Fulya Canşen -T24Yeşiller Partisi Eş Başkanı Claudia Roth, aşırı sağcıların işlediği seri cinayetlerin Almanya’ya getirdiği zararın beklenenden büyük olduğu görüşünde. Cinayetler aydınlanana, aşırı sağ kontrol atına alınana kadar Almanya demokrasi havarisi olamayacak. En azından Türkler için. Euro krizi Almanya’da aşırı sağcı teröristlerin işlediği seri cinayetleri gündemin gerisine itti. Son bir hafta içinde Zwickau Terör Ağı ile ilişkisi olduğu sanılan birkaç kişi gözaltına alındı, Alman Birinci Kanalı ARD konuyla ilgili bir belgesel yayınladı, muhalefet, iktidarı aşırı sağcı parti NPD’nin kapatılmasını geciktirmekle suçladı, federal ve eyalet içişleri bakanları NPD’yi nasıl yasaklarız diye düşündü, Alman gizli servisi için NPD’de ajanlık yapan 130 kişinin aşırı sağcı Zwickau terör örgütünün seri cinayetleri işlediğinden nedense hiç şüphe duymadığı tespit edildi ve bu 130 köstebeğin NPD’nin yasaklanmasına hala engel teşkil ettiği kanaatine varıldı. Ha bir de seri cinayet kurbanları için yapılacak resmi törenin tarihine karar verildi. Hepsi bu kadar. Kendisi ile ntvmsnbc için yaptığım röportajda Alman Yeşiller Partisi Eş Başkanı Claudia Roth, Almanya’da polisin, savcılığın ve anayasayı koruma dairelerinin reforma ihtiyacı olduğunun altını birkaç kez çizdi. NPD’nin yasaklanmasından yana olan Roth, geçen haftalarda yapılan Yeşiller Genel Kurulu’ndaki konuşmasında da bunu dile getirmiş ve açıkça, “bilgi aldığınız bu kişiler güvenlik görevlisi değil, aşırı sağcı ve terörist” demişti. Anlaşılan o ki, Almanya aşırı sağ ile mücadelede yine kaplumbağa adımlarıyla ilerleyecek. Demokrasi inancı sarsıldı Oysa durum gerçekten vahim. Çünkü seri cinayetler, Almanya’nın kökeni ne olursa olsun toprakları içinde yaşayan, çalışan, vergi veren vatandaşları koruyamadığını gösterdi. Sekizi Türk dokuz göçmenin yerine pekala kara kafalı olan herkes aşırı sağcı terörün hedefi olabilirdi. Alman pasaportu olsun olmasın, Almanya’ya uyum sağlasın sağlamasın. Hatta onuncu kurbana bakılacak olursa Alman olması bile teröristlerin öldürme arzusunu engellememiş. Bence Claudia Roth’un röportaj sırasında yaptığı bir tespit çok önemli. Seri cinayetlerin Almanya’ya verdiği zararın boyutlarının göründüğünden daha büyük olduğunu savunan Roth, “Demokrasiye olan inancımız temelinden sarsıldı” diyor. Evet sarsıldı. Ama kimin için sarsıldı? Almanya’da yaşayan ve aşırı sağcıların hedefinde olabilecek yabancı kökenliler ve sadece kendine demokrat olmamayı başaran ya da Yeşillerin eş başkanı Roth gibi bu terör eylemi karşısında kendini çaresiz hisseden bir avuç Alman azınlık için. Bizden değil, öteki Bunu anlatmak amacıyla bir takım istatistikler vermeye hiç gerek yok. Medyanın diline bakmak yeterli. Seri cinayetler ortaya çıktığından bu yana Alman medyası bunu “döner cinayetleri” olarak anıyor. Ölen on kişiden biri Yunan, biri de Alman kadın polis olmasına rağmen. İşin ilginç tarafı ben de dahil olmak üzere Almanya’da çalışan Türk gazeteciler de aynı kavramı kullanmaktan çekinmedi. Beni sarsan da aşırı sağcıların cinayetleri sistematik bir biçimde