'Ahmet Taner Kışlalı'nın anlattığı tehlike bugün sınırlarımızda'

'Ahmet Taner Kışlalı'nın anlattığı tehlike bugün sınırlarımızda'

Gazeteci Altan Öymen gazeteci Ahmet Taner Kışlalı'nın suikastinin Uğur Mumcu'nun suikastiyle benzerlik gösterdiğini söyledi. Öymen, Kışlalı'nın suikastiyle ilgili olarak, "Ahmet Taner Kışlalı'nın suikasti Uğur Mumcu’ya yapılana benzer bir şekilde düzenlenmişti. Evden çıkıp bineceği arabasına, daha önceden bir patlayıcı yerleştirilmişti. Kışlalı’nın arabasına geldiği sırada patlamıştı" dedi.

Altan Öymen kendisine düzenlenen suikast sonucu hayatını kaybeden gazeteci Ahmet Taner Kışlalı'nın ölümünün 15. yıldönümünde Cumhuriyet gazetesinde yazdığı yazıda, Ahmet Taner Kışlalı'nın zamanında söylediklerinin bugünki haklılığına dikkat çeken Öymen, “Laikçilik” diye isim konularak alay konusu yapılmak istenen laiklik ilkesinin ne işe yaradığını soranlar vardır. Acaba onlar şimdi ne düşünüyor? O ilkenin ne işe yaradığı, sınırlarımızın dibine kadar gelmiş, hatta içine de girmiş olan şiddet örgütünün yaptıkları görüldükçe anlaşılmıyor mu? dedi.

Altan Öymen'in Cumhuriyet gazetesinde Ahmet Taner Kışlalı'nın ölüm yıldönümü için kaleme aldığı "Altan Öymen: Anlattığı Tehlike Bugün Sınırlarımızda" adlı başlığıyla yayımlanan (21 Ekim 2014) yazısı şöyle: 

 

Altan Öymen: Anlattığı tehlike bugün sınırlarımızda

 

O günü bir kâbus gibi hatırlarım. CHP’de genel başkanlık görevinde bulunduğum dönemdeydi, Ankara’daydım. Sabah evde partiye gitmek için hazırlanıyordum. Televizyon açıktı. Bir son dakika haberi verildi. Konusu bir suikasttı. Hedef Ahmet Taner Kışlalı’ydı. Uğur Mumcu’ya yapılana benzer bir şekilde düzenlenmişti. Evden çıkıp bineceği arabasına, daha önceden bir patlayıcı yerleştirilmişti.  Kışlalı’nın arabasına geldiği sırada patlamıştı. Kışlalı yaralıydı, ambulansla hastaneye götürülmüştü.

Hemen çıkıp Kışlalı’nın evine yöneldim. Haberlerin gerisini arabanın radyosundan dinledim. Kışlalı’nın  bir kolu kopmuştu. Ama hastaneye yetiştirilmişti. Bunlar art arda verilen son dakika haberleriyle anlatılıyordu. Hastaneye yetiştirilmesi umut verici bir haberdi. Ama arkası gelmedi. Daha doğrusu acı bir haber halinde geldi. Kışlalı’yı kaybetmiştik.

Evine vardım. Orası artık bir cenaze eviydi. Ailesi, yakınları, arkadaşları, komşuları, okurları, tanıyanları, tanımayanları... Gelenlerin bir kısmı evin içindeydi, bir kısmı kapının dışında...

 

Gazetecilik, siyaset ve yazarlık

 

Anlatılanlardan çıkan sonuç şuydu: Suikastın, Mumcu’ya yapılan suikasttan farkı, patlayıcının arabanın değil, camın üzerindeki sileceğin altına, küçük bir paket içinde yerleştirilmiş olmasıydı. Kışlalı, sileceğin altındaki paketi görmüştü. Çıkarıp atmak istemişti. Patlama o sırada olmuştu. İstenen sonuç alınmıştı. Evde, eşi, ailenin o zaman en küçük kızı ile birlikteydi. O sabahki programlarına göre, onlar da evden Ahmet Taner Kışlalı’yla birlikte çıkacaklarmış. Kışlalı onlara, “Siz biraz durun da ben arabayı bir ısıtayım. Çocuk üşümesin” demiş. Öyle yapmasaymış, felaket, daha da büyük olacakmış. Bunlar, o gün yaşadıklarımdan hatırımda kalanlar... O günün sonrasından da aklımda, gene büyük üzüntüyle hatırladığım sahneler var. Ankara’da on binlerce insanın katıldığı çok heyecanlı törenler... Kışlalı’nın milletvekilliği yaptığı Meclis binasının önünde, öğretim üyesi olduğu İletişim Fakültesi’nde, bakanlığını yaptığı Kültür Bakanlığı’nın Büyük Tiyatro Salonu’nda, yazarı bulunduğu Cumhuriyet gazetesinin Ankara Bürosu’nun önünde... Sonra Kocatepe Camii’ndeki cenaze töreni ve Karşıyaka Mezarlığı’nda toprağa verilişi... Bunların hepsine çok büyük topluluklar katıldı. Konuşmalar yapıldı. Cinayeti işleyenlere ve bunlara karşı yeterli tedbir almayan görevlilere tepkiler dile getirildi. Yapılan konuşmalarda, Kışlalı’nın ülkemize, basın, bilim ve siyaset hayatına yaptığı hizmetler anlatıldı.

