Antalya’nın Alanya ilçesinde hasta mahpusları hastaneye götüren cezaevi ring aracının içindeki bir tutuklunun fenalaşarak yaşamını yitirdiği ortaya çıktı. Geçen ay yaşanan ve Adalet Bakanlığı’nın da doğruladığı olayla ilgili savcılık soruşturma başlattı.
Alanya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda hükümlü olan ve 2 yıldan az cezası kalan Ömer Açar’ın, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nden Berivan Korkut’a 16 Ocak 2018 tarihinde gönderdiği mektup, cezaevi ring aracında yaşanan bir ölüm olayını gün yüzüne çıkardı. Kalp hastası olan ve kalbi yüzde 30 oranında çalışan Açar, mektubunda tedavisi ve hastaneye sevk edilmesine ilişkin yaşadığı sorunları dile getirdi. 26 Ekim 2017’de sağlık sorunları nedeniyle infaz erteleme talebinde bulunduğunu, bu kapsamda sevk edildiği Alanya Hastanesi’nde kardiyoloji doktorunun kendisine “Kalbin yüzde 30’a düştü. Ciddi kalp yetmezliği oluşmuş” dediğini ifade eden Açar, buna karşılık infazın devamı kararı verildiğini kaydetti.
9 Aralık 2017 Cuma günü kalbine büyük bir ağrı girdiğini aktaran Açar, şunları anlattı: “Soğuk soğuk terlemem, göğüs ve kol ağrısı başladı. Daha önce geçirdiğim iki kalp krizinin aynı belirtilerini yaşadım. Tüm bedenim titremeye başladı. Bu durumda bile beni 3 günün sonunda, o da koğuştaki arkadaşlar kapıları vurdular. Sonra ambulans geldi ve beni Alanya Hastanesi’ne götürdüler. Gece olduğu için sabaha kadar müşahadede kaldım, mesai sonrası kardioloji polikliğine alındım. Doktor muayene etti ve efor bandında koşturdu. Koşmayı tamamlamadan tüm bedenim terler içinde kaldı ve bandı durdurdu. Beni acilen birinci sırada Antalya Devlet Hastanesi’ne sevk etti.”
Acilen gitmesi gerekirken ancak 13 gün sonra 26 Aralık 2017 tarihinde cezaevi ring aracına bindirdiklerini ifade eden Ömer Açar, cezaevi ring aracında yaşadığı olayı şöyle dile getirdi: “Beni ölüm ringine bindirip yolculuk devam ederken bir saat sonra ringin diğer kabininde inlemeler, feryat eden sesler geldi. Bazen de ‘abi, abi’ diye haykırıyordu. Ring aracı petrole girdi ve adamı lavaboya götürdüler. Adamın durumu çok kötüydü. Sesinden bile anlaşılıyordu. Ama Türkçe konuşamıyordu. Ben arabanın sesinden dolayı ne dil konuştuğunu anlamadım. Yolculuk devam etti. Çok geçmeden adam gene başladı feryatlara... ‘Komutan bakın oğlum ne istiyor? Komutanım hasta fenalaştı. Bakın nefes alıyor mu? Sanki almıyor.’ Sonra ring hızlanmaya başladı ve siren çaldı ve ambulans geldi. Ama çok geçti, adam yaşamıyordu. Cenazeyi ambulansa aldılar, gittiler. Yani insan hayatı bu kadar ucuzdur. Oysa devletin hasta araçları var. Bunu da biz hastalara çok görüyorlar. Biz hastaneye vardığımızda kabinde 3 mahkûm daha varmış. Onlar da seslerini korkudan çıkarmamış.”
