böhmermann’ın okuduğu şiirden mi, Extra 3'teki klipten mi bahsediyorsunuz?
Şiirle ilgili konuşuyorum ve şahsen duyduğum üzüntüyü açıklamak istiyorum. Bununla ilgili Almanceza kanunda birden fazla madde var. Suç duyurusunda da bulunuldu. Bu konu artık yargının elinde. Bundan sonraki süreçte mahkemeler karar verecek. Bu noktada bir büyükelçi olarak yargıya intikal eden bir konuda çok fazla şey söylemek istemiyorum.
- Kliple başladık, şiire geldik. Bu tartışmayı kendi adınıza siz nasıl deneyimlediniz?
Bir büyükelçi ve diplomat olarak böyle olaylar karşısında herhangi bir duyguya kapılmamak gerek. Burada kültürel farklardan bahsedebiliriz. Ve özellikle vurgulamak istiyorum. “Hangi kültür haklı, hangisi haksız” kısmında hiçbir değerlendirme yapmadan, yaşanan bu durumun hepimiz için ders çıkarılabilecek bir deneyim olduğunu düşünüyorum.
- Nasıl bir ders?
Kültürel hassasiyetlerin birbirinden ne kadar ayrı olabileceğini gördük. Bu, bize insan ilişkilerindeki temel kuralı hatırlatıyor. İnsanlar nereden gelirlerse, hangi alışkanlıklara sahip olurlarsa olsunlar, birbirlerine saygıyla yaklaşmaları gerekiyor. Kulağınıza belki çok diplomatik gelecek ama şu bir gerçek: Global dünyada bir ülkedeki iç mesele başka bir ülkenin iç meselesi haline dönüşebiliyor. Fakat bizlerin, Almanya ve Türkiye'nin arasındaki ilişki global dönemle sınırla değil, analog telefon döneminde bile aramızda önemli bir ilişki var. Aralarında yaklaşık 2 bin kilometre olan, bu coğrafi uzaklığa rağmen bu iki toplum arasında emsalsiz bir ilişki söz konusu. Almanya’da yaklaşık 3 milyon Türkiye kökenli insan yaşıyor. İki ülke arasındaki göç trafiğine baktığımızda yine 35 bin gibi bir rakam mevcut. Türkiye’den Almanya’ya gidenlerin sayısı 35 bin, Almanya'dan Türkiye'ye dönenlerin sayısı ise neredeyse 35 bin. Türkiye'deki birçok ailenin akrabası Almanya'da ve Almanya'dakilerin akrabaları da Türkiye'de. İki toplum arasındaki etkileşim çok yoğun. Almanya'da yaşayan Türk vatandaşları Türkiye'deki seçimlere katılabiliyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu, Sayın Demirtaş gibi Türkiye’nin önde gelen siyasileri Almanya'da seçim kampanyası yapabiliyorlar. Dünyada başka hiçbir yerde böyle bir şey göremezsiniz.
- Bunu, “Erdoğan’ın Alman gazetelerinin birinci sayfalarında olması normal” kısmına mı bağlayacaksınız?
Aynen. Aslında sorunuzu kısaca cevaplayabilecekken böyle uzun anlatarak cevaplamak istedim. Çünkü her okur, bu iki ülke arasındaki ilişkilerin bu denli yoğun olduğunu bilmeyebilir. Oysa tartışılan konu nedeni ile de bunu bilmek gerek. İki ülkenin iç politikası aslında birbirine çok yakın ve adeta iç içe geçmiş durumda.
- Üslup olarak benzer mi sizce?
Hayır. Türkiye ve Almanya'da birbirinden çok farklı bir siyasi kültür var. Bunun burada sayamayacağımız kadar çok nedeni var. Fakat en basit sebebi belki şu olabilir. Türkiye merkezi yönetimle idare edilen bir ülke. Bizde ise merkezi hükümetin dışında 16 eyalet var. Yani sadece Berlin’deki iktidar mevzubahis değil, Berlin'in dışında yönetim birimleri var. Bu nedenle de siyasi kültürümüz çok farklı.
- Söyleşinin başındaki konumuza dönerek soralım: Dündar ve Gül’ün duruşmasına katılmanızın ertesinde de Dışişleri Bakanlığı’na davet edildiniz. Ve...
