Deniz YücelAlmanya’da yaşayan Türkler, garajlarda, arka bahçelerde, bina altlarında sakladıkları küçük, izbe camileri ülkenin büyük meydanlarına çıkarıyor. Genç kuşak gurbetçilerin hedefi, görkemli ibadet yerleri inşa etmek. Tıpkı, Duisburg kentinde 11 milyon Euro’ya mal olan Merkez Camii gibi. Duisburg Camii Derneği Başkanı Mehmet Özay, “Bu cami, bizim Almanya’da kalıcı olduğumuzun bir göstergesidir” diyor Celalettin Kesim öldüğünde 36 yaşındaydı. Kesim, 5 Ocak 1980’de Berlin Kreuzberg’de, sol görüşlü arkadaşlarıyla bildiri dağıtırken, sayıları 50’yi bulan İslamcı ve ülkücünün bıçaklı saldırısına uğradı ve kan kaybından öldü. Saldırganlar, olaydan sonra o dönemde Berlin Milli Görüş Teşkilatı ismini taşıyan Mevlânâ Camii’ne sığındı. Göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı Kreuzberg’de Türklerin arasında çıkan bir kanlı çatışmanın haberi, çoğu Alman için önemsizdi. Nerdeyse 30 yıl önce yaşanmış bu olayı anımsamak, o günlerden Ren Westfalya Eyaleti’nin eski maden kenti Duisburg’da, Almanya’nın en büyük camisi olan Merkez Camii’nin açıldığı bugüne kadar alınan yolu göz önüne sermek için anlamlı. Bugün, benzeri bir olayın Alman kamuoyunda ne kadar büyük bir yankı yaratacağını, söz konusu cami için hangi sonuçlara yol açacağını hayal etmek zor değil. Zor olan, Almanya’da herhangi bir büyük caminin böylesi bir olaya karışmasını hayal etmek. Çünkü bu 30 yıl içinde sadece Almanların göçmenlere bakışı değişmedi, bu arada göçmenler de değişti. Göçmenler, bu ülkede kalıcı olduklarını, buradan artık hiçbir yere gitmeyeceklerini kavradılar. Tıpkı Duisburg Camii Derneği Başkanı Mehmet Özay açılış konuşmasında dediği gibi: “Bu cami, bizim Almanya’da kalıcı olduğumuzun bir göstergesidir.” Artık hem Duisburg Merkez Camii’ni yapan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) hem de diğer Müslüman oluşumlarda yer alan, Almanya’da yetişmiş yeni nesil, babalarından devraldıkları camileri geçici mekânlardan, arka avlulardan, fabrika katlarından, garajlardan çıkarıyor. Yeni neslin hedefi, görkemli camiler inşa etmek. Yöneticiler de değiştiŞu an Almanya’da 2 bin 500 civarında cami derneği bulunuyor; 200’ü minare ve kubbesi olan camilere sahip. 30 cami de planlama veya inşaat aşamasında. Bu derneklerin başında 20 yıl öncesinin cübbeli, sakallı ve öfkeli adamlarca yönetilen Milli Görüş Teşkilatı’nın başında olanlardan daha farklı insanlar var. Bunlar genç, Almanya’da yetişmiş, eğitimli, kendilerini belagatli ve aydınca ifade edebilen kişiler. Elbette bu kadroların, camilerin temsilcileri olmaları, o camileri gerçekten temsil ettikleri anlamına gelmiyor. Ama varlar ve sayıları artıyor. 30 yıldaki değişim ikinci etkeni daha basit: Erk ve etkiye sahip olmak, toplumsal kabul görmek, ılımlaşma. Bir şeyleri eline geçiren insan, elindekini kaybetme korkusu nedeniyle, sağına soluna aldırış etmeden hareket etmez. Müslüman kuruluşlarının da elleri artık boş değil. ‘İslam Zirvesi’ isimli konferanslar düzenleyen bu kuruluşlar, Alman İçişleri Bakanlığı tarafından da artık muhatap alınıyor. Kuruluşlar şimdiye kadar sahip olduklarından daha fazlasını hedefliyor. Görkemli camiler yapmak, okullarda din dersi verilmesi ve uzun vadede kiliselerin sahip oldu statülere kavuşmak Müslüman kuruluşların hedefleri arasında. Değişimin üçüncü etkeni kamusal baskı. 