Amerikalı yazardan Datça anıları

Amerikalı yazardan Datça anıları

T24- Türkiye pek çok yazar tarafından anlatılmış bir ülke. Hatta oryantalist yazarlardan bile nasibini almış. Pek çok şehri farklı insanlar tarafından ya sevilmiş ya da yerilmiş. Şimdi bu kitaplara bir yenisi daha eklendi. Vendela Vida’nın yazdığı The Lovers... Kitap ilginç ve bir o kadar da tartışmalı bir İstanbul ve Türkiye portresi çiziyor. Taraf gazetesinde yer alan haberde, New York Times yazarlarından Josh Emmons’ın tartışma yaratacak kitap hakkında yazdığı yazının tam metni şöyle:The Lovers (Âşıklar) romanının başlarında, Türkiye’ye tatile giden orta yaşlı Amerikalı Yvonne, kiraladığı evin kütüphanesinde bir kitap bulur: The Woman’s Guide to Anal Sex (Kadının Anal Seks Rehberi). Sayfalarına şöyle bir göz gezdirdikten sonra koltuğun altında yerli pornografik yayınlar ve bir tür seks salıncağı olduğu anlaşılan garip bir âlet bulur. Utanç ya da heyecan ya da şaşkınlık –ya da dehşet ya da nostalji ya da merak- duymak yerine haftalığına bin dolar ödediği bu konaklama mekânında ortalığa saçılmış erotik ögelerin kendinde bir nebze karşılık bulduğunu hisseder.

30 yıldır ilk defa tek başına seyahate çıkan New England’lı orta sınıfa mensup birçok kadın soğukkanlı olamayacağı için, Yvonne’nin hikâyesi de başından itibaren evlilik, ebeveynlik ve yaşamları sona erdiren ve dönüştüren kazaların alışılmadık ve merak uyandıran keşfi olarak görülebilir.

Yvonne, kocasının iki yıl önceki ölümünden sonra, “bulanık ve uhrevi bir halde kozasına çekildi... bu onu, çocuklarından, öğrencilerinden ve dünyanın geri kalanından ayırdı” ve böylece kıyı şehri Datça’ya geldi; 30 yıl önce burada geçirdiği balayının anılarını yeniden yaşamak için. Ve komşularının, iyi olduğunu duymak için (samimi olmasa da) hatırını sorduğu Burlington’da bir dul olarak görülmekten kaçmak için...

Kalıntılarla ünlü bir ülke

Türkiye’ye bir de, yaşlarını almış ikizleri Matthew ve Aurelia’yla buluşmak için geldi. Ege’de bir tekne gezisinde biraraya geleceği çocuklarından biri harika bir restoran işletmecisi, diğeri ise uyuşturucu tedavisi görüyor. Fakat bu gezinin, onun hâlâ maceraperest biri olduğunu, dümeni yabancı bir ülkeye çevirebileceğini ya da lisede bir hafta içinde defalarca Oliver Cromwell üzerine ders verdikten sonra hâlâ aklını yitirmediğini kanıtlama çabası olması muhtemel.

Sonuçta bu açıklamaların her biri geçerli ve tâli. Vendela Vida’nın bir önceki harikulade romanı Let the Northern Lights Erase Your Name’de (Bırak Kuzey Işıkları İsmini Silsin) ülkesinden uzak Amerikalı bir kadın çıkar karşımıza. Etrafındaki egzotik ortamdan ziyade geçmişinin bir o kadar gizemli bölgelerini ortaya çıkarmaya çalışır. Truva ve Efes gibi antik kalıntılarıyla ünlü bir ülkede bu aynı zamanda hem absürd hem de makul.

Yvonne çocuklarını doğru düzgün ya da anlayışlı bir biçimde yetiştirip yetiştirmediğinden emin değildir. Oğluyla birbirilerini çok az tanırlar, kızı da küçük yaşlarından itibaren hep sorunlu biri olmuştur. Evliliğe gelince, hangi yanını bu birliktelikte kaybetmişti, yoksa ilişki bütününde başarılı mıydı, kestiremiyor. Bu soruların altında aslında gerektiği gibi yaşayıp yaşamadığını bilme arzusu yatıyor. Bir tarih öğretmeni olarak, Solon’un Lidya Karunu’na verdiği nasihati iyi bilir: “İnsan öldüğü âna kadar, mutlu olup olmadığını bilemez” ve bu öğüt onun cevap arayışını büyüleyici olduğu kadar anlamsız kılar.

İstanbul açık Datça geri

Zamanın çoğu geçmişe bakarak geçse de Yvonne, Türkiye konusunda iyi bir gözlemcidir. Henry James’in yazarlara tembihlediği gibi, o da kendinden hiçbir şey kaybetmeyen biridir.

Uçakta, İstanbul’dan yola çıkan Türkleri rahatsız edeceği düşüncesiyle “bol, uzun kollu bir bluz ve ayak uçlarına kadar uzanan bir etek giyer –boğucu ve gereksiz bulduğu bir kıyafet. Uçakta, İstanbul’dan gelenlerin hiçbiri başörtüsü takmıyordur. Çoğu genç ve zengin Türk kadınları, kot pantolon, pullu tişörtler ve yüksek topuklu sandaletler giyiyordur. Koltukların geri kalanında yazlık elbiselerini giymiş İngiliz doktora öğrencileri, uzun şortlu Türk erkekleri ve parlak dar gömlekli Norveçli kızlar ve onların ne idüğü belirsiz erkek arkadaşları oturuyordur.”

Datça’ya varınca, buraya son gelişinden bu yana beldenin nasıl gerilediğine dikkat çeker. Yaptığı tanım, hayatında eski bir şehir rehberi kullanmış herkese maalesef tanıdık gelecektir: “Lokantaların yarısı kapanmış. Kalanların tezgâhında kırılmış buzların üstünde hasta görünümlü balıklar yatıyor. Garsonlar kirli bezlerle, yemek peşindeki uyuz kedileri kışkışlıyor. Almanca konuşan bir avuç turist kafelerin dışında oturuyor, tenleri güneşten garip bir turuncuya dönmüş.” Şu Almanlara dair olan her şey kasvetli belki ama –her nedense hoş bir şekilde- komedi sahnesini tamamlamak için gerekli miktardaki sıradanlığı veriyor.

 Zarif ve otoriter bir yazarİşte Âşıklar böyle bir roman. Belki de Yvonne’nin pişmanlık duyduğu çok şeyi olduğu için, sıradışı insanlardan ve mekânlardan zevk alabiliyor. Acısını körelten ve hatta silen yabancılar arasında, evsahibinin, karşılaşmalarının ilk dakikalarında yaşadığı aile içi şiddeti ve ihanetlerini anlatan eski Dove sabunu mankeni karısı ile onu anlamayan ve sefaleti görmüş sahildeki genç deniz kabuğu koleksiyoncusu var. Bu, dünyanın çirkinliğine hastalıklı bir şekilde duyarlı olan bir kadın, öyle ki, en ufak bir güzellik pırıltısı mutluluğunu ikiye katlıyor.

Vida, sesi zarif ve otoriter olan ince bir yazar, kimi zaman Paul Bowles’un daha az gotik modeli gibi... Üçüncü romanı da karakterleri öngörülemez biçimde cazip kılabildiğinin başka bir kanıtı. Sonu biraz aceleye gelmiş gibiyse de (bazı durumlar gelişigüzel terkedilmiş) tatmin edici. Kaybolmayacak şeylerden kurtulma arayışındaki bir kadının muhteşem bir portresi.