Alper Görmüş: Ahmet Şık'ın da hakkını korumak için yazdım

Alper Görmüş: Ahmet Şık'ın da hakkını korumak için yazdım

T24- Yazar Alper Görmüş, Nokta dergisinde yayımlanan Darbe Günlükleri'ni Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık'ın değil, kendisinin yazdığını köşesine taşımasının ardından gelen tepkilere cevap verdi. Görmüş, "o yazıyı sadece kendi hakkımı ve onurumu korumak için yazmadım; hakikatin hakkını korumak için de, Ahmet’in hakkını korumak için de yazdım" dedi.  Görmüş, darbe günlükleriyle ilgili yazısını "Ahmet Şık düşündüğünüz gibi bir gazeteci değil" mesajına dayanak yapmaya çalışan Zaman gazetesini de, "Ayıp oluyor" diye tepki gösteren meslektaşı Ragıp Duran'ı da eleştirirken, "Al solcuyu vur muhafazakâra" ifadesini kullandı. Görmüş, "mahcup" bir savunma yaptığı görüşüyle kendisine sitem eden Ahmet Şık'a da, kendi ölçüleri dikkate alındığında kullandığı ifadelerin "mahcup savunma" sayılamayacağı mesajını gönderdi.

Alper Görmüş'ün 'Darbe Günlüklerini Ahmet Şık yazmadı' yazısını okumak için tıklayın Görmüş'in Taraf gazetesindeki Medyaironik köşesinde yayımlanan (11 Mart 2011) yazısı şöyle:

Darbe Günlükleri: Tepkiler...

29 Mart 2007’de Nokta dergisinde yayımlanan Darbe Günlükleri’nin Ahmet Şık imzalı bir haber olduğuna dair bir gün birdenbire ortaya çıkan haber ve yorumları eleştirdiğim yazıma (Taraf, 8 mart) gelen tepkilerle ilgili birkaç şey söylemek ve bu faslı artık kapatmak istiyorum.

O yazıda söz ettiğim gibi, bu haber ve yorumlar, okurların “herhalde bir yanlış anlama var” deyip geçmelerini engelleyecek kadar yoğun ve yaygındı. Bu tablo karşısında okurların hakkımda ne düşüneceğine dair tahminimi de aktarmıştım:

“Dört yıl boyunca Darbe Günlükleri’yle ilgili olarak yazdığınız yazılarda, verdiğiniz söyleşilerde Ahmet Şık’ın adını bir kez bile andığınızı hatırlamıyoruz... Doğrusu, bugünlerde öğrendiklerimizle bu tavrınızı birleştirdiğimizde sizi ayıplamamak elimizden gelmiyor...”

Yazımın yayımlanmasından sonra gelen tepkiler, bu kaygımda ne kadar haklı olduğumu gösterdi bana... Anladım ki, o yazıyı yazmasaydım, “Dört yıl boyunca başkasının emeği üzerinden itibar devşiren, üstelik de o emeği bir gün bile anmayan bir gazeteci” olduğuma dair algı derinleşip kökleşecekti.

Fakat tekrar edeyim: Ben o yazıyı sadece kendi hakkımı ve onurumu korumak için yazmadım; hakikatin hakkını korumak için de, Ahmet’in hakkını korumak için de yazdım.

Evet, Ahmet’in hakkını korumak için de... Çünkü onun yerinde ben olsaydım, bu haber ve yorumları gördüğümde sıkılır, sinirlenir ve içinde bulunduğum fiziki koşullardan dolayı kendim yapamadığım için, birilerinin mutlaka düzeltmesini beklerdim ve bunu bir “hak” olarak beklerdim.

Böyle bir düzeltmeyi bir “hak” olarak bekleyen ikinci kişi de bendim kuşkusuz. Fakat ne yazık ki aradan geçen üç dört günde hiçbir meslektaşım yapmadı bunu; keşke yapsalardı da ben mecbur kalmasaydım böyle bir yazıya...

İtirazımı kendi dillerine tercüme edenlere...

İlk sözüm, benim itirazımı, tanıklığımı kendi dillerine tercüme edip, bundan, “Gördüğünüz gibi Ahmet Şık düşündüğünüz gibi bir gazeteci değildir” sonucunu çıkaran başta Zaman gazetesi olmak üzere bazı muhafazakâr çevrelere...