Bu konunun bizimle bağlantılı olarak tekrar alevlenmesini ve bu konuyla ilgili tekrar bir tartışma ortamı yaratılmasını istemiyorum. Bu konuda Almanya’nın pozisyonu bellidir: “Uluslararası ilişkiler gereği diplomatlarımızın dışarıdaki ülkelerde görülen davaları izleme hakkı vardır.” Kendi katılımımla ilgili olarak da şunu söyleyeceğim. Biz ilgili makamlara resmi olarak katılacağımızı bildirdik. Oraya giderken yanıma telefonumu götürmedim. Hakim gizlilik kararı alır almaz duruşma salonunu terk ettim, dışarı çıktım. Medyada bu konuyla ve davayla ilgili hiçbir açıklama yapmadım. Hiçbir tweet atmadım. Bunun ötesinde bir açıklama yapmak istemiyorum.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “siz kimsiniz” sorusu üzerine ne hissettiniz?
Cumhurbaşkanlığı makamına duyduğumuz saygı gereği Cumhurbaşkanlığı’ndan gelen açıklamalara ilişkin herhangi bir yorum yapmamam gerekiyor. Biz Almanya’da da aynı şekilde Almanya Cumhurbaşkanı’nın yaptığı bir açıklamanın ya da yorumun ülkemizdeki yabancı büyükelçiler tarafından yorumlanmasını ve eleştirilmesini istemeyiz.
- 22 Nisan’da tutuklu akademisyenlerin duruşması var. Aynı anda Dündar ve Gül'ün duruşması da aynı adliyede görülüyor olacak. Büyükelçilerden çifte ziyaret söz konusu olabilir mi?
Biliyorsunuz, Can Dündar ve Erdem Gül hakkındaki davada gizlilik kararı verildi. Dolayısıyla bizim bizzat bu duruşmaya katılmamız mümkün olmayacak. Ama yoğun bir şekilde gelişmeleri takip etmeye devam edeceğiz elbette.
- Akademisyenlerin davası?
Bu duruşma tarihine henüz önümüzde 10 gün var. Bu konuyu kendi içimizde değerlendirmekteyiz ve açıkçası biz henüz nihai bir karar almış değiliz.
- Biz, derken?
Hem Almanya hem de Avrupa Birliği içindeki ülkeler olarak henüz bu konudaki fikir alışverişimizi tamamlamadık. Akademisyenlerin duruşmasına katılacak mıyız, katılacaksak ne şekilde katılacağız; henüz netlik kazanmadı.
- Teyidinize muhtaç sizinle ilgili bir kulis haberi: Dündar ve Gül duruşmasına katılmanızla ilgili olarak sadece selfie ile ilgili eleştiri aldığınız yansıdı. Doğru mu?
Diplomatik ilişkilerin gereği olarak bu tür görüşmelerin içeriğine dair bilgi vermemiz doğru değil. Görüşme içeriğine dair herhangi bir yorum yapmak istemiyorum. Bunu daha önce de söyledim.
- Teyide muhtaç bir kulis haberi daha: Dündar ve Gül’ün davasını izlemek için Bakanlığa başvurduğunuz doğru mu? Öyle ise bir cevap aldınız mı?
Yorum yok.
- Beyaz Saray’ı 90 yaşında bile izleyen merhum Helen Thomas ile yaptığımız bir söyleşiden alıntılıyoruz: “No comment de cevaptır...”
(Gülerek) Elbette öyle.
- Sığınmacı anlaşması eşliğinde Türkiye’den bir tartışmayla devam edelim. “Bu anlaşmayla Almanya ve AB, Türkiye’ye müzakere eden bir ülke gibi değil, üçüncü bir ülke gibi davranıyor. AB perspektifini kaybeden rejimi destekleyerek Almanya-Merkel bu altın vuruşla aslında Türkiye’nin müstakbel üyeliğini de sınır dışı ediyor.” Bu alıntıyı AB uzmanı Cengiz Aktar ile yaptığımız söyleşiden aldık. Aktar tek değil, Türkiye’de vize anlaşmasıyla ilgili böyle düşünen yorumcular var. Katılır mısınız?
Bu soruyu anlıyorum evet, cevabım ise şu: Çok saçma.
- Neden saçma?
Çünkü tam tersi bir durum söz konusu. Türkiye ile AB arasında varılan bu mülteci anlaşması aslında birçok konuyu içinde barındırıyor. Sadece vizenin liberalleşmesi değil, fasılların açılması, Türkiye’ye maddi destek sağlanması gibi konularla birlikte aslında Türkiye ile ilişkilerin ne kadar derin bir stratejik öneme sahip olduğunun bir göstergesi bu anlaşma. 28 AB ülkesi açısından bakıldığında da bu stratejik ilişki son derece önemli. AB ile Türkiye arasında yapılan 18 Mart tarihinde varılan mülteci anlaşması, masallar diyarına dönerek, AB ile Türkiye arasındaki ilişkiyi “uyuyan güzel” olarak değerlendirirsek bu anlaşma adeta bir hayat öpücüğü oldu. Süreci tekrar uyandıran bir öpücük. Çünkü son yıllarda Türkiye-AB ilişkileri epey uykuya dalmıştı. Ve özellikle son dönemde ortak sorunumuz haline gelen mülteci krizi, evet Almanya ve AB’yi etkileyen bir sorun ama bilhassa en önde Türkiye’yi etkileyen bir sorun.
