Anayasa Mahkemesi, Osman Baydemir'in başvurusunda hak ihlali kararı verdi

Anayasa Mahkemesi, Osman Baydemir'in başvurusunda hak ihlali kararı verdi

Anayasa Mahkemesi, Osman Baydemir'in başvurusunda Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ve Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Mahkeme, Baydemir’e 30 bin TL manevi tazminat ödenmesine de hükmetti.

Anayasa Mahkemesi kararında Anayasa’nın “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.” Maddesi hatırlatıldı.

Evrensel'in haberine göre, Anayasa Mahkemesi içtihadına göre henüz mahkûm edilmemiş olsa bile ertelenen kovuşturmanın gelecekte yeniden başlayabilme olasılığının başvurucularda stres ve cezalandırma endişesini devam ettireceği kanaatine varıldığına dikkat çekilen AYM önceki hararlarına atıfla, söz konusu kararlarda başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerine müdahalede bulunulduğunun kabul edildiğini hatırlattı.

"Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale"

AYM kararında “Temyiz öncesinde hapis cezasına hükmedilerek erteleme kararı verilen ve bozma kararı sonrasında hakkındaki kovuşturma ertelenerek üç yıl süreyle denetim altına alınan başvurucu hakkında henüz kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmamasına rağmen o dönem milletvekili olan başvurucunun ilerde kovuşturmaya maruz kalma ve cezalandırılma riskinin bulunduğunun dikkate alınması gerekir. Bu sebeplerle başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilerek denetim altına alınmasının başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğunun kabul edilmesi gerekir” ifadeleri yer aldı.

Anayasa Mahkemesinin daha önce pek çok kez demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini açıkladığına vurgu yapılan kararda, “Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Derece mahkemelerinin böyle bir ihtiyacın bulunup bulunmadığını değerlendirmede belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir” denildi.

"Siyasi ve kamu yararını ilgilendiren meseleler söz konusu"

Anayasa’nın 34. maddesinde, fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının güvence altına alındığına vurgu yapılan kararda “Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır. Dolayısıyla kendine özgü özerk işlevine ve uygulama alanına rağmen -ifade özgürlüğünde olduğu gibi- siyasi ve kamu yararını ilgilendiren meseleler söz konusu olduğunda toplantı hakkına yapılan müdahaleler daha dar yorumlanmalıdır” ifadeleri yer aldı.

"Bireyin korunması gerekir"

“Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplanma özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edebilmesi imkânı sunulmalıdır” denilen kararda, güvence altına alınan toplantı hakkını kullanırken kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı da bireyin korunması gereğine işaret edildi. Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesinin çoğulcu demokrasinin gereği olduğuna dikkat çekilen kararda, toplantı barışçıl ise veya herhangi bir şiddet tehlikesi bulunmuyorsa yalnızca bildirim yükümlülüğüne uyulmadığı gerekçesiyle dağıtılamayacağı belirtildi. Toplantıyı organize edenlere ya da yönetenlere yaptırım uygulanabilmesi için bu kişilerin bildirim prosedürüne başvurma imkânlarının bulunması ve buna rağmen başvurmamış olmalarının gerektiğinin belirtildiği AYM kararında cezanın da, izlenen meşru amaçlarla orantılı olması gerektiği vurgulandı. “Barışçıl bir gösteri veya basın açıklaması nedeniyle ilke olarak bu gösteri ya da toplantıya katılan kişilere kınanabilir bir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek cezai bir yaptırım da uygulanmaması gerekir” denilen kararda  barışçıl gösteriye katılanlar hakkında gösteri sonrasında idari para cezaları verilmesi gibi yaptırımların kişilerin haklarını kullanmalarında caydırıcı etkiye neden olabileceği belirtildi.

Kararda “Keyfî uygulamalardan ve usulsüz sınırlandırmalardan kaçınılması için derece mahkemelerince barışçıl bir toplantıya, tedbir almak veya alınan tedbirlere aykırı davrananlara ceza vermek suretiyle yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olduğunun ilgili ve yeterli gerekçe ile ortaya konması, kamu düzeni ve başkalarının haklarının korunması ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılması arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir” dendi

"İddianamede belirtilen eylemlere ilişkin herhangi bir isnat bulunmamaktadır”

"Başvurucunun gruba hitaben konuşması sırasında terör örgütü ve terör örgütü liderini övücü nitelikte sloganlar atıldığı belirtilmekle birlikte iddianamede belirtilen eylemlere ilişkin herhangi bir isnat bulunmamaktadır” denilen kararda, haklarında kamu davası açılan şahısların yasa dışı slogan attıklarına veya suç unsuru poster taşıdıklarına dair herhangi bir tespit yapılamadığının belirtildiği hatırlatıldı.

“Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamlar bu tehditleri bertaraf etmek amacıyla tedbirler alabilirler. Bu tedbirlere aykırı toplantılar düzenlenmesi, bu tür toplantılara katılınması veya bu tür toplantılarda suçlar işlenmesi hâlinde de ceza verilebilir. Bu tedbir ve cezalar barışçıl toplantı hakkına dolaylı sınırlamalara dönüşmemelidir. Toplantı hakkını kullanırken kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı da bireyin korunması gerekir” denilen kararda, başvuruya konu iddianame ve mahkeme kararlarında, bahse konu toplantının bütünüyle barışçıl olmayan bir toplantıya dönüştüğü de kabul edilmediği belirtildi.

“Belediye başkanı olan ve aktif olarak siyasetin içinde yer alan başvurucunun -PKK’nın sebep olduğu silahlı şiddetin sona erdirilmesi için yapılan çağrıların bir parçası olarak başlatılan, Diyarbakır’dan Ankara’ya kadar devam edecek bir yürüyüşün Gaziantep durağında- düşüncelerini açıklamak için katıldığı bir toplantıya daha fazla müsamaha gösterilmesi beklenir” denilen AYM kararında bu hakkın kullanımı sırasında diğer hukuk normlarının ihlal edilmesi durumunda ise somut olayın özelliklerinin dikkate alınmasının gereğine işaret edildi.

"Yargıtayın gerekçesi yetersiz"

Derece mahkemelerinin kararlarında trafiğin aksadığı süre içinde kamu düzeni ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması çerçevesinde katlanılması zor veya imkânsız bir zarar ya da zarar tehlikesi ile karşılaşıldığına ilişkin herhangi bir tespitin yer almadığına vurgu yapılan kararda Yargıtayın bozma kararının ve bu karara uymak suretiyle ilk derece mahkemesi tarafından verilen kovuşturmanın ertelenmesi kararının gerekçesinin müdahale için ilgili ve yeterli olduğunun söylenemeyeceği belirtildi.

Kararda, “Başvurucu kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedeniyle üç yıl denetim altına alınmıştır. Barışçıl bir gösteri nedeniyle cezai yaptırım tehdidi altında bulunma sonucunu doğuran erteleme kararının kural olarak meşru amaçları gerçekleştirmek için gerekli görülen önlemler ile barışçıl toplanma hakkı arasındaki dengeyi sağladığı söylenemez. Hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen tarihte milletvekili olan ve aktif olarak siyasetin içinde yer alan, bu nedenle tekrar bir toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılması kendisinden beklenebilecek olan başvurucunun, tekrar bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılıp mahkûm olması durumunda ceza yargılamasının devam etmesi ve yargılama sonucunda başvurucunun ceza alması ihtimali bulunmaktadır. Dolayısıyla başvurucu katıldığı bir barışçıl gösteri nedeniyle üç yıl boyunca bir ceza tehdidine maruz kalacak ve bundan sonra herhangi bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılıp katılmama yönünde kovuşturmanın ertelenmesi kararının caydırıcı bir etkisi olacaktır.” denildi ve  başvurucunun üç yıl denetimli serbestlik altına alınmasının Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan kamu düzeni meşru amacının sağlanması için gerekli olmadığı sonucuna ulaşıldığı kaydedildi.

AYM, başvurucunun Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna vardı.

"Makul sürede yargılanma hakkı da ihlal edildi"

AYM, makul sürede yargılanma hakkının da ihlal edildiğine karar verdi.

“Ceza yargılamasının süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulandığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır” hatırlatmasının yapıldığı AYM kararında ceza yargılamasının süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların da dikkate alınması gerektiği belirtildi. AYM bu nedenlerle  Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdi.

Ne olmuştu?

Osman Baydemir Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanıyken DTP Genel Merkezinin aldığı karar doğrultusunda ateşkesin kalıcılaştırılması ve operasyonların durdurulması amacıyla 2006 yılında Diyarbakır’da başlayan ve Ankara’da sona ermesi planlanan barış yürüyüşü adıyla gösteriler düzenlenmişti. Bu kapsamda 16 Aralık 2006 tarihinde DTP’li belediye başkanları ve parti mensuplarının katılımıyla Şanlıurfa’dan Gaziantep’e hareket edilmişti.

17 Aralık 2006 tarihinde Gaziantep’te bir protesto eylemi yapılmıştı.

Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı Baydemir ve diğer on altı kişi hakkında kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme, yönetme ve bunların hareketlerine katılma suçundan cezalandırılmaları talebiyle iddianame düzenlemişti. Yargılamanın sonunda Gaziantep 4. Asliye Ceza Mahkemesi Baydemir ve diğer on dört sanık hakkında 1 yıl 3 ay hapis cezasına hükmetmiş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermişti.

Baydemir’in itirazı sonrasında yeniden görülen davada da karar değişmemişti. Yargıtay’a yapılan başvuruda ise kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi gerektiği belirtilerek karar bozulmuştu.