Anayasa Mahkemesi’nin iki yüzü

Anayasa Mahkemesi, 2016’da farklı dosyalardan tutuklanan 9 gazetecinin, mahkeme kararlarına karşı yaptığı başvuruları 2,5 yılı aşkın bir süreden sonra karara bağladı ve 6 gazetecinin tutuklanmasında “hak ihlali bulunmadığına” karar verdi. Daha önce Can Dündar-Erdem Gül, Mehmet Altan-Şahin Alpay kararlarında basın özgürlüğünün sınırlarını net biçimde çizen Yüksek Mahkeme, bu kez kararlarının tam aksi yönünde hareket etti. Yüksek Mahkeme, bu başvurular için “hak ihlali kararı” vermiş olsa,  cezaevinde bulunanların tahliyelerinin, bulunmayanların davalarının sonucunun değişmesinin önü açılacaktı. Ancak daha önce Can Dündar-Erdem Gül kararı nedeniyle ağır biçimde eleştirilen Yüksek Mahkeme, kendisi açısından “en risksiz” yolu seçti. Önceki kararların “bağlayıcılığı” da bu yolu seçmesine engel olamadı.

Cumhuriyet gazetesinin eski Yayın Yönetmeni Can Dündar ve eski Ankara Temsilcisi Erdem Gül, MİT TIR’larının durdurulması haberlerinden yaklaşık 6 ay sonra tutuklandıklarında, herkes, bu iki ismin Gülen Cemaati’yle nasıl ilişkilendirildiği konusunda şaşkındı.

Anayasa Mahkemesi, iki gazeteci tutuklandıktan sadece 2,5 ay sonra, bireysel başvurularını görüşerek, tahliyelerinin yolunu açtı. Karar, basın özgürlüğü açısından önemliydi:

“Başvurucuların tutuklanması kararına esas alınan temel olgu, durdurulan ve aranan tırları konu alan iki haberin Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmasıdır. Tutuklama kararlarında isnat edilen suçlara ilişkin olarak mevcut delil durumunun tutuklama için yeterli olduğu belirtilmiş ise de anılan haberler dışında somut herhangi bir delilden bahsedilmemiştir. Tutuklama kararının gerekçesinde söz konusu haberlerin "siyasal veya askeri casusluk maksadıyla" yayımlandığına ilişkin kuvvetli suç şüphesine başvuruculara isnat edilebilecek hangi somut olgulardan hareketle ulaşıldığı açıklanmamıştır.  Tutuklama gerekçesinde "silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme" suçuna ilişkin kuvvetli suç şüphesi yönünden ise başvurucuların, yayımladıkları haberlerin "hakkında soruşturma devam eden terör örgütü ile ilgili olduğunu mesleki durumları itibarıyla bilmeleri gerektiği" kanaati dışında somut bir olgu gösterilmemiştir.”

AİHM’e Ahmet Şık göndermesi

Aynı kararda, Anayasa Mahkemesi, AİHM’nin Ahmet Şık/Nedim Şener kararına da atıf yaparak, “AİHM’in Nedim Şener/Türkiye ve Şık/Türkiye kararlarında belirtilen ilkeler de dikkate alındığında, yayımlanan haberler dışında herhangi bir somut olgu ortaya konulmadan ve gerekliliğine ilişkin gerekçeler gösterilmeden tutuklama tedbiri uygulanmasının başvurucular ve genel olarak basın üzerinde caydırıcı bir etki doğurabileceği de açıktır” ifadelerini kullandı.

Erdoğan’dan tepki

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karara tepkisi sert oldu. Erdoğan, açıklamasında şunları dedi:

“Anayasa Mahkemesi bu ülkede devletin ve milletin hakları, menfaatleri, çıkarları konusunda en fazla hassas olması gereken kurumların başında geliyor. Ama bu kurum, üstelik de Başkanının da içinde yer aldığı bir kısım üyeleri eliyle son dönemde Türkiye'ye yönelik en büyük saldırılardan birinin somut örneği olan bir konuda ülkesinin ve milletinin aleyhine karar almaktan çekinmemiştir. Sayın Başkan bana daha önceleri bizzat kendisi söylemiştir, 'gerekçeyi hazırlamadan asla karar açıklamayız' diye. Ama ne yazık ki şimdi ben bu olayı yaşayınca gerçekten çok üzüldüm ve buradan söylüyorum, çok kırgınım. Niye, o makamda olana dürüstlük yaraşır da onun için. Bana bunu söylediler. Çünkü önceki başkanı gerekçe hazırlanmadan alelacele açıklanan kararlarda eleştiren bu arkadaşımız, bu defa alelacele böyle bir kararı açıklama konumuna gelmiştir."

Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu da kararı eleştirerek, “İlk derece mahkeme ne demiş, casusluktan bunu tutuklamış. Siz ne diyorsunuz; 'hayır burada böyle bir şey yok.' Oraya iade ediyorsunuz. Fakat daha önce casusluktan tutuklanmayı isteyen mahkemenin de verdiği kararı anlamıyorum. Halbuki ilk derece mahkeme de kararında direnebilirdi. Diren bakalım. O zaman Anayasa Mahkemesi ne yapacak, bir de onu görelim. Bence o verdiği kararda direnmiş olsaydı inanıyorum ki dengeler çok daha farklı gelişecekti" yorumunu yaptı.