11 Eylül’den sonra Müslümanlar, kendilerini açıklamak zorunda kaldılar; İslam’a karşı oluşan güvensizlik önyargısına karşı savunmaya geçtiler. Ama 11 Eylül, bir taraftan da Müslümanların kendilerini sorgulamalarına ve ne istediklerini üzerine anlaşmaya varmalarına neden oldu. Örneğin Almanya Müslümanları Merkez Konseyi Genel Sekreteri, “Bu ülkenin eşit haklara sahip olan vatandaşları olmak istiyoruz ve biz, Avrupa kimlikli bir İslam yaratmak üzeriyiz” diyor. Keza, DİTİB’den yöneticiler de ‘uyuma’ katkıda bulunmayı amaçladıklarını, ‘Almanya Anayasası ile genel ve federal kanunlara titizlikle riayet’ ettiklerini dillerinden düşürmüyorlar. Tabii ki bu, her caminin derdi değil. Örneğin Kreuzberg’te bulunan Ertuğrul-Gazi Camii’nin ve ona bağlı spor okulu (Kick-Boxen Full Contact) gibi yerlerin derdi farklı. Bu tür aşırı akımların, arka avlularda çürümelerini dilemek yetmiyor. Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) ve muhafazakâr kesim, Müslümanlara bugüne kadar yapılanlardan daha farklı teklifler yapılması gerektiğini kabul ediyor. Duisburg’daki Merkez Camii’nin, 6 bin kişinin katıldığı açılış törenine gelen CDU’lu Eyalet Başbakanı Jürgen Rüttgers, burada yaptığı konuşmada “Camilerin artık arka avlulardan daha göz önündeki binalara taşınması gerektiğini” bu nedenle söyledi. İlginçtir, DİTİB’in Köln’deki cami projesi büyük tartışmalara, hatta sadece cami karşıtı propagandayla Köln Belediye Meclisi’ne girmeye beceren aşırı bir sağ partinin doğumuna sebep olurken, yine aynı eyalete bulunan Duisburg’da cami ciddi protestolar olmaksızın açıldı. Bunun nedeni Duisburg’un daha hoşgörülü bir kent olması değil, tarafların tecrübeli olması. 1990’ların başında Milli Görüş, Duisburg’un Laar semtinde, dışarı ezan yayını yapacak bir camii yapmak istediğinde büyük tartışma çıkmıştı. Bu deneyimden sonra, DİTİB, Merkez Camii yapımı daha başlamadan ilçe siyasetçileriyle şehir halkını sürece kattı. Camiden ezan yayını yapılacağı yönündeki uç iddiaların ortaya atılmasını da önledi. Peki, camilerin kamusal alanda etkileri ne? 1995’ten bu yana Almanya’nın en büyük camisini barındıran Mannheim’ın Jungbusch semtinde sosyal danışmanlık yapan Michael Scheuermann soruyu şöyle yanıtlıyor: “İlişkimiz yoğunlaştı, cami ise şeffaflaştı.” Alevilerin itirazıCamiye gitmekle araları pek olmayan ‘Almancılar’ dahi, camilerin arka avlulardan çıkmasını ilkede doğru buluyorlar. Alevi Kültür Merkezi’nde çalışan Nurettin Korkmaz, “Meşru bir haklarını kullanıyorlar. Ayrıca, arka avlularda öğretilen İslam hoşgörülü değil” diyor. Korkmaz’ın camiyle farklı bir sorunu var: “Camilere Yavuz Selim gibi on binlerce Alevi’yi katletmiş bir padişahın ismini vermek, asla kabul edeceğimiz bir şey değil. Maalesef DİTİB bu yöndeki yaralarımızı dikkate almadı.” Bu tespitle aslında ‘camilerin semiyolojisi’ boyutuna geçiyoruz. Örneğin Berlin-Neukölln’deki Şehitlik Camii’nde yaşanan “Minareler ne kadar uzun olsun?” şeklinde, Freud’cuları eğlendiren, ama gereksiz ve absürt tartışmalar değil burada konu. Sorun, camilerden kullanılan biçim dili, mimari tasarımın kendisi. Almanya’da inşa edilen çoğu cami, şu dört ilke esas alınarak yapılıyor sanki: 1) Büyük olsun 2) İşlevsel olsun 3) Ucuz olsun 4) Birazcık da Osmanlı esintileri taşısın. Almanya’da 51 cami ‘Fatih’ ismini taşıyor. Bunun dışında 23 tane Selimiye, dokuz tane Eyüp Sultan Camii var. Köln’de yapılması planlanan yeni cami ise mimari tarz açısından Almanya’daki diğer camilerden ayrılıyor. Caminin yapımı için başlatılan mimari yarışmayı, ünlü kilise mimari Paul Böhm kazandı. Projesini çizdiği caminin modern tasarımı, özgün bir estetik öneriyor. Ama görünen o ki, DİTİB bu caminin dış tasarımında gösterdiği cesareti sürdüremeyecek. Çünkü DİTİB, caminin içini Paul Böhm’ı değil, Türkiyeli iç mimar Volkan Altınkaya’ya yaptıracak.