Alper Görmüş: Esayan'ın Ergenekon ve Balyoz sürecindeki pozisyonuma dair bel altı suçlamasıyla halleşmem gerek

Alper Görmüş: Esayan'ın Ergenekon ve Balyoz sürecindeki pozisyonuma dair bel altı suçlamasıyla halleşmem gerek

Nokta Dergisi Genel Yayın Yönetmeni olduğu dönemde yayımladıkları "Darbe Günlükleri" olarak da bilinen eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’e ait günlükler ile Ergenekon-Balyoz soruşturmalarının kapısını aralayan gazeteci Alper Görmüş, AKP İstanbul Milletvekili Markar Esayan'ın kendisine yönelik eleştirilerine ilişkin olarak, "Esayan'ın Ergenekon ve Balyoz sürecindeki pozisyonuma dair bel altı suçlamasıyla halleşmem gerek" dedi.

"Bugünden geriye baktığımda darbe davalarını nasıl değerlendirdiğime ve o günlerdeki pozisyonuma dair birkaç yazı yazmayı zaten planlıyordum" diyen Görmüş, "Çarşamba günü, Esayan ve benzerlerinin benden istedikleri hesabı vermeye başlayacağım" ifadesini kullandı.

Görmüş, Esayan'ın Akşam gazetesinde 29 ve 31 Mart'ta kaleme aldığı yazılara ilişkin şunları söyledi:

"Yazıları okuyup bitirdiğimde, zihnimde gölge boksu yapan bir boksör imajı belirdi. Çünkü Esayan, söylediklerimin üzerinden atlayıp söylemediklerimle çarpışıyor, onları yerden yere vuruyordu. (Mesela ben “millilik” yazılarımda AK Parti’ye “kategorik olarak” karşı olduğumu söylüyormuşum ve bu partinin iktidarını “diktatörlük” olarak görüyormuşum; mesela ben o yazılarda “1980’lere dönüyoruz” uyarısı yapıyormuşum)."

Alper Görmüş'ün serbestiyet.com'da "Darbe davalarına bugünden bakış (1)" başlığıyla yayımlanan (3 Nisan 2016) yazısı şöyle:

2002’den sonra AK Parti’yi iktidardan uzaklaştırmayı hedefleyen illegal girişimlere yönelik davalar haklı ve meşruydu. Fakat önce Cemaat’in dava süreçlerine kendi örgütsel amaçları doğrultusunda yaptığı müdahaleler, ardından AK Parti ile Cemaat arasındaki iktidar mücadelesinin telkin ettiği yeni ittifak arayışları bu hakikati gölgeledi.

Markar Esayan, benim Serbestiyet’te üç bölüm halinde yayımlanan “Siyasi mücadelenin ekseni değişiyor: Laiklik yerine millilik” başlıklı yazımı eleştiren iki yazı kaleme aldı (Akşam, 29 ve 31 Mart).

Yazıları okuyup bitirdiğimde, zihnimde gölge boksu yapan bir boksör imajı belirdi. Çünkü Esayan, söylediklerimin üzerinden atlayıp söylemediklerimle çarpışıyor, onları yerden yere vuruyordu. (Mesela ben “millilik” yazılarımda AK Parti’ye “kategorik olarak” karşı olduğumu söylüyormuşum ve bu partinin iktidarını “diktatörlük” olarak görüyormuşum; mesela ben o yazılarda “1980’lere dönüyoruz” uyarısı yapıyormuşum).

Yine de ve her şeye rağmen Markar Esayan’a cevap vereceğim, fakat şimdi değil. Çünkü daha önce Esayan’ın, “millilik” yazılarımla hiç ilgisi olmayan, dolayısıyla geçerken atılıvermiş bir belaltı vuruş saydığım bir suçlamasıyla halleşmem gerekiyor: Benim Ergenekon ve Balyoz süreçlerindeki pozisyonuma dair suçlamasıyla...

Yani bu yazının konusu başka...  

Bu yazının konusu

Bugünkü ve onu izleyecek birkaç yazıda, 2002’den sonraki yıllarda Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti) iktidardan uzaklaştırmayı hedefleyen illegal girişimlere karşı açılan davaların tümüyle temelsiz, baştan sona kurgu ve kumpas olduğuna dair, giderek iktidar çevrelerinin de ortak kabulü haline gelmeye başlayan değerlendirmeleri ele alacağım. Bu yazılarda ilaveten, orada burada rastladığım, “her şey açığa çıktığı halde” benim hâlâ hakikati itiraf edip özeleştiri yapmadığıma, “sessizliğe gömüldüğüme” dönük tezvirata da cevap vereceğim.

Bugünden geriye baktığımda darbe davalarını nasıl değerlendirdiğime ve o günlerdeki pozisyonuma dair birkaç yazı yazmayı zaten planlıyordum. Fakat Markar Esayan’ın yazılarındaki, doğrudan bana yönelik suçlayıcı bölümle karşılaşınca, bu işi daha fazla ertelememem gerektiğini anladım.

