Hükümetin, AB'ye "Daha ne yapalım?" diyerek çıkarttığı yargı reformunun yürürlüğe girmesinin üzerinden çok kısa bir süre geçti.
Reformla ilgili olarak temel beklenti Terörle Mücadele Kanunu'nda nasıl bir değişiklik yapılacağıydı.
Yapıla yapıla, Terörle Mücadele Kanunu'na, "haber ve düşünce açıklamaları suç oluşturmaz" ifadesi eklendi. Paket henüz tartışılırken, bu düzenlemenin yargı pratiğini hiç etkilemeyeceği, yargının içindeki güç savaşlarının asıl belirleyici olduğu uyarıları yapıldı ama nafile, hiçbir etkisi olmadı.
Bu düzenlemenin hiçbir sonuç vermeyeceği, yargının bildiği yolda gideceği ise Cumhuriyet davasının yeniden görülmesiyle iyice açığa çıktı.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi, gazetecilerin aylarca hatta yıllarca tutuklu kalmasına neden olan davada, "Suç yok, yanılgı var" tespitinde bulunmuş ve Ahmet Şık dışındaki isimler yönünden davanın 'beraat' ile sonuçlandırılmasını istemişti. Daire, farklı bir suçtan yargılanmasına karar verdiği gazeteci, HDP milletvekili Ahmet Şık'la ilgili olarak da Basın Kanunu uyarınca iddialara yönelik haberleri için süresinde dava açılmadığını ancak aynı haberlerin internette de yayınlanması ve internetin Basın Kanunu kapsamında olmaması nedeniyle yargılamanın yürütülebileceğini kaydetmişti.
Cumhuriyet davasında sanıklar Akın Atalay, Mehmet Murat Sabuncu, Mehmet Orhan Erinç, Aydın Engin ve Hikmet Çetinkaya hakkında 'silahlı terör örgütüne yardım' suçundan verilen cezaları bozan Yargıtay 16. Ceza Dairesi, "örgüte yardım" suçunun ancak bilinçli bir biçimde işlenebileceğini de vurgulamıştı. Basın özgürlüğünün sınırlarını tartışan daire, kuşkuyla ceza verilemeyeceğine dikkati çekerken, Kadri Gürsel'in bireysel başvuru için "hak ihlali" diyen Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararına da atıf yapmıştı.
Daire, söz konusu kararda, 2013 öncesinde Cumhuriyet Vakfı'nda görev alanların tanık olarak alınan ifadelerinde, sanıkların herhangi bir terör örgütüyle irtibatlarının bulunmadığını, terör örgütlerini desteklemek amacıyla gazete yönetimini ele geçirmenin söz konusu olmadığını ifade ettikleri bilgisinin yer aldığına dikkati çekmişti. Daire'nin kararı şöyle bitiyordu:
"Yüksek de olsa bir olasılığa dayalı olarak sanıkların cezalandırılmasının ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaştırmayacağı, ceza yargılamasında mahkûmiyetin büyük veya küçük olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmasının şart olduğu, tüm bu değerlendirmeler dikkate alındığında ve adli hataların önüne geçebilmenin başka bir yolu olmadığı da nazara alınarak, eser sahibi veya genel yayın yönetmeni olmayan sanıkların, 'silahlı terör örgütüne yardım etmek' amacıyla doğrudan kastla hareket ettiklerine dair, her türlü şüpheden uzak somut delile dayanmadan mahkûmiyet hükmü kurulamayacağı gözetilmeksizin, delillerin değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu yazılı şekilde mahkûmiyet hükmü kurulması kanuna aykırıdır."
Daire, sadece Ahmet Şık için tartışılacak gerekçelerle ceza istemişti. Kararda, CMK uyarınca aynı davada yargılanan ancak cezaları 5 yılın altında olduğu için yeniden cezaevine konulan Önder Çelik, Bülent Utku, Güray Tekinöz, Hacı Musa Kart, Hakan Karasinir, Mustafa Kemal Güngör ve Ahmet Kadri Gürsel'e de bu hükmün sirayet ettirilmesi istenmişti. Böylece, cezaevindeki isimler de gecikmeli olarak özgürlüklerine kavuşmuşlardı.
İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi, bu bozma kararı uyarınca yeniden yargılama yaptı ve davayı ilk kararında direnerek hükme bağladı.
Yargı reformu, bu reform adı altında yapılan "haber ve düşünce açıklamaları suç oluşturmaz" değişikliği mahkemeyi etkilemedi. Yargıtay'ın yaptığı yorumların etkilemediği gibi…
Şimdi dosya Yargıtay Genel Kurulu'nda görüşülecek ve nihai karara bağlanacak. Genel Kurul'un kararına yerel mahkemenin direnme hakkı yok. Ancak yargının uygulamaları o kadar değişken ki ne yerel mahkemenin ne Yargıtay üyelerinin hangi konuda nasıl bir tutum izleyeceğini anlayabilmek de çok mümkün değil. Bu nedenle Cumhuriyet davasında hukukun belirleyici olmasını dilemek dışında söylenecek her şey anlamsız hale gelmiş durumda.