Bir daha söylüyorum: “Darbe Günlükleri’ni yayımlayan gazeteci Ahmet Şık değildir” cümlesi, “Ahmet Şık, Darbe Günlükleri’ni yayımlayabilecek bir gazeteci değildir” anlamına gelmez. Öyle olsaydı, Nokta’da Darbe Günlükleri’nden birkaç hafta önce yayımladığımız “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gazeteci andıcı” haberinin altında imzası olmazdı.

Yani, al solcuyu vur muhafazakâra... Bir taraf, “Varsın ortada dolanan bilgi gerçek olmasın, işimize geliyor işte, kurcalamayalım” derken; öbür taraf, “Bu hakikat bir kilo ama biz onu iki kilo gösterelim” diyerek aynı hakikat saygısızlığına varıyor.

Fakat ne yapalım, zor bir memlekette yaşıyoruz; zor memleketin yazıları da zor oluyor. Bir o tarafa laf yetiştiriyorsun, bir bu tarafa...

Kötülük, bencillik, acımasızlık, zalimlik...

İtirazımı “kötülük”, “bencillik”, “acımasızlık”, “zalimlik”, “hainlik”, “arkadaşa kazık” diye niteleyenler de var... “Derdimi hiç anlamayanlar” diye anacağım bu kategori içinde bir isim öne çıkıyor: Ragıp Duran...

Ragıp’ın yazısında adım hiç geçmiyor; çünkü, 33 yıllık arkadaşımın gözünde bir anda “Adını bile anmak istemediğim bir meslektaş” oluvermişim. (http://www.habervesaire.com/haber/2083/ ) Olsun. Ben onu, her zamanki gibi adıyla anacağım... Böyle ucuzluklara hiç gerek yok.

Ragıp, bana yönelik birtakım suçlamalarda bulunuyor, fakat o yazıyı neden ve hangi sıkıntıyla kaleme aldığıma dair hiçbir şey söylemiyor. O itirazda bulunmasaydım insanların beni ayıplayacağı, benimle dalga geçecekleri açık değil mi? Bu haksız algıyı engelleme hakkım var mı, yok mu? Ragıp bu konuda neden tek kelime etmiyor? Hakkım var mı, yok mu? Söylemeli.

Yaratılan atmosferde ne benim bir suçum var ne de Ahmet’in; bütün suç, mesleğini hakkıyla yapmayan muhabirlerde, editörlerde, köşe yazarlarında olduğu halde, Ragıp onlara dair neden tek bir kelime etmiyor? Dört yıllık gerçeğin bir günde silinip yerine yenisinin konmasında kafa yorulması gereken bir gazetecilik problemi yok mu? Peki, böylesine zengin bir “vaka” bir medya eleştirmeni olarak neden hiç ilgisini çekmedi acaba? Alper Görmüş’e karşı kurulmaya çalışılan “gazeteci ittifakı”na halel gelir diye olabilir mi? (Bu arada sormadan edemeyeceğim: Benim başıma bu belayı saran muhabir, editör, köşe yazarı meslektaşlarım bu tartışmanın neresinde duruyorlar acaba? Onlar yedikleri halt konusunda bir şey söylemeyi düşünüyorlar mı?)

8 mart tarihli yazımın iki meselesi bunlardı, fakat dediğim gibi, Ragıp bunlara dair hiçbir şey söylemiyor... Gelelim söylediklerine...

a) “Sanki Ahmet her yerde bas bas ‘Darbe Günlükleri’ni ben yazdım, ben yayınladım’ demiş gibi, adını bile anmak istemediğim bir meslekdaşım kalktı, medyadaki yanlış/eksik bilgileri düzeltmek içinmiş gibi, ‘Ahmet’in bu Günlüklerin yayınlanmasında hiçbir dahli yoktur. Her şeyi tek başıma ben yaptım’ mealinde bir yazı yazdı. Pazarlama lügatinde buna ‘Doğrudan Satış’ mı deniyor?”

Bunu gördüğümde, Ragıp yazımı okumadan bilgisayarın karşısına geçmiş gibi geldi bana. Sanki birileri ona “Duydun mu, Alper, Darbe Günlükleri’ni Ahmet değil ben yayımladım” diye bir yazı yazmış demiş, Ragıp da bu kadarcık bir bilgiyle oturup bir yazı kaleme almış gibi... Okusaydı, böyle bir paragrafı yazmaması gerekirdi. Çünkü ben Ahmet’in bu “vaka”da hiçbir dahlinin olmadığını özenle vurgulamış, faturayı doğrudan doğruya meslektaşlarımıza kesmiştim.

b) “Bence ayıp oluyor. Kimse kimsenin emeğine göz koymuyor. Darbe Günlükleri de, herkes biliyor, öyle müthiş bir ‘İnvestigative Reporting’ sonucu yayınlanmadı. Artık malum bir kaynak, dosyayı gönderdi, Nokta da yayınladı.”

