T24 - Alper Görmüş, Oda TV iddianamesinde, tutuklu gazeteci Ahmet Şık'ın suçlanmasına neden olan kitabın adının mı, yoksa gerçek yazarının mı "Sabri Uzun" olduğunun iddia edildiğinin net olarak anlaşılamadığını ortaya koyan bir inceleme yayımladı.
Alper Görmüş: Oda TV iddianamesiyle bir dava kurulamaz yazısı için tıklayın... |
Salı günü ele almaya başladığım OdaTV iddianamesiyle ilgili olarak bir ya da iki yazı daha yazacağımı söylemiştim. İlk yazının sonlarında işaret ettiğim bir noktayla ilgili olarak o kadar çok eleştiri aldım ki, bugünkü yazıyı sadece o konuya ayırmak durumunda kaldım. Yani, bu diziyi ancak üç bölümde bitirebileceğim.
Önce sözünü ettiğim paragrafı hatırlayalım:
“Ahmet Şık’ın kitabının ‘İmamın Ordusu’ adı yerine ‘Sabri Uzun’ ya da ‘Emniyet Müdürü Sabri Uzun’ adıyla yayımlanmasının planlandığını ‘kanıtlayan’ not, kitabın ‘Ergenekon terör örgütü tarafından Ahmet Şık’a yazdırıldığı’ iddiasını desteklemek bir yana zayıflatan bir delilmiş gibi görünüyor... Öyle ya; bir kitap bir kişiyi anlatmak üzere yazıldıysa, dilinin de ona uygun olması gerekir. Oysa İmam’ın Ordusu’na baktığımızda, kitabın, önerilen ismi taşıyacak ‘kişiye dair’ bir içeriğinin olmadığını görüyoruz...”
Yazıda, cuma günü bu meseleyi açacağımı söyledikten sonra bugünkü yazının anonsunu da “Sabri Uzun imzalı değil, Sabri Uzun’u anlatan bir kitap...” şeklinde duyurmuştum.
“Bu fahiş hatayı nasıl yaptınız?”
Yazının yayımlanmasından sonra çok sayıda tepki aldım... Tepki sahiplerinin istisnasız tamamı iddianamede defalarca “Kitabın Sabri Uzun adıyla yayımlanması” ibaresinin geçtiğini; böyle bir ibarenin ancak “yazarı Sabri Uzun olan bir kitap” anlamında kullanılabileceğini; nitekim bugüne kadar herkesin bunu böyle anladığını hatırlattıktan sonra bu “fahiş hata”yı nasıl yaptığımı akıllarının almadığını belirttiler. Ben de hepsine cumayı beklemelerini, bu sonuca nasıl vardığımı anlatacağımı söyledim...
İtiraf edeyim ki, böyle bir şeyi benim o yazıyı yazmamdan birkaç gün önce başka biri öne sürseydi, ben de aynı soruyu soracaktım ona: “İddianame açık... Nereden çıkartıyorsun bunu?”
Yine itiraf edeyim ki, salı günkü yazının yayımlanmamış ilk versiyonunda, bu çerçevedeki ortak algıyı paylaşan biri olarak bambaşka bir soru sormuştum savcıya... “Nasıl olur da, bu kitabın Sabri Uzun imzasıyla yayımlanacağını öne sürebiliyorsunuz” diye soruyor, buradaki mantık dışılığı sorguluyordum.Öyle ya, bu durumda,
a) Kitabın içeriğinde neden metnin Ahmet Şık tarafından yazılmadığına delalet edebilecek tek bir cümle bile yoktur?
b) Kitabın içeriğinde neden metnin Sabri Uzun tarafından yazıldığına delalet edecek tek bir cümle bile yoktur?
c) Madem Ahmet Şık kitabı Sabri Uzun’un adına yazdı, o zaman kitabın dili de buna uygun olmak gerekmez miydi? Kitabın kapağında yazar olarak Sabri Uzun adı var fakat kitapta da “Sabri Uzun dedi ki” ya da “Sabri Uzun’a göre” gibi cümlelere rastlıyoruz... Tuhaf değil mi?“Bir mantık hatası mı yapıyorum” korkusu...Fakat salı günkü yazının bu soruları içeren ilk versiyonunu bitirdikten sonra içime bir kurt düştü: Benim işaret ettiğim bu tuhaflık, nasıl olmuştu da bugüne kadar kimsenin aklına gelmemişti?