Ömer Açar, saat 2’ye kadar Antalya Araştırma Hastanesi’nin mahkûm koğuşunda beklediğini anlattı. Kendisini getiren komutanın, “Sizi geri Alanya’ya götüreceğiz” dediğini ifade eden Açar, ring aracındaki kişinin öldüğünü, 35 yaşlarında Alman uyruklu biri olduğunu belirtti. Açar, şöyle devam etti: “Savcılık, hepimizi ifade için geri gelmemizi istemiş. Bu arada hem o ölen adamın hem de rahatsızlığım artması beni çok sarstı. Ben feryat figan ettim. Beni götürmeyin benim kalbimin yüzde 70’i çalışmıyor, dönersem bu ringde ben de o adam gibi ölürüm, beni geri götürmeyin dedim. Ama dinletemedim. Koruma memuru çağırdım. Beni eğer geri götürürsen ben senin, birinci müdür ve komutan hakkında savcılığa ve tüm medyaya bildireceğim dedim. Sonra müdürle görüşüldü beni kardiyoloji polikliniğine aldılar” dedi.
Burada EKG ve EKO çekildiğini kaydeden Açar, kalbinde büyük bir sorun olduğunu, anjiyo olması gerektiğinin söylendiğini bildirdi. Bunun üzerine hastaneye yatırıldığını aktaran Açar, yaşadıklarını şöyle anlattı: “Tetkikler yapıldı. Senin kalbinde bir damarın yüzde 100 tıkalı. Daha önemlisi sağ kapakçıkta kaçırma var. Senin by-pass olman lazım. Damarını da açamadık ve biz doktorlar oturup karar vereceğiz, sana bildireceğiz dediler. Anjiyo sonrası normalde hastalar yoğum bakıma alınır ama beni sedyeyle mahkûm koğuşuna aldılar. Ayağıma iki torba kum koydular ve beni öyle bıraktılar. Saatlerce bekledim biri bana su versin çok açıktım. Bir gün önce de herhangi bir şey yememiştim. Ama tansiyon ölçmek için bile 2 asker 1 koruma memuru ile hemşire tansiyon ve ateşimi ölçüyordu. Bu tedbir niye, ben zaten ölüyorum. Prosedür böyleymiş. Bizim dava dosyamız terör. Bu uygulama onun içinmiş. Torbaları aldılar. Alt pijamamı giyerken kasığımdan kanlar fışkırmaya başladı. Yatak ve elbiselerim kanlar içinde kaldı. Bu arada ne bir müdahale yapıldı, ne de doktor geldi. Kendi imkânlarımla damarımı bastırdım, kum torbalarını koydum. Doktorlar, daha sonra tekrar tetkiklerimi yaptı. Ertesi gün akşam 5’te koruma memuru, ameliyattan vazgeçtiklerini, masada kalma riskin olduğunu ve taburcu olduğumu söyledi.”
Ömer Açar, kendisini Antalya L Tipi Kapalı Cezaevi’ne götürdüklerini belirterek, mektubunda özetle şunları ifade etti: “Burada misafir koğuşunda kaldım. 12 gün sonra beni Alanya’ya götürmek için gelen ölüm ringine binmeden komutana kalbim yüzde 70 çalışmıyor, kalp yetmezliğim var. Ben bu araçta ölürüm dedim. Ama dinletemedim. Sözde doktorlar benim yolculuğumda herhangi bir sakınca yoktur yazısını eline vermiş. Yolculuk esnasında çok rahatsız oldum. Bir ara nefes alamıyordum. Ağzımı klimadan çıkan havaya denk getirdim ve bu sefer de yaşamayı başardım. Doktorlar, sıkıntı, stres ve heyecandan uzak durmamı da söylemeyi unutmadılar. Tabii bunlar zindan koşullarında nasıl yapılır, onu da söylemiyorlar. Ölmek istemiyorum, daha 45 yaşındayım. Eğer bu koşullar altında tutulmaya devam edersem büyük bir ihtimal de sizlere başka mektup yazamayacağım ve kısa süre önce kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Murat Saat gibi cezaevinde yaşamını yitiren tutsakların arasında yerimi alacağım.”