Bunu görünce de, Ragıp’ın Nokta’nın Darbe Günlükleri sayısı için kaleme aldığım, daha sonra çeşitli vesilelerle tekrar tekrar vurguladığım editör yazısını (“Ele Geçirdik Demiyoruz!”) okumadığını düşündüm. Evet, Darbe Günlükleri’nin “Müthiş bir ‘investigative reporting’ sonucu yayımlanmadığı” hususunda ben de Ragıp gibi düşünüyorum ve sözünü ettiğim yazıda bunu açıkça ifade etmiştim:

“Türk basınının tatsız klişelerinden biri de ‘Ele geçirdik’tir... Ama biz, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in (2003-2005) günlüklerini ‘ele geçirdiğimizi’ iddia etmeyeceğiz. ‘Ele geçirdik, ulaştık’ haberciliğinde olan nedir? Bazı haberler aslında ‘ele geçirilemeyecek’ kadar zordur. Ama birileri şu veya bu nedenle, şu veya bu amaçla sözü edilen dosyayı, haberi sözü edilen yayın organına iletir. (...) Peki, ‘ele geçirilemeyecek’ dosyalar bu dönemde neden hep Nokta’ya ulaşıyor? ‘Andıç’ da göz önünde tutulduğunda, son derece haklı bir soru...”

Görüldüğü gibi Ragıp’ın bugün “yüzüme vurduğu” şeyi ben o gün fazlasıyla söylemişim. (Bu arada Ragıp’ın, “Ahmet’in, Metin Göktepe ödülü kazanan Andıç haberini de Nokta’daki yönetici arkadaş mı yazdı yoksa” sorusuna da cevap vermeliyim. Çünkü bu mevzu da twitter’da falan dolaşmaya başlamış. Hayır, ben yazmadım, fakat “Andıç” haberi de tıpkı Darbe Günlükleri haberi gibi “öyle müthiş bir ‘investigative reporting’ sonucu” yayımlanmamıştı.)

c) “Rahatsız edici bir başka dürüstlük eksikliği de, kendini savunma hakkı ve olanağı olmayan insanlar, mesela cezevindeki insanlar aleyhine yazı yazmak.”

Ragıp gerçekten de yazımı ya okumamış ya da hiçbir şey anlamamış. Ya da çok kötü niyetli. Ben, Ahmet’in “aleyhinde” bir şey yazmadım. Bu meselenin Ahmet’le bir ilgisi yok; yukarıda anlattım, Ahmet bu meselenin mağdurudur benim gibi... Ortaya çıkan gazetecilik faciasının düzeltilmesini istemek benim kadar onun da hakkı... Ragıp’a samimiyetle soruyorum: Ahmet’in yerinde ben olsaydım, ortaya çıkan tablonun düzeltilmesini ister miydim, istemez miydim?

***

NOT. Ahmet beni yanıltmadı... Avukatı Tora Pekin, bana gönderdiği e-postada Ahmet’le görüştüğünü, şu tartıştığımız meseleyi de konuştuklarını ve onun bana hak verdiğini belirtiyordu. Ahmet’in bir de sitemi var:

“Alper Bey, Ahmet ile dün cezaevinde görüştüm. Dünkü yazınızı okumuş. Cumartesi günü polislerin arasında otururken, basında çıkan yanlış bilgiden çok rahatsız olduğunu söylemişti. Dün de üslubunuza içerlemekle birlikte bu yanlışlığın tarafınızdan düzeltilmesine sevindi. Ama şunu da ekledi: Bu kadar sene birlikte çalıştığım Alper Abi’nin, beni bu kadar mahcup savunmasının beni çok yaraladığını kendisine ilet lütfen, dedi. İletiyorum.”

AHMET’E NOT. Sen benim tarzımı en iyi bilenlerdensin. Benim tarzımda, “Çok yakından tanıdığım, düşüncelerini çok iyi bildiğim bir gazeteci” diye tanımladığım birinin tutukluluğuna ilişkin olarak kullandığım “tuhaf”, “anlaşılmaz bir gelişme” nitelemeleri kesinlikle “mahcup savunma” sayılamaz.