Almanya'da aşırı sağ tehlikesi

Almanya'da aşırı sağ tehlikesi

Avrupa’ya akın eden sığınmacıların öncelikli hedef ülkesi Almanya. Özellikle Balkan güzergâhından gelen sığınmacıların önemli bölümü, Almanya’ya ulaşmaya çalışıyor. Alman siyasetçiler ise ülkeye gelen sığınmacılar konusundaki sorunlara çözüm arayışı içinde. Bir yandan barınma, bakım ve entegrasyon konusunda alınması gereken önlemler var, diğer yandan ise toplumda sığınmacı karşıtı kesimler ile mücadele gerekiyor. Sığınmacı krizi Almanya'nın birleşmeden bu yana karşı karşıya olduğu en önemli sınav. Siyasi gözlemciler, son hafta ve aylarda ülkeye gelen sığınmacı sayısındaki hızlı artışa bağlı olarak toplumun kırılmalara gebe olduğuna dikkat çekiyor.

Berlin’de bulunan Ampirik Uyum ve Göç Araştırma Enstitüsü’nün direktörü Profesör Wolfgang Kaschuba, sığınmacı politikalarına karşı olanlar arasında kontrolü mümkün olmayan bir oluşumun söz konusu olabileceği uyarısında bulunuyor:

“Siyaset, medya ve bilim dünyası bu oluşuma karşı daha enerjik bir şekilde hareket etmediği takdirde, tehlikeli bir karışım mayalanmakta. Zira başta aşırı sağcılar olmak üzere toplumdaki belli gruplaşmalar, yayılmakta olan korkudan istifade etmeye çalışıyor. Şu anda bu korkunun tecrübeye dayanan bir temeli yok. Almanya'da sığınmacılar ve mülteciler yüzünden bugüne kadar kimse evini veya işini kaybetmedi, kimsenin bir yakını yaralanmadı. Tümü birer projeksiyon ve önyargı. Eğer bu önyargılar ile daha kararlı mücadele etmezsek, ciddi bir sorunla karşılaşacağız. Zira bu çok öngörülebilir bir döngü. Korku üzerinden oluşan gruplar, durumun aciliyet taşıdığı iddiasıyla sözde savunmaya geçmek için saldırgan bir tavır izleyebilirler.”

Profesör Kaschuba, sığınmacı karşıtlarını sosyolojik olarak iki gruba ayırmanın mümkün olacağını söylüyor. Sayıca küçük olan grubun, sağcı popülistlerle işbirliği yapan ve açık bir şekilde aşırı sağcı olan kesimlerden oluştuğunu, bu çevrelerde sık sık organize suç öğelerine rastlandığını belirten uyum ve göç uzmanı, bu öğeleri kundaklama, tehdit, mala zarar verme olarak sıralıyor.

Mülteci yurtlarına ve mültecilere yardım edenlere yönelik saldırıların yanı sıra farklı düşünen, farklı görünüşte insanları yaşamak istedikleri yerin seçiminde engellemeye çalışmanın da birer suç olduğunu hatırlatıyor.

İkinci grubun sayıca daha büyük olduğunu kaydeden Profesör Kaschuba, bu gruptakilerin medyadan ve ilk gruptakilerin söylemlerinden etkilenerek sempatizan ve taraftar konumunda olduğunu söylüyor. Uzmanın, sığınmacı alınmasına kayıtsız şartsız karşı çıkanlarla diyalog olasılığı konusundaki saptaması ise şöyle:

“Pegida örneğinde olduğu gibi diyaloğu sistematik olarak reddedenlerin bir yıl önceki gibi olanlardan habersiz ve aslında masum olduğunu söylemek mümkün değil artık. Diyalog istemedikleri için de konuşmak imkansız. ‘Farklı görüşlere sahibiz’ demek yerine ‘Sadece bizim fikrimiz mühim, diğerlerini de duymak istemiyoruz’ demek çok köktenci bir tutum. Bu görüşleri savunanların arkasına Fareli Köyün Kavalcısı’ndaki gibi takılıp gidenlerin, bunun sonuçlarına, siyasi ve hukuki sonuçlarına katlanması gerek. Pegida’nın kuruluşundan bir yıl sonra hâlâ bu harekete kararlılıkla karşı çıkmayan eyalet düzeyindeki ve yerel politikacılara anlayış gösteremem. Bazı bölgelerde bu ayak takımının atmosferi belirlediği gayet açık ve bu böyle olamaz.”

Köln Belediye Başkanı olarak seçilen Henriette Reker’in seçimden bir gün önce bir pazar yerinde seçim çalışması yürütürken bıçaklı saldırıya uğraması ve ciddi bir şekilde yaralanması, sığınmacı krizi nedeniyle Alman toplumunun bir kesiminde giderek radikalleşen bir tutumun ulaştığı geçici bir doruk noktası olarak gösteriliyor. Reker, sığınmacılar alanında çalışmalarıyla bilinen, mülteci dostu bir isim ve saldırgan polise verdiği ilk ifadede, saldırıyı yabancı düşmanı nedenlerden ötürü işlediğini söyledi.

Radikal akımların giderek güçlendiğine dikkat çeken uyum ve göç uzmanı Profesör Kaschuba, “Olaylar kontrolden çıkıyor mu?” sorusuna şu yanıtı veriyor:

“Hiçbir zaman her şey kontrol altında değildi ki. Son 20 yılda, ve daha da önce aşırı sağcı çevrelerden şiddetin var olduğunu unutmamalıyız. Ama uzun bir süre görmezden geldik bunu. Bu süre zarfında belli bir yapılanma oldu. Almanya’da siyasetin sağ gözünün hâlâ kör olduğunu, sağ kaynaklı suçları görmediğini açıkça söylemek zorundayız. Almanya’daki bu karanlık şiddetin kurbanlarının sayısı hiçbir zaman tam olarak saptanamadı ama yüzlerle ifade edilmesi gerektiğini biliyoruz artık. Tüm olanlara çok uzun bir süre göz yumduk. İnsanlar bu söylemlerin peşinden gittiği zaman, bu ruh halinin ne kadar saldırgan bir nitelik kazanabildiğini görüyoruz şimdi. Ama belki Saksonya'daki birkaç ufak yerleşim yeri dışında hiçbir yerde çoğunluk bu tür görüşleri paylaşmıyor. Fakat çoğunluk görüşleri için sokağa da dökülmüyor ve sesi yüksek çıkan bu azınlıklar kısmen sokaklara hakim oluyor. İşte bunun değişmesi gerek.”