işlenmiş ve gizleyebilmiş olmasının yanı sıra biz Türkiyelilerin de Alman ön yargılarına sahip olması ve aşırı sağdan şüphe duymamış olmasıydı. Öte yandan “Döner cinayetleri” kavramı, cinayete kurban gidenleri genelleştirmekten başka bir işe yaramıyor. Oysa kurbanlardan biri çiçekçi, biri manav, biri internet cafe sahibi biri ise terziydi. Cinayetleri aydınlatmak için kurulan özel time de SOKO-Bosporus dendi. Hem “Döner cinayetleri” hem de SOKO-Bosporus kamuoyunda pekala, bu melun olayın kaynağının Almanya değil, uzakta bir ülke Türkiye olduğu izlenimi veriyor. Yani Türkler, bizden olmayanlar, sahiplenmesi gerekmeyen ötekiler… 50 yıllık hata Ve ne acıdır ki, dile yansıyan bu ayrımcılık konusunda kamuoyunu ilk uyandıransa Almanya’daki Yahudi Cemaati oldu. Olayın ortaya çıkmasının ardından da bu ayrıştırıcı tutum değişmedi. On kişiyi soğukkanlılıkla katleden aşırı sağcılar için, bir saksafon ya da keman üçlüsünü anlatır gibi Nazi-Trio denmesi ve Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu RAF’in eylemleriyle karşılaştırılması da elmalarla armutları karıştırmaktan başka bir işe yaramadı. Oysa Alman istihbaratı solcu ya da dinci gruplara karşı gösterdiği duyarlılığı aşırı sağa karşı göstermiş olsaydı, cinayetlerin en azından birkaçını önlemiş olabilirdi. Aslında kamuoyuna yansıdığı gibi, seri cinayetler sadece Alman istihbaratının değil, Alman siyasetinin de göç ve güvenlik konusunda iflas ettiğinin göstergesi. Claudia Roth da bu görüşü paylaşıyor. “Almanya’da işçi göçü anlaşmasının imzalanmasından bu yana pek çok hata yapıldı. Aslında her şey gelenleri “gastarbeiter-konuk işçi” olarak görmek ve Almanya’ya entegre olmaları için hiçbir önlem almamakla başladı” diyen Roth, bugüne kadar yürütülen politikaların birleştirici olmadığı aksine toplumlar arasına barikatlar kurduğunu söylüyor. Kim suçlu, kim sorumlu? Kendisiyle yaptığım röportajda Claudia Roth, çifte vatandaşlığa karşı imza kampanyası, göçmen karşıtı seçim propagandaları gibi yöntemler kullanan muhafazakarları suçluyor ama Sosyal Demokrat Yeşiller hükümeti döneminde göçmenleri zorlayan pek çok yasal değişiklik yapıldığını, hatta SPD’li İçişleri Bakanı Otto Schily’nin hazırladığı Müslümanları yıldıran güvenlik paketleri ile Şerif unvanını aldığını anımsatmakta yarar var. Müslüman karşıtı ve ırkçı söylemleri nedeniyle Merkez Bankası yönetim kurulu üyeliğinden istifa etmek zorunda kalan Thilo Sarazzin’in sosyal demokrat olduğunu da unutmayalım. Asıl unutulmaması gerekense Sarazzin’in göçmenleri hedef göstererek yazdığı “Almanya kendini yok ediyor” adlı kitabının ikinci dünya savaşından sonra Almanya’da en çok satan kitap olduğu. Almanya artık bir Türk olarak yaşanılası bir ülke olmaktan çıkıyor. Yeşiller Partisi’nin eş başkanı Claudia Roth haklı, vatandaşlarını korumayı beceremeyen bu ülkede seri cinayetlerden sonra demokrasi temelden sarsıldı. Ve bundan sonra Almanya Türkiye için demokrasi havarisi olamayacak. En azından Muhafazakar Başbakan Angela Merkel, ülkesinde elli yıldır yaşayan göçmenlerin de başbakanı olduğunu ispatlayana kadar.