Cenaze günü programında yer alan anma törenlerinin çokluğu da onu gösteriyordu: Kışlalı, o alçakça suikast gününe kadar 60 yıl sürmüş olan yaşamına, birçok alanda, birçok çalışma ve eser sığdırmıştı.

Ahmet Taner Kışlalı, 1939’da Tokat’ın Zile ilçesinde doğmuştu. Babası Ziraat Bankası memuru Hüsnü Kışlalı’ydı. Annesi Lütfiye Hanım, öğretmendi. Liseyi İstanbul’da Kabataş Lisesi’nde bitirdi. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Fakültede okurken gazetecilikle de ilgilendi. Ankara’da çıkan Yeni Gün gazetesinde yazıişleri müdürlüğü yaptı. Yankı dergisinde yazılar yazdı. Fakülteyi bitirdikten sonra öğretim görevlisi oldu. Paris’te hukuk fakültesinde doktorasını verdi. 1977’de CHP’den milletvekili seçildi. Ecevit hükümetinde Kültür Bakanlığı yaptı. Bakanlığın gerek yayın, gerek tiyatro-opera- bale alanındaki çalışmalarını çağdaşlaştıran atılımlar başlattı. Milletvekilliği 1980 darbesiyle sona erdikten sonra, Cumhuriyet gazetesinde yazarlığa başladı. Bir yandan da Ankara’da İletişim Fakültesi’nde profesör oldu. Siyaset bilimi dersleri verdi. Atatürkçü Düşünce Derneği’nde genel başkan yardımcılığı görevini üstlendi. Cumhuriyetin ilkeleri ve tarihi gelişimi üzerine yurdun birçok yerinde konferanslar verdi. Panellere katıldı.

 

Dayanılmaz hafiflik

 

Kışlalı’nın eserleri arasında, “Çağdaş Türkiye’deki Siyasi Güçler” konusundaki doktora tezinin yanında, İmge Yayınevi’nden yayımlanan “Siyaset Bilimi” ve “Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi” adlı kitapları var. “Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği” de, adından da anlaşıldığı gibi, Cumhuriyetin kurucusuyla ilgili haksız yayınlara karşı eleştirilerini içeren eseriydi. Büyük ilgi gördü. Birçok baskı yaptı. Kışlalı o eserinde de görüldüğü gibi, laiklik de dahil Cumhuriyetimizin değerlerine, hem yüreğiyle, hem de aklıyla bağlı olan bir düşünce adamıydı. Görüşlerini anlatırken, başka düşüncede olanları mantık yoluyla ikna etmeye çalışırdı. İleri sürdüğü görüşlerin gerekçelerini, belgelere dayanarak anlatırdı. Tabii, Atatürk, Cumhuriyet, demokrasi gibi konularda aşırı derecede önyargılı bir karşı duruş içinde olanların, Kışlalı’nın anlatımlarıyla ikna edilebilmeleri kolay değildi. Ama o önyargılı kesimlerin dışında kalanlar, herhalde şunun farkındadır: Ülkemizin içinde ve dışında şu sıralarda yaşanan sorunlar izlendikçe, Kışlalı’nın özellikle bazı konulardaki duyarlılığında ne kadar haklı olduğu, daha iyi anlaşılıyor.

 

Kışlalı’nın haklılığı

 

Bir de, “laikçilik” diye isim konularak alay konusu yapılmak istenen laiklik ilkesinin ne işe yaradığını soranlar vardır. Acaba onlar şimdi ne düşünüyor? O ilkenin ne işe yaradığı, sınırlarımızınm dibine kadar gelmiş, hatta içine de girmiş olan şiddet örgütünün yaptıkları görüldükçe anlaşılmıyor mu?..

“Ben hilafet devleti kurdum. Her şeyi şeriata göre düzenliyorum. İnsanları sadece dinlerine göre değil, mezheplerine göre de birbirinden ayırıyorum. Sadece benim mezhebimden olanları Müslüman sayıyorum. Gerisini kâfir ilan ediyorum. Başka dinlerden olanlar veya ateist olanlar zaten kâfirdir. Dediğimi yapmazlarsa idamları caizdir.” İdamları “caiz”... O cezaların kafa kesmek yoluyla infaz edilmesi de “caiz”... Bunların video çekimleriyle tüm dünyaya gösterilerek dehşet salınması da... Laikliğin, başka birçok meziyetinin yanında, bu gibi gaddarlıkların ülkemize yaklaşmasına fırsat vermemek gibi bir işlevi vardı. Bugünün Türkiyesi’nde, o ilke itilip kakıldıkça, o işlevin yerine gelmesi de mümkün olmuyor.

Ahmet Taner Kışlalı, bu tehlikenin boyutlarını çok öncesinden beri hatırlatmaya çalışan bir bilim, siyaset ve düşünce adamımızdı. Dilerim, aramızdan ayrılışının bu yıldönümü, yazıp söylediklerinin yeniden hatırlanmasına ve ne kadar haklı olduğunun, daha iyi anlaşılmasına “vesile” olur...