Altan/Alpay kararı

Anayasa Mahkemesi, Dündar ve Gül’e tahliye yolunu açtıktan kısa süre sonra Cumhuriyet’e yönelik operasyonlar sürdürüldü. 2016’da Akın Atalay, Bülent Utku, Ahmet Şık, Kadri Gürsel, Murat Sabuncu gibi isimler tutuklandı ve Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.

Aynı dönemde cemaate yardım iddiasıyla Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler, Nazlı Ilıcak, Murat Aksoy, Ali Bulaç, Şahin Alpay gibi çok sayıda gazeteci de tutuklandı ve tutukluluğa karşı Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.

Yüksek Mahkeme, bu başvurulardan sadece Mehmet Altan ile Şahin Alpay’ın dosyasını görüştü. İki isimle ilgili “hak ihlali” kararı veren Anayasa Mahkemesi’ne göre, Altan ve Alpay’ın 15 Temmuz öncesindeki yazıları ve katıldıkları programlardaki sözleri basın özgürlüğü kapsamındaydı ve gözaltına alınmaları bile hak ihlali anlamına geliyordu. Karar, ancak 5 ay sonra uygulandı ve iki isim tahliye edildi. Anayasa Mahkemesi, o günden sonra 2016’daki başvuruların hiçbirini düne kadar gündemine almadı.

Hükümetten tepki gösteren isim bu kez dönemin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ oldu. Bozdağ, “Alpay ve Altan kararıyla Anayasa Mahkemesi; anayasa ve yasaların çizdiği sınırı aşmış, kendini ilk derece mahkemesi yerine koyarak vaka ve delil değerlendirmesi yapmış; suçun oluşumunu ve delil durumunu değerlendirmiştir” yorumunu yaptı.

AYM-AİHM ittifakı

Tahliye yolunu açan her kararında sert tepki ile karşılaşan Anayasa Mahkemesi, 2,5 yıldır “tutukluluk” itirazlarını karara bağlamıyordu. Oysa başvuranların tutukluluğu bitmiş, tahliye olmuşlardı. Bir bölümünün davası kesin hükme bağlanmış, bir bölümünün dosyası Yargıtay’da bekliyordu. Cumhuriyet yazarlarından beş yılın altında ceza alanlar, cezalarının infazı için yeniden cezaevine bile konulmuştu.

Anayasa Mahkemesi gibi AİHM de ne hikmetse dosyaları bir türlü karara bağlamadı. Normalde, sadece bu kadar ağır davranılmasını bile “Hak ihlali” sayan AİHM, Anayasa Mahkemesi ile neredeyse birlikte hareket eder noktaya geldi.

Ne değişti?

Ancak AİHM’nin son dönemde bu dosyalar nedeniyle ağır biçimde eleştirilmesi nedeniyle olacak, Anayasa Mahkemesi aniden Cumhuriyet davasında ceza alan Akın Atalay, Bülent Utku, Ahmet Şık, Murat Sabuncu ve Kadri Gürsel ile yine “cemaat” odaklı davalarda ceza alan Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Murat Aksoy ve Ali Bulaç’ın başvurularını seçimden hemen sonra 2 Mayıs gündemine aldı.

Beklenti yüksekti. Önceki kararlar, sadece haber ve yazılar nedeniyle “gazetenin yayın politikasının değiştirilerek cemaate yardım”la suçlanan Cumhuriyet eski çalışanları için hak ihlali kararı verilebileceğini gösteriyordu.

İhlal kararı, Yargıtay’da dosyaları bekleyen gazetecilerin cezalandırılmasına yönelik yerel mahkeme kararını da etkileyebilecekti.

Mehmet Altan/Şahin Alpay kararı da Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak için karine oluşturuyordu. Hak ihlali kararı, ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilen ancak Yargıtay Başsavcılığı’nın “hatalı” bularak, değiştirilmesini istediği bu kararı etkileyebilecek, iki isim için tahliye yolu açılabilecekti.

Ancak önceki kararlara rağmen Anayasa Mahkemesi, sadece Kadri Gürsel, Ali Bulaç ve Murat Aksoy yönünden “hak ihlali” kararı verdi. Diğer gazetecilerle, bu gazeteciler arasında ne fark olduğu belirsiz. Gerekçede şüphesiz çeşitli nedenler belirtilecek. Ancak bu gerekçelerin de gelinen noktada çok bir anlamı yok. Her şey, herkesin gözü önünde yaşandı ve yaşanıyor. Özgürlüğe değil yasak ve cezaya gerekçe arayan bir yargı sisteminin tepesindeki Yüksek Mahkeme’nin çelişkili kararları ve tutumu ise tarihe yazılıyor. Açılış törenlerindeki süslü sözler, suya sabuna dokunmayan meselelerdeki demokratikleşmeye yönelik yorumlar, tepki çekmeyecek, çok tanınmayan isimlerle ilgili davalara yönelik özgürlükçü yaklaşımlar da bu noktada anlamını bütünüyle yitiriyor.