Ve sonra soruların devamı geldi: Bu kadar gözönünde, bu kadar yalın bir çelişkiyi savcı nasıl fark etmemişti de “İmamın Ordusu, üzerine Sabri Uzun imzası konarak yayımlanacaktı” iddiasını öne sürebilmişti?
Daha da önemlisi, Ahmet Şık’ın avukatları savcılık sorgusunda neden savcıya içinde bulunduğu bu büyük çelişkiyi hatırlatmamışlardı?Biraz daha düşününce, açıkçası bu itirazı bu netlikte yazmak ürkütmeye başladı beni... Acaba bir mantık hatası mı yapıyordum, değerlendiremediğim bir nokta mı vardı?
Kızıma ve arkadaşlarıma danıştım. Hepsi de “Valla haklısın, çok tuhaf” dediler.En sonunda, onlardan birinin tavsiyesine uyarak Ahmet Şık’ın avukatı Fikret İlkiz’i aradım, sözünü ettiğim çelişkiyi bir de ona sordum ve salı günkü yazıda öne sürdüğüm şeyi ilk kez ondan duydum.
“Savcı, kitabın Sabri Uzun imzasıyla yayımlanacağını iddia etmiyor ki” dedi Fikret İlkiz ve şöyle devam etti: “Savcı, Ahmet Şık imzalı bir kitabın Sabri Uzun adıyla çıkartılması için çaba harcandığını iddia ediyor.”
Yani, kitabın adı “Sabri Uzun” ya da “Emniyet Müdürü Sabri Uzun”, yazarı ise Ahmet Şık...Fikret İlkiz ekledi: “Biz de zaten savunmamızı, kitabın içeriğinin, iddianın tersine, bir Sabri Uzun kitabı olmadığını gösterdiği gerçeği üzerine kuracağız.”
Çok şaşırdım tabii... Bir iddianame bütün bir ülkeyi topluca bu ölçüde yanlış anlamaya sevk edecek kadar bulanık bir dille yazılmış olabilir miydi?Dönüp, iddianamenin “Sabri Uzun” sözcüklerini içeren bütün cümlelerini “hızlı okuma tekniği”yle yeniden okudum... Hayır, hepimizin aylar boyunca anladığından farklı bir anlam çıkmıyordu... Fikret İlkiz’in dediği anlam çıkmıyordu...
Bunun üzerine aynı cümleleri bu defa çok daha büyük bir dikkatle bir kez daha okudum ve o zaman, iddianamede onlarca kez geçen “Kitabın Sabri Uzun adıyla yayımlanması” ibaresiyle “Kitabın adının (yazarının değil) Sabri Uzun olması”nın kast edilmiş olabileceğini gösteren iki nokta saptadım.Bunlardan birincisi iddianamenin 66. sayfasında yer alıyordu. O sayfada, o âna kadar hep aynı klişeyle yazılan iddia ilk kez biçim değiştirerek şöyle ifade ediliyordu:
“Ahmet Şık’a hazırlatılan örgütsel çalışmanın Emniyet Müdürü Sabri Uzun ismi ile kitap olarak yayınlatılmasının planlandığı anlaşılmıştır.”
Bu cümle bana, savcının zihninde olan suçlamaya en fazla yaklaştığı cümle gibi geldi.Sonra dönüp Ahmet Şık’ın savcılık sorgusuna baktım... Orada da savcıyla arasında geçen şu diyalog çok önemli göründü bana:
Soru: “Hazırladığınız bu kitabın özellikle Sabri Uzun ismi ile çıkartılmaya çalışılmasının amacı nedir?”
