IŞİD’le mücadelede ABD’nin oluşturduğu çekirdek koalisyonda yer alan Almanya’nın Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, “Bağdat’ta, halkın içindeki tüm grupları içine alan ve Sünni aşiretlerle siyasi dayanışmaya girerek IŞİD’in beslendiği zemini ayaklarının altından çekecek, fiili ehliyete sahip yeni bir Irak hükümetinin kurulması gerektiğini” söyledi.
Bölge ülkeleri arasında ve onlarla birlikte IŞİD tehdidine karşı ortak hareket etme uzlaşısı hedefleyen yoğun diplomasi yürütülmesi gerektiğini ifade eden Steinmeier, “İslam Devleti’nin propagandacıları ile ideologlarının, barbarlıklarını dini açıdan meşru gösterme iddialarının salt kinizm olduğunun anlaşılarak çürütülmesi için, İslam dünyasının tüm otoriteleri onlarla aralarına açıkça mesafe koymalı” dedi.
Steinmeier, IŞİD’le mücadelede dördüncü faktörün de “örgüte katılımın ve para akışının güçleştirilmesi ve engellenmesi için kararlılıkla alınacak önlemler” olduğunu söyledi.
Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, Milliyet için bir makale kaleme alarak ülkesinin İslam Devleti örgütüne yönelik politikasını Milliyet gazetesine anlattı.
Steinmeier’in Milliyet gazetesinin bugünkü (9 Eylül 2014) nüshasında yayımlanan ‘IŞİD’i durdurmak için insani yardım yetmez’ başlıklı yazısı şöyle:
“İslam Devleti” örgütüne bağlı terörist gruplar görülmemiş bir vahşet ile ilerliyor. Yollarında kendilerine karşı çıkan herkesi öldürüyor, yerinden ediyor ve hakimiyet kurdukları bölgelerde kendilerinden farklı düşünenleri aşağılıyorlar. Radikal ideolojilerine boyun eğmek istemeyen Ezidiler ile Hıristiyanların yanı sıra Müslümanlar da hayatlarını kurtarmak için her şeylerini geride bırakıp kaçmak zorunda kalıyor. IŞİD artık şehirleri, petrol kaynakları, barajları ve havaalanlarıyla, beş milyon insanın yaşadığı bir alanı kontrolüne geçirmiş durumda. Avrupa’dan da sayıları artarak bu teröristlerin safında yer alan insanların olması tedirginlik yaratıyor.
Eline geçirdiği modern silah sistemleri ve önemli mali kaynaklarla IŞİD, Irak Kürdistan bölgesi, Irak devletinin işleyişi ve hatta, zaten krizlerle sarsılmış Ortadoğu’nun tüm düzeni için hayati bir tehdit haline geldi.
ABD’nin kararlı müdahalesi olmasaydı, IŞİD’in son ilerleyişinin yeterli donanıma sahip olmayan Kürt güvenlik güçlerince durdurulması pek mümkün olmayacaktı.
Dramatik bir hal alan bu durumda, Almanya Federal Hükümeti, ülkelerini bırakıp kaçan zor durumdaki insanlara gıda, battaniye, çadır ve Jeneratör gibi insani yardıma ilaveten, silah ve askeri teçhizat ile de bölgesel Kürt hükümetini IŞİD’e karşı mücadelesinde desteklemeye karar verdi. Bu karar Almanya’da yoğun tartışmalara sebep oldu. Hatta bunu Almanya‘nın dış politikasında bir temel değişikliğin göstergesi olarak görenler var.
Ben bu değerlendirmeye katılmıyorum. Doğrusu şudur: Almanya uluslararası alanda üzerine düşen sorumluluğu üstlenmekte ve bunu sadece IŞİD ile mücadelede değil, Yakın ve Ortadoğu’da, Afganistan‘da, Afrika’da da yapmaktadır. Avrupa içinde eşgüdüm sağlayarak, özellikle doğrudan komşu bölgemizde, Rusya ve Ukrayna arasındaki fazlasıyla tehlikeli krize de angaje oluyoruz. Sorumluluğumuz her zaman somut olup, barışçı ve adil bir uluslararası düzenin temel ilkelerinin ne derece tehdit altında olduğuna, kendi çıkarlarımızın ne derece etkilendiğine ve en yakın partner ve müttefiklerimizin ne derece bu tehdide maruz kaldığına bağlı olarak şekillenir.