Esayan’ın, Ergenekon ve Balyoz davaları üzerinden bana yönelttiği suçlama şöyle (“millilik” siyasetinin yol açabileceği ilave kutuplaşma ve sertliğe dair uyarılarımı yazılarımdan alıntıladıktan sonra):

“Evet bunlar hayli ciddi iddialar. Oldukça rasyonel temellendirilmiş gibi de duruyor. Gizli bir ‘tehlikenin farkında mısınız?’ uyarısını da içeriyor. Benim temennim Görmüş’ün sadece kendi düşünsel sınırlarına takıldığı için olguları, süreçleri ters yüz ederek 1980’lere dönüyoruz uyarısını yaptığı yönünde. Bu hatayı sayısız Balyoz, Eıgenekon ve Dink davası yazısında yaptığı için de içim rahatlıyor, yanılma payı yüksek diye.

“Tek sorun Görmüş ve benzerlerinin çoğu tezlerinin çökmesine rağmen hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam etmeleri, özeleştiri yapmamaları. Çünkü geçmişte belirli bir kesimde itibarı olan bu isimlerin analizlerine bakılarak bu davalar, süreçler hakkında kanaat oluşturuldu.”

Twitter’dan Esayan’a sorular

Twitter’da, Esayan’ın, Ergenekon ve Balyoz davaları deyince akla ilk gelen gazetenin yazı işleri müdürü olduğunu hatırlatan tweet’ler gördüm. Bir twitter kullanıcısı da, benim o dönemdeki yazılarımı öven bir Markar Esayan yazısını alıntılamıştı.

Bazı twitter kullanıcıları işi daha da geniş tutmuşlardı: Ergenekon ve Balyoz davalarını, salt “Cemaat’e karşı mücadele ve yeni ittifak ihtiyaçları” doğrultusunda tümüyle “satan” zevatın bir zamanlar kaleme aldıkları Ergenekon ve Balyoz güzellemelerini bulup çıkarmışlardı.

Kirli bir siyasi pragmatizm

Bu yazılara topluca yeniden baktığımda, zihnimi en fazla, o yazılardan bugünkülere nasıl sıçranabildiği sorusu yoruyor. Bu davalara ilişkin hakikatin bir parçasını, Cemaat’in kendi dar çıkarları için aralara attığı “parça”ların oluşturduğu açık, burada bir sorun yok. Sorun, AK Parti-Cemaat kavgası başlamadan önce Ergenekon ve Balyoz’u “çiçek gibi davalar” olarak görenlerin, kavgayla birlikte aniden 180 derece çark etmelerinde... Sorun, dava delillerinin, a) AK Parti’yi 2002’den itibaren devirmeye çalışanların geride bıraktıkları gerçek deliller, b) Cemaat’in polis örgütlenmesinin kendi dar örgütsel çıkarları için aralara monte ettiği üretilmiş deliller olmak üzere ikili bir yapı oluşturduğu apaçıkken, birincilere gözleri tamamen kapatıp ikincileri göze sokmakta...

Bence bu kirli bir siyasi pragmatizmden başka bir şey değil.

Siyasette olur, yazı-çizi işinde olmaz!

Siyaset bazen, kirli de olsa pragmatizmi ilkesel tutumun önüne koyabilir. Mesela örneğimizde, Cemaat’in devlet içindeki örgütlenmesine karşı mücadelede yeni ittifaklara yönelmek zorunda kalmış bir iktidar partisi, bu bakış açısından “mazur” sayılabilir belki. Fakat hakikati ahlak ve ilke temelinde anlamak ve anlatmak iddiasında olan yazar-çizer takımı için aynı “mazurluk” çerçevesi geçerli değildir. Burada bir ahlaki sorun var ve bu sorun, hakikatin onların görmek istemedikleri bölümünü de görüp göstermeye çalışanları itibarsızlaştırmaya çalıştıkça daha da büyüyor.

(Görmek istemeyenlerin körlüğünü bertaraf edecek bir ilacım olmadığı için bazılarına yine anlatamayabilirim ama, ben hiçbir zaman bu davalardaki problemlere gözümü kapamadım. Balyoz davasında “zamanlama çelişkileri” ilk ortaya çıktığında, savcıların bunları açıklayamamaları durumunda davaların çökeceğini söyledim... 2012’de, beni kendinin de önüne koyup davaların en önde gelen savunucusu payesiyle ödüllendiren Fehmi Koru, bir gün köşemin tamamını Balyoz davasının avukatlarından birine ayırdım diye beni darbe davalarından “yan çizmekle” suçladı... Bir aşamadan sonra da Cemaat’in doğrudan delil üretip davalara monte ettiğine inandığımı yazdım... Bunları, sonraki yazılarda eski yazılarımdan alıntılarla bir kez daha dikkatinize sunacağım.)

Fakat bütün bunlar benim bu davalarla ilgili temel düşüncemi değiştirmedi. Bugün de inandığım şey şudur: 2002’den sonra AK Parti’yi iktidardan uzaklaştırmayı hedefleyen illegal girişimlere yönelik davalar haklı ve meşruydu.

Varsın, Ergenekon ve Balyoz davalarının kamuoyundaki en önde gelen savunucusu olan gazetenin yazı işleri müdürü, “geçmişte belirli bir kesimde itibarı olan bu isimlerin analizlerine bakılarak bu davalar, süreçler hakkında kanaat oluşturuldu” diyerek ihaleyi benim ve benim gibiler üzerine yıksın... Ben bu yükü kabul ediyorum.

Çarşamba günü, Esayan ve benzerlerinin benden istedikleri hesabı vermeye başlayacağım.