Cevap : “Ben Sabri Uzun’la kitap çıkarmaya çalışmadım, aksine Sabri Uzun kitabın içerisinde geçen Emin Aslan gibi öznelerden biridir.”
Bu diyalog da (özellikle cevap kısmı) Ahmet Şık’ın sorudan “Sabri Uzun imzasıyla çıkartılacak bir kitap” anlamını değil, “Sabri Uzun’u anlatan, dolayısıyla adı da Sabri Uzun olan bir kitap” anlamını çıkardığını ve buna itiraz ettiğini düşündürtüyor...
Benim anladığım, Ahmet Şık ile avukatı Fikret İlkiz, savcının konuşma dilinden doğru sonuçları çıkartmışlar, fakat savcının yazı dilinden (iddianameden) bizim o sonuçları çıkartmamız mümkün olmamış ve hep birlikte aylar süren bir yanılgı içine girmişiz.Tabii bunda, kitabın adının bir insan ismi olmasının da rolü var...
Her iki durumda savcının cevaplaması gereken soru aynı
Duruşmalar başladığında, meselenin aydınlığa kavuşacağına inanıyorum...
Fakat diyelim ki ben yanılıyorum ve savcının iddiası benim de daha önce dâhil olduğumu grubun algıladığı gibidir; yani savcı kitabın Sabri Uzun imzasıyla çıkartılması için uğraşıldığını iddia etmektedir.
Bu durumda savcı, benim salı günkü yazımın yayımlanmamış ilk versiyonunda ve bu yazıda yukarıda üç madde halinde ifade ettiğim çelişkileri izale etmelidir.
Yok eğer savcının iddiası benim şimdiki algımı yansıtmaktaysa, yani Ahmet Şık imzasıyla ve fakat Sabri Uzun adıyla ve onu anlatan bir kitabın çıkartılmaya çalışıldığını iddia etmekteyse, o zaman da salı günkü yazıda ifade ettiğim çelişkileri izale etmelidir. Yani: Bu nasıl “Sabri Uzun’a dair” bir kitaptır ki Sabri Uzun kitapta yüzde bilmem şu kadarlık bir yer tutmaktadır?
Öte yandan, kitabın OdaTV bilgisayarlarından çıkan versiyonuyla, ondan aşağı yukarı üç ay sonrasına denk gelen versiyonları arasında bu iki ihtimal açısından da anlamlı bir fark görülmüyor. Burada da soru şudur: Kitap bu aylar boyunca neden “Sabri Uzun imzalı bir kitap” ya da “Sabri Uzun’a dair fakat Ahmet Şık imzalı bir kitap” kılığına girmemiştir?
Öyle ya: O üç ay boyunca Sabri Uzun –artık savcılığın hangi iddiası geçerliyse– bu iki durumdan birine ikna edilmeye çalışıldıysa, o zaman aynı ayların o doğrultuda değerlendirilmesi gerekmez miydi?Dersimizi çalışmadan, kafa patlatmadan...
Bu hikâyeyi, anlaşılmadık hiçbir şey kalmasın diye tekrarları da göze alarak bilerek bu kadar uzattım. Çünkü burada hepimize bir ders var. O da şu:
Bu hikâye gösteriyor ki, dersimizi çalışmadan, kafa patlatmadan, odaklanmadan konuşuyoruz ve yazıyoruz. İşin kolayına kaçıyoruz; hangi taraftaysak, onun mevzisinin arkasına geçip, oradan inandığımız şeyi fırlatıveriyoruz... Olguları incelemek emek ve sabır istiyor; ilaveten, orada karşılaşabileceğimiz tatsız hakikatlerin canımızı sıkacağını düşünüp onlardan uzak duruyoruz. Fakat bunun bir bedeli var: Böyle yaptığımızda, pozisyonumuzu güçlendirecek argümanları da ıskalayabiliyoruz...
Salı günü, bu eleştirinin dışında tuttuğumu belirtme ihtiyacı duyduğum Rober Koptaş’ın AGOS’taki yazısından yola çıkarak konuyu ele almaya devam edeceğim.