Askeri müdahaleler konusundaki şüphelerimiz ve silah ihracatını kısıtlayıcı yaklaşımımız, Almanların kolektif bilincinde yerleşik geçerli politik gerekçelere dayanır. Askeri alanda sakınganlık kuralı dahil olmak üzere, dış politika ilkelerimizde herhangi bir paradigma değişimi yoktur! Ancak, kendi güvenliğimiz ve çıkarlarımız açısından da, gerçek tehlike ve tehditler karşısında sadece ilkeler üzerine konuşmakla yetinmemeli, hele bunların ardına hiç saklanmamalıyız. Riskleri ve ikilemleri görerek, harekete geçip geçmemeye tüm çelişkilerin bilincinde, değer ve çıkarlarımızın ışığında, azami titizlikle ve Avrupa‘daki, Atlantik ötesindeki ve bölgesel partnerlerimizle sıkı eşgüdüm içerisinde karar veriyoruz.
Bir yerde toplu katliam tehdidi varsa, devletlerin ve bütün bir bölgenin istikrarı ve düzeni tehlikeye girmişse, askeri olarak desteklenmeyen siyasi çözümlerin başarı şansı görünmüyorsa, hiçbir şey yapmamaya karşın angaje olmanın getireceği riskleri dürüstçe tartarak değerlendirmeye hazır olmalıyız. Örneğin, bu şekilde Almanya’nın 1999’da Kosova’da ve 2001’de Afganistan’daki uluslararası askeri müdahalelere katılımına karar verdik. Ve Almanya halen geçerli nedenlerden dolayı 2003 yılında Irak’a yapılan askeri müdahaleye karşı oldu.
“İslam Devleti”ne karşı angaje olmamız silah göndermekle başlayıp bununla bitmiyor. IŞİD ile ne sadece insani yardımlarla ne de askeri önlemlerle başa çıkılabilir. Bu terör örgütüne sistematik şekilde karşı durabilmek için, uluslararası topluluk içinde daha geniş kapsamlı ve isabetli bir siyasi strateji geliştirmeliyiz. Ben bunun için öncelikle dört unsuru önemsiyorum: Bağdat’ta, halkın içindeki tüm grupları içine alan ve Sünni aşiretlerle siyasi dayanışmaya girerek IŞİD’in beslendiği zemini ayaklarının altından çekecek, fiili ehliyete sahip yeni bir Irak hükümeti. Bölge ülkeleri arasında ve onlarla birlikte IŞİD tehdidine karşı ortak hareket etme uzlaşısı hedefleyen yoğun diplomasi. “İslam Devleti”nin propagandacıları ile ideologlarının, barbarlıklarını dini açıdan meşru gösterme iddialarının salt kinizm olduğunun anlaşılarak çürütülmesi için, İslam dünyasının tüm otoritelerinin onlarla aralarına açıkça mesafe koyması. Dördüncü olarak da, örgüte katılımın ve para akışının güçleştirilmesi ve engellenmesi için kararlılıkla alınacak önlemler.
Almanya ve Avrupa’daki insanların pek çoğu, Mağrib’den Ortadoğu’ya uzanan kriz eğrisi üzerinde, ama Avrupa’nın doğusunda da, sanki dünya yerinden oynuyormuş hissine kapılıyor. Krizler ve çatışmalar giderek yakınımıza geliyor ve Avrupa’nın komşularında 25 yıldır tabii saydığımız gerçeklikler de artık geçerliliğini yitiriyor.
En fazla insani yardımla destek vererek, kendimizi kargaşa içine düşen bir dünyadan kolayca tecrit edebiliriz gibi bir hayale kapılmamalıyız. Refahımız ve güvenliğimiz, tüm dünya ile aramızdaki benzersiz politik ve ekonomik ağa bağlı. Nerede bir düzen çökerse, hele bir de Avrupa’nın dış sınırlarına yakın bir yerdeyse, bundan biz de etkileniriz.
Bu nedenle soğukkanlılıkla kendimize şu soruyu sormalıyız: Ne yapabiliriz ve ne yapmalıyız? Burada her zaman olanaklarımızın sınırlılığının da bilincinde olmalıyız: Almanya Avrupa Birliği’nin en büyük ülkesi ise de, siyasi istikrara ve ekonomik güce sahip olsa da, ancak başkalarıyla işbirliği halinde çatışmaların çözümüne yapabileceğimiz siyasi, insani ve askeri katkıların bir ağırlığı ve etkisi olur. Avrupa’daki ve Atlantik ötesindeki partnerlerimizle ortak hareket etmek her zaman Alman dış politikasının ana dayanağıdır ve öyle kalmaya devam edecektir.
( * Sokrates’in öğrencisi olan Antisthenes, kinizm olarak adlandırılan öğretisinde mutluluğa ancak erdemle ulaşılacağını ve bu erdemin de dünyevi hazları yadsımakla mümkün olabileceğini savunmuştur.)