Amerika'nın konuştuğu Türk yazar

Amerika'nın konuştuğu Türk yazar

T24 - Son günlerde ABD'de bir Türk yazarın Rus edebiyatını konu alan bir kitabı konuşuluyor. Geçtiğimiz ay yayımlanan ve New York Times, Los Angeles Times gibi gazetelerden övgü alan The Possessed (Ecinniler) adlı kitap, Rus edebiyatını sıradan okurun gözünde kalın klasiklerle dolu ve puslu bir alan olmaktan çıkarıyor.

Edebiyat üzerine denemelerden oluşan kitabın yazarı, göçmen bir Türk ailenin kızı olan ABD doğumlu Elif Batuman. Harvard Üniversitesi mezunu olan Batuman, Stanford Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat bölümünde öğretim görevlisi. Bugüne kadar başta New Yorker ve Harper's olmak üzere ABD'nin önde gelen dergilerinde makaleleri yayımlanan yazar, Türkiye'de pek tanınmasa ve kitabı henüz Türkçeye çevrilmese de Amerikalı edebiyat okuru ve edebiyat dünyası için artık tanıdık bir isim.  Zaman gazetesinden Rüya Karlıova'nın haberi.Rus edebiyatı, okuması ve çalışması zor edebiyat alanı olarak görülür hep. Neden Rus edebiyatı konusunda uzmanlaşmayı seçtiniz?

Bu, biraz kişisel ilgi alanıyla ilgili. Ama bir yandan da Rus edebiyatının uluslararası bir çekiciliği var. Rus edebiyatı, okudukça ilgimi çekti, hatta Anna Karenina'yı ilk kez Ankara'da büyükannemi ziyaret ettiğimde, onun evinde bulduğum eski bir Penguen baskısından okumuştum. Rus edebiyatını seçmemde biraz da Soğuk Savaş'ın etkisi var aslına bakarsanız. Soğuk Savaş sürecinde büyüdüm. Bu nedenle Rusya herkes gibi benim için de gizemli bir yerdi. Biraz da Türkiye'ye benzetiyordum, yani ne tam olarak Avrupa ne tam olarak Avrupa dışındaydı. Her şey bir sır gibiydi. ABD kadar büyük ve güçlü bir ülke ama her şeyin tamamen farklı olduğu bir yerdi benim gözümde. Bu açıdan ilginç ve romantik geldi sanırım.

Rusya'yı bazı açılardan Türkiye'ye benzettiğinizi söylediniz. Peki, iki edebiyatı da bilen biri olarak Türk edebiyatı ve Rus edebiyatı arasında karşılaştırmalı okumalar denediniz mi?

Nâzım Hikmet'in Mayakovski'den etkilenmiş olduğu olduğu zaten biliniyor. Orhan Pamuk, geçtiğimiz yıllarda Stanford'a gelmişti. O da Türk edebiyatı ve Rus edebiyatı ilişkisi ve yine Doğu ve Batı arasındaki belirsiz denebilecek konumlanmaya ilişkin ilginç şeyler söylemişti. Bir etkileşim olduğu açık. Örneğin Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanı bana Gorki'nin tarzını hatırlatmıştır hep. İlerleme, eğitim, çocuklara verilen önem bağlamında.

Yeni kitabınız The Possessed'de Türk edebiyatına ilişkin görüşleriniz de yer alıyor. Türk okurlarının çok roman okumadığına ilişkin bir gözlem aktarmışsınız örneğin. Nasıl değerlendiriyorsunuz Türk edebiyatını bugün?

Aslında bugün benim çocukluğumda olduğundan çok daha fazla roman basılıyor. İstanbul'u ziyaret ettiğimde kitapevlerinin Türk romanı bölümünde adeta bir patlama olduğunu gördüm. Orhan Pamuk'un bunda etkili olduğunu düşünüyorum. Yani romancılığı kabul edilebilir bir meslek haline getirdi belki Nobel'le. Bugünün Türk edebiyatı çok ilgi çekici ve çeşitlilik içeren bir hal aldı.

Kitabınızda Orhan Pamuk'u okuyamadığınızı, sıkıcı bulduğunuzu yazmışsınız ama...

Evet, Orhan Pamuk'un romanlarından çok edebi kişiliğine ilgi duyuyorum. Edebiyat ve yazma süreci hakkındaki düşünceleri ilgimi çekiyor.

Siz de çok dilli, diller arasında gidip gelen bir yazar ve akademisyensiniz. Yabancı dilde eser vermek konusunda ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Örneğin Elif Şafak, Aşk'ı biliyorsunuz İngilizce yazdı. Siz Türkçe yazmayı düşünüyor musunuz?

Doğrusu bunu yapabilecek kadar iki dilli insanları hep kıskanmışımdır. Doğrusu benim Türkçem bu dilde bir eser verebilecek kadar iyi değil, sadece elektronik postalarımı yanıtlayabiliyorum. Bunu yapabilmeyi çok isterdim. Ama gerçekçi olmak gerekirse bu zor gibi görünüyor. Yine de bir yazar olarak başka bir dilde yazmak çok heyecan verici olmalı. Bunu yapabilen çok iyi örnekler var, biliyorsunuz. Örneğin Nabokov ilk eserlerini Rusça yazsa da, İngilizce yazdıkları çok daha parlak bence. Fransızca yazan Samuel Beckett, Milan Kundera gibi yazarlar da var.

Kitabınızda akademi ve yazarlık arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığınızı ve gerçekçi davranarak akademiyi tercih ettiğinizi anlatıyorsunuz. Birbirini öldüren tercihler mi sizce bu ikisi. Memnun musunuz akademisyenliği tercih etmiş olduğunuz için?

Edebiyatla ilgileniyorsanız ABD'de birkaç seçim şansınız var üniversiteden sonra. Ya yazar olacaksınız, ya akademisyen, ya yayın dünyasına gireceksiniz ya da gazeteci olacaksınız. Hayat şartları dikkate alındığında artık daha çok insan akademiyi tercih ediyor. Orada da yol ikiye ayrılıyor. Ya 5 ile 7 yıl arasındaki bir doktora programını bitirip edebi eleştiri alanına yönelecek ya da yaratıcı yazarlık programlarını deneyeceksiniz.

Ve siz Stanford'da karşılaştırmalı edebiyat alanında doktora yapmayı yani akademiyi seçtiniz...

Evet, roman yazmayı denedim. Ama daha sonra gerçekle daha çok ilgili olduğumu fark etmeye başladım. Romanlarında kendi deneyimlerini kullanan pek çok yazar olduğunu biliyorum. Bundan sonra yazmayı planladığım kitap da kafamda oluşmaya başladı. Yine bu kitapta olduğu gibi otobiyografik öğelere dayanacak ama daha kişisel olacak.