Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, aralarında Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın da bulunduğu 6 sanık hakkında hazırladığı kritik tebliğnameye yönelik tartışmalar sürüyor. Ahmet ve Mehmet Altan’la, Nazlı Ilıcak’ın “anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs” suçundan değil “örgüte bilerek ve isteyerek yardım” suçundan yargılanmaları gerektiğine işaret edilen tebliğnamede, Mehmet Altan hakkında Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen kararlara hiç atıf yapılmadı. Bu kararlar uyarınca tahliye edilen ve tutuksuz yargılanan Mehmet Altan, “Türkiye, bir yandan bana tutuklanmamdan kaynaklı tazminatları ödüyor. Ama mahkeme kararlarına AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları yansımıyor. Yargıtay savcılığı da bu kararlardan satır bahsetmiyor. Mutlaka bizi içeride tutmak için kendi anayasanı, kendi hukukunu nasıl görmezden gelirsin, yok sayarsın. Artık sorun şu; asıl kararı verecek olan Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi kararını görecek mi, görmeyecek mi?” dedi.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nce değerlendirilecek olan tebliğnamede, anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçunun işlenebilmesi için cebir ve şiddet şartının bulunduğu, bunun soyut olarak değil, maddi biçimde işlenmesi gerektiği, icra aşamasına geçilmeden bu suçun oluşmayacağı net biçimde belirtildi. Bu unsurlar yoksa örgüt üyesi olsanız bile suça karıştığınızın söylenemeyeceği vurgulandı. Bu yorumlar yapılırken, Anayasa Mahkemesi’nin 1963 tarihli kararına bile atıf yapıldı. Buna karşılık, temyiz dosyasında da yer alan, Mehmet Altan’ın tahliye edilerek, tutuksuz yargılanmasının önünü açan Anayasa Mahkemesi ile AİHM kararlarına hiç atıf yapılmadı.
Anayasa Mahkemesi, Mehmet Altan hakkında verdiği, çok tartışılan kararında, dosyadaki tüm kanıtları tartışmıştı. Kararda, Altan’ın Can Erzincan TV’de darbe teşebbüsünden bir gün önce katıldığı programın, gizli tanığın hakkında verdiği ifadelerin, telefon görüşmelerinin, darbeden sonra kaleme aldığı yazının ve önceki bazı yazılarının tutuklamaya ve iddianameye konu edildiğine atıf yapılarak, şu yorum yapılmıştı:
“Suça konu yazıların yayımlandığı ve konuşmaların yapıldığı dönemde kamuoyunun bir kesiminin dile getirdiğine benzer görüşleri başvurucunun yazılarında ve konuşmalarında ifade etmesi nedeniyle hakkında tutuklama tedbirine başvurularak ifade ve basın özgürlüklerine müdahale edilmesinin hangi "zorlayıcı toplumsal ihtiyaç"tan kaynaklandığı ve demokratik toplum düzeninde neden gerekli olduğu somut olayın özelliklerinden ve tutuklama kararının gerekçelerinden anlaşılamamaktadır. Son olarak yazılar ve konuşmalar dışında somut olgu ortaya konulmadan başvurucunun tutuklanmış olmasının ifade ve basın özgürlüklerine yönelik caydırıcı bir etki doğurabileceği de açıktır. Bu itibarla ifade ve basın özgürlüklerinin de ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.”
AİHM de Türkiye’den, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararından sonra, mahkumiyet aşamasına kadar dosyaya yeni bir kanıt eklenip eklenmediğini sormuş, eklenmediği yanıtını almıştı. AİHM, bunun üzerine Anayasa Mahkemesi kararına paralel bir kararla, Türkiye’yi tazminata mahkum etmişti.
Tebliğnameyi değerlendiren Mehmet Altan, şunları kaydetti:
“Başsavcılık, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’ye hiçbir yollama yapmıyor. Televizyon programı ve yazıları bu kararlara rağmen tekrar konu ediyorlar, örgüte yardımdan yararlanmam gerektiğini ifade ediyorlar. Asıl devlet, yani mahkemeler, Yargıtay, anayasanın 153. maddesine, 90. maddesine uyacak mı uymayacak mı? Her ikisinin kararlarının bağlayıcı olduğu kurallarına rağmen kim bu yok saymak isteyen? Bir taraftan tazminat ödeniyor bana hak ihlali denilerek ama bir yandan yok sayılıyor kararlar.
Anayasa Mahkemesi ve AİHM benim hakkımdaki dosyanın en son halini okuyup bu kararları verdiler. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, bütün dosyayı inceledi ve oradaki kanıtlara bakarak benim için ‘gözaltına bile alınamaz’ dedi. İki yıl yattım ben. Sonra Anayasa Mahkemesi’nden sonra hiç böyle bir karar verilmemiş gibi müebbet verdiler. Müebbet verilen dosyayı AİHM inceledi. AİHM, bu dosyayı inceledi ve hepsinin ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu teyit etti. Yargıtay savcıları, dosyada AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları durmuyormuş gibi başka bir yorum yapıyor. Mutlaka bizi yatırmak için kendi hukukunu yok ederek, kendi anayasanı yok sayıyorsun. Benim sorunum şu; Yargıtay 16. Ceza Dairesi, bu kararları görecek mi, görmeyecek mi?”
Altan’ın avukatı Figen Çalıkuşu da şu yorumu yaptı:
“309. maddeyle (anayasayı ihlal) ilgili yorumları olumlu buldum. Bir parça bunu görünce rahatladım. Çünkü bugüne kadar kanunu uygulama şekli bir hayal kırıklığıydı. Bakanlık, reform çalışmalarına başlamış ama buna ihtiyaç yok ki uygulamada reforma ihtiyaç var. Ama 309. maddeyi uygulayan mahkeme, maddi cebiri unuttu, manevi cebir diye bir karar verdi. Asıl bizi üzen, Anayasa Mahkemesi’nin kararı tam 1 yıl önce verildi ama yok sayıldı. 309. yönünden isabetli buluyorum tebliğnameyi ama Anayasa Mahkemesi’nden bir satır bahsedilmemesi hayal kırıklığı. Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcı ve kesin. İsterdim ki AİHM, Anayasa Mahkemesi kararları görmezden gelinmesin, kör ve sağır olunmasın. Ama ceza dairesinde böyle olmayacağını düşünüyorum. Darbeden sonra yazılmış yazı var tebliğnamedeki kanıtlar arasında. 2010’daki yazı var, bununla mı yardım faaliyeti yapacak. Bu kanıtların hepsini Anayasa Mahkemesi değerlendirdi. En son konulan delili de inceleyerek bir karar verdi. Bu deliller üzerinden suç işlendiğine dair en ufak bir belirti olmadığına karar verdi. Buna rağmen aynı delillerle nasıl yardım suçu işlendiğinin söylendiğini merak ediyorum. Silahlı örgüt olduğunun biliniyor olması lazım suçu işlemek için. Kimse silahlı terör örgütü olduğunu söylemiyordu, hizmet hareketi denilerek yere göğe konulamıyordu 2010’da. 9-10 yıl önceki konuşmalardan suç çıkartılıyor. Yıllarca dinlenmiş bu insanlar FETÖ’cü hakim, savcıların verdiği kararlarla. Dairenin tüm bunları değerlendireceğini düşünüyorum.”