Büyükelçi Erdmann ricamız üzerine rezidansın garajındaki motosikletini bizzat çıkarıyor. Ankara'da trafiğe çıktınız mı hiç, sorumuz üzerine “inşallah” diyor. Ve Almanca devam ediyor: “Ankara'ya geçen sonbaharda geldik, kışı geçirdik. Mevsim uygun değildi.”
- Hayat öpücüğü benzetmeniz eşliğinde soracağız: Burada iki eleştiri var. 1)Türkiye'deki kimi AB uzmanları, AB’nin Türkiye’deki hak ihlallerini görmezden gelerek AB’nin kendi normlarınasığınmacı anlaşması nedeniyle yüz çevirdiğini söylüyor. 2) Erdoğan ittifakı ile buna Merkel'inöncülük ettiği söyleniyor.
Bu tespiti birçok kez duydum. Az önce masallar diyarındaydık, bunun da bir masal olduğunu söyleyebilirim. Biz Türkiye’deki eksiklikleri elbette görüyoruz, bununla ilgili yorum yapıyoruz. AB İlerleme Raporu'nda zaten bunlar somut biçimde eleştiriliyor ve yer alıyor. Başbakan Davutoğlu, sayın AB Bakanı Volkan Bozkır da bu anlamda yaptığımız eleştirileri yakından biliyorlar. Şu anda Türkiye ile içinde bulunduğumuz durumda özellikle Türkiye-AB ilişkilerine baktığımızda elinize megafonu alıp, pazaryerine çıkıp Türkiye’deki eksiklikleri ve sıkıntıları sürekli gür bir sesle ortaya koymanın çok faydalı ve anlamlı olacağını düşünmüyoruz. Bu hiçbir tarafa fayda sağlamayacak şu aşamada. Özellikle Can Dündar ve Erdem Gül davasıyla ilgili olarak, basın, ifade, mizah, sanat özgürlüğü anlamında oldukça somut ve sakin biçimde tavrımızı ve pozisyonumuzu ortaya koyuyoruz. Bu konudaki eleştirilerimizi elbette yöneltiyoruz. Fakat bunu kapalı kapılar ardında yapıyoruz. Elimize megafonu alıp pazaryerine çıkıp bağırmıyoruz. Başkan Obama’nın söylediğini düşünün. Avrupa’daki liderler de aynı şekilde eleştiriyor. Brüksel’de yapılan zirve toplantılarında da bu gündem maddeleri ele alınıyor elbette.
- “Almanya ve AB Türkiye’ye müstakbel üye değil, üçüncü ülke muamelesi yapıyor” yorumu için değerlendirmeniz nedir?
Entelektüel olarak bu soruyu anlıyorum. Ama buna vereceğim cevap şu; yanlış. Bunu neden yanlış bulduğumu da kısaca açıklamak isterim. Türkiye’nin katılım süreci daha uzun yıllar devam edecektir diye düşünüyorum. Türkiye’nin rekabet politikası, tarım politikası vb. konular, AB müktesebatındaki standartlardan çok uzak. Türkiye günün birinde AB’nin tam üyesi olur mu olmaz mı, bu konuyla ilgili şu anda tartışma-yorum yapmak çok anlamlı değil. Çünkü içinde bulunduğumuz zaman diliminde Türkiye’nin hangi Avrupa Birliği'ne dahil olacağını şu anda biz de kestiremiyoruz. Mesela şunu bilemiyoruz. İleride Türkiye’nin üye olacağı dönemdeki AB, Büyük Britanya'nın dahil olduğu mu hariç olduğu bir AB mi olacak? Şu an yaşadığımız AB, bundan birkaç yıl sonra nasıl bir hal alacak? Şu anda bunları kestirmemiz mümkün değil. Hollanda’daki referanduma bakın. Bu işin AB boyutu. Tabii bir de Türkiye boyutu var. Birkaç yıl sonra bizi nasıl bir Türkiye bekliyor? Bilemiyoruz. Birkaç yıl sonra hangi AB’den, hangi Türkiye’den bahsediyor olacağız? Yeni fasılların açılması ve müzakerelere devam edilmesi önemli. Bu nedenle de aslolan süreçtir.
- Sizce ufukta nasıl bir Türkiye var?
Bu soru tamamen Türk toplumu tarafından belirlenmesi gereken bir meseledir. Bunun için de enstrümanlar var; seçimler. Seçimler vasıtasıyla Türk toplumu kendi geleceğini kendi belirleyecektir.
