T24 - Türk okurunun daha çok tarihsel romanlarıyla tanıdığı Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf ''Çivisi ÇıkmışDünya'' adlı deneme kitabında yanlış ve çıkarcı politikaların doğurduğu ekonomik ve siyasal krizlerle mücadele eden insanlık anlatılıyor. Kitapta Türkiye'yi de ele alan Maalouf, Atatürk bölümünde, Atatürk'ün elde ettiği meşruiyetin onun ölümünden sonra da devamettiğini ve bugün de Türkiye'nin onun adına yönetildiğini yazıyor.Radikal gazetesi yazarı Mahfi Eğilmez'in, Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün 71'inci yıldönümünde, Amin Maalouf'un 'Çivisi Çıkmış Dünya' kitabındaki Atatürk bölümünden alıntılar yaptığı (10.11.2009) ''Amin Maalouf ve Atatürk'' başlıklı yazısı şöyle:Bugün 10 Kasım. Amin Maalouf’un Yapı Kredi Yayınları’ndan Orçun Türkay çevirisiyle çıkmış olan ‘Çivisi Çıkmış Dünya’ kitabından aşağıdaki alıntıları yorumsuz sunmak istiyorum. “Birinci Dünya Savaşının ertesinde bugünkü Türkiye toprakları çeşitli itilaf orduları arasında paylaşılırken ve Versailles’da ya da Sevres’de toplanan Batılı güçler duygusuz biçimde insanlara ve topraklara sahip olurken Osmanlı ordusunun bu subayı (Mustafa Kemal) galiplere hayır deme cesaretini göstermiştir. Birçokları karşılaştıkları haksızlıklardan yakınırken, Mustafa Kemal Paşa silaha sarılmış, ülkesini işgal eden yabancı birliklere karşı koymuş ve diğer güçleri tasarılarını gözden geçirmek zorunda bırakmıştır. Bu ender rastlanan tutum söylemek istediğim hem yenilmez olarak ün salmış düşmanlarına karşı direnme gözüpekliğini sergilemesi, hem de bu savaşımdan galip çıkması onun meşruiyet kazanmasına yol açmıştır. Kısa süre içinde ulusun kurucusu konumuna gelen eski subayın Türkiye’yi ve Türkleri istediği gibi yeniden biçimlendirmek için uzun süreli bir gücü vardır artık... Halkı da onu izlemiştir. Çok da şikayet etmeden, gelenekleri ve inanışları alt üst etmesine izin vermiştir. Neden? Çünkü halkını tekrar gururlandırmıştır. Halka haysiyetini geri veren kişi ona pek çok şeyi kabul ettirebilir. Ondan fedakârlıklar, kısıtlamalar isteyebilir ve hatta buyurganca davranabilir; halk yine de onu dinleyecek, savunacak, onun sözünü dinleyecektir; sonsuza dek değil ama uzun süreliğine. Dine çatsa bile, yurttaşları çok da sırtını dönmeyecektir ona. Siyasette, dinin kendisi bir amaç değildir, düşüncelerden biridir yalnızca; meşruiyet en inançlı olana değil, mücadelesi halkınkiyle aynı olana verilir... '' (sayfa 80-82)“İslam aleminde pek çok lider, Türkiye örneğine öykünmeyi düşledi. Afganistan’da 26 yaşındaki gencecik kral Emanullah 1919’da tahta geçti ve Atatürk’ün izinden gitmek istedi. Ordusunu işgalci İngiliz birliklerinin üstüne sürdü ve ülkesinin bağımsızlığının tanınmasını sağladı. Bu şekilde kazandığı saygınlıktan güç alıp iddialı reformlara girişti, çok eşliliği ve peçeyi yasakladı, erkek ve kız çocuklar için modern okullar açtı, özgür basının ortaya çıkmasını destekledi. Bu deneyim 10 yıl sürdü, 1929’da Emanullah kendisini dinsizlikle suçlayan gelenekçi liderlerin komplosuyla tahttan indirildi... İran’da Rıza Şah’ın girişimiyse daha uzun süreli oldu. Atatürk’e hayran bir kişi ve tıpkı onun gibi subay olan Rıza Şah kendi ülkesinde aynı modernleştirici girişimi gerçekleştirmek istiyordu; ama en sonunda gerçek bir kopmayı başaramayıp Avrupa tarzı bir cumhuriyet yerine yeni bir hanedanı, Pehlevi hanedanını kurmayı yeğledi ve bir bağımsızlık çizgisi izlemek yerine güçler arası çelişkilerden yararlanmaya çalıştı. Kuşkusuz model aldığı kişiyle (Atatürk) aynı yeteneklere sahip değildi... Hanedan, iktidarı korumak için İngilizlerle, ardından da Amerikalılarla, yani İran halkının refah ve onurunun düşmanı olarak gördüğü ülkelerle ittifak yaptı... Atatürk örneğinin tersi bir örnek bu. Düşman güçler tarafından korunduğu düşünülen birinin meşruiyeti kabul edilmez ve giriştiği her iş değersiz görülür; ülkeyi modernleştirmek istiyorsa, halk modernleşmeye karşı çıkar; kadınları özgürleştirmeyi hedefliyorsa, sokaklar protestocu çarşaflarla dolar.” (sayfa 82 ve 83)“Pek çok sağduyulu reform başarısızlığa uğramıştır, çünkü nefret edilen bir iktidarın imzasını taşıyordur! Bunun tersine, pek çok akla aykırı eylem de alkışlanmıştır, çünkü savaşçı meşruiyetin damgasını taşıyordur! Öte yandan, bu durum bütün dünya için geçerlidir; bir öneri oylanırken, seçmenler önerinin içeriğindense, onu temsil eden kişiye güvenip güvenmediklerine göre kararlarını verirler...” (sayfa 83) “Atatürk’ün elde ettiği meşruiyet onun ölümünden sonra da devam etmiştir ve bugün de Türkiye onun adına yönetilmektedir. Onun düşüncelerini paylaşmayanlar bile ona belli bir bağlılık sergilemek zorunda hissederler kendilerini.”