- Haziranda vize kalkacağı için bavulunu toplayanlar var…
Peki biyometrik pasaportlarını da ellerine aldılar mı? Biyometrik pasaport olmadan vizesiz seyahat edilmesi mümkün değil.
- Çok popüler, güncel bir soru: Türkiye için vize serbestisi bir oyalama mı yoksa gerçekleşecek mi?
Bir vize yol haritası var. 18 Mart tarihinde AB ile Türkiye arasında varılan anlaşmada geçen vize yol haritasına göre 72 kriterin yerine getirilmesi gerekiyor. Biyometrik pasaport, o 72 kriterden birini teşkil ediyor. Türkiye, nisan sonuna kadar bu kriterleri yerine getireceğiz, diyor. Biz de Avrupalılar olarak bu kriterlerin Türkiye tarafından layıkıyla yerine getirilip getirilmediğini kontrol edeceğiz. Dolayısıyla vize serbestisi gerçek bir tablo.
- AK Parti’ye muhalif, Türkiye'nin AB yolculuğunu destekleyen kimi isimlere göre, vize serbestisi olmayacak, kıyamet haziranda kopacak?
Vaat edilen vize serbestisi Brüksel’deki hayal fabrikasının bir ürünü değil kesinlikle.
- Ve bir diğer konu: Almanya Türkiye’deki temsilciliklerini uyararak 17 Mart 2016'da temsilcilikleri ve okullarını tatil etti. İstanbul Valiliği bunun üzerine, sansasyonel haberleri dikkate almayın, dedi. İki gün sonra İstiklal Caddesi’nde patlama oldu. Bu sürecin sizdeki karşılığı nedir?
Federal Hükümet ve Almanya’nın Türkiye Büyükelçisi olarak çalışanlarımızın, okullarımızın ve buradaki kurumlarımızın emniyetinden sorumluyuz. Bu sorumluluğumuzun gereği olarak zaman zaman emniyetin sağlanabilmesi için zor kararlar almamız gerekebiliyor. Bu tür kararları çok kolay almıyoruz elbette. Biliyoruz ki böyle bir karar alırsak adeta bir alarm etkisi olacaktır. Ve eğer böyle bir karar alıyorsak da bunun mutlaka bir nedeni vardır. Böyle bir kararı rastgele almayız.
- Ankara'da yaşayan İngiliz müzisyen James Taylor, “Charlie oldunuz, Ankara olacak mısınız” diye sormuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da zaman zaman Avrupalı liderlere, başınıza gelmeden anlamıyorsunuz, şiarıyla sitem ediyor. Bu tartışmaya nasıl bakıyorsunuz?
Maalesef son yıllarda Türkiye’de o kadar sık terör olayı yaşanıyor ki, Türkiye’deki terör olayları gündelik hayatın bir parçasıymış gibi algılanıyor. Sadece Güneydoğu'da değil, İstanbul'da ya da başka şehirlerde de yaşandığını görüyoruz. Batı Avrupa ise terör saldırılarını 70'li yıllarda yoğun olarak yaşamıştı, Avrupa son yıllardaki saldırılara kadar teröre uzaktı. Türkiye’de terör olayları çok sık yaşandığı için sanki gündelik hayatın parçası gibi algılanıyor.
- Erdoğan’ın sitemini haklı buluyor musunuz?
Evet, sadece semantik olarak bir ilavede bulunmak istiyorum. “Hepimiz Charlie Hebdo’yuz” sloganları dayanışmanın göstergesiydi. Brüksel’deki olayda böyle bir şeyi hatırlamıyorum. 10 yıl önceki Madrid ve Londra saldırılarında yine olmadı. Bu, Charlie Hebdo olayı ile gündeme gelen bir hareketti. Cumhurbaşkanı Erdoğan haklı, bunu söylemek gerek. Türkiye’deki terör olaylarına ilişkin olarak Avrupa’daki algı zayıf, çok önemsenmiyor gibi bir durum söz konusu. Fakat sekiz aydır burada görev yapıyorum ve bu sekiz ay içerisinde çok kez taziye mektubu iletmek durumunda kaldım. Olayların ardından Almanya Cumhurbaşkanı, Almanya Başbakanı, Almanya Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı ve birçok bakan buradaki mevkidaşına taziye mektubu gönderdi. Ankara Garı’ndaki, İstanbul Sultanahmet’teki-İstiklal’deki, yine Ankara’daki askerlere yönelik saldırıdan sonra, hepsi Alman medyasında da gündeme damgasını vurdu. Fakat ne yazık ki Güneydoğu'daki olaylar Alman medyasında çok